Bu bir kitap. The kitap. The book.
Bildiğim kadarıyla türünün ilk örneği.
Bir belgesel-kurmaca, kurmaca-belgesel, dok-drama, dra-dokümenter...
Son ikisi, ‘Wagner’ televizyon dizisi nezdinde, BBC tarafından,
televizyonun 50. yılında, 1985-1986 gibi somutlaştırılmıştı.
Bu, bir çapraz medya malzemesi.
En iyi çizgiromanı olur.
Filmi olur.
Oldu da ama berbat oldu: Dünyayı kurturan yakışıklının öyküsü oldu.
Yine de, tek bir öykünün ziyadesiyle aksiyonlaştırılması olarak bakılırsa,
Brad Pitt’in yediği herze, daha bir yenilir yutulur gibi olur.
İlk olmanın hatalarıyla, roman belki 5 / 10 bile alamaz ama 1 / 10 bile
yeterdi, çünkü kopya değil.
Ancak, özellikle giriş olmak üzere, en az 1 bölümü, bence hayalet br yazar
tarafından yazılmış.
ABD’de geçen bölümleri 5 / 10’un altına epeyi düşüyor ama yine de daha
gerçekçi. Diğer ülkelerde geçenlerin gerçekliğinin iknası, tabii ki ben dahil,
ortalama okurun, örneğin Çin hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olmaması nedeniyle
mümkün olmuş. Bunu da, yine örneğin Çin bölümü için Çince deyimler kullanılarak
bu atmosfer yaratarak becermişler ve hayalet yazar fikri de oradan
destekleniyor zaten.
Yapsaydım, kitabın çizgiromanını yapardım, filmini veya romanını değil.
Ancak, bildiğim kadarıyla bunu çizgiye dökebilecek çizer Dünya’da yok:
‘Logicomix’ anafikri üzerinden, anime praksisinin işletilmesi gerek gibi bir
durum sözkonusu. (Tabii, belki böyle biri vardır, onu bilemem.)
Kitapta ‘sense of humour’ var.
Daha da ötesinde mizah var.
Zombi-komedi değil de, zombi-ironi.
Yani, sonuçta zombilerin de beyni patlatılınca kaput, insanların da beyni
patlatılınca kaput: Bu da acaip bir mizah sonuçta.
Espri şu ki kitabın yazarı, komedi filmleri oyuncusu / yönetmeni Mel
Brooks’un gerçek oğlu. Bir de böyle bir ironi mevcut.
Karşılaştır-karşıtlaştır:
‘Walking Dead’ çizgiromanı ve dizi filmi ile karşılaştırılınca, kitabın
değeri çok kolay anlaşılıyor.
O da, sıradan insanların olağanüstü koşullarda bile duruma ayamayıp,
sıradan saçmalıkları hala eylemesini ifade ediyor ama bu tümüyle farklı bir
biçimde bunu yapmakta: Orman ve ağaç bakış açılarını birarada koruyor.
Burada, kitabın kendini dayadığı içerik-biçim praksisi önemli:
Olay, BM raporu biçiminde yazılmış.
Bu da bizi doğrudan sosyolojik
araştırma x roman karşıtlığı literatürüne götürür doğrudan.
Sosyolojik araştırmalar şimdiye dek, sosyolojik araştırma olarak,
kendilerinin romandan üstünlüğünü önesürüyordu (ve tersi de) ama bir sosyolojik araşırma formatındaki bir
romanın bizi doğrudan sosyolojik araştırmanın romandan üstünlüğüne
götürmesi, mizahın da ötesinde bir durum.
Ha, bir de o bildik baş belası akademisyen
dil ile feci bir alay var tabii. Bu da, hesapça durumu açımlayan bir sahte giriş / önsöz ile sağlanmış.
Bir salgın için gerçek koşullarda, romanda ileri sürülenin tam tersine,
abartarak uğraşma durumu yaşanmış. Yakın zamanlarda küçümsenen bir salgın yok
gibi. Çünkü 1918 grip salgını, tüm epidemiyologlara feci ders olmuşa benzer. Şu
an, benzeri bir global salgından 350 milyon ölü, yani % 5 global zayiat
bekliyorlar ki, büyük veba salgınından 650 yıl sonra bu oran, hala feci yüksek
bir beklenti eşiği teşkil etmekte.
Asıl sorumuz ise şu:
Neden zombi konusu, böylesine
bir global bir çapraz medya konusu
oldu?
Ya da neden, bu konuda böylesine öpözgün
örnekler verildi?
Sanırım, buradaki anafikir, ‘Unthinkable’daki ile aynı:
‘There is always another epidemiology.’
Ya da bitmeyen savaş sözkonusu...
Düşünün ki bir Türk bile, daha 1970’te bile, trafik kazalarını salgınbilim
konusu sayıyordu. Bu doğru / geçerli yaklaşım kabul görseydi, trafik
kazalarında 300 bin ölümüz olmazdı.
Bir de şu gerçek var:
Popüler kültürde tasarlanan herşey, er veya geç gerçek olarak yaşanır: Bir
tür Kafkaesk çıplak derililik
sözkonusu bu konuda.
Roman, bildik kıyamet söylemini kullanarak, bunu salgın hastalık üzerinden
yapıyor. Bir tür önceden hissediyor gibi.
*
(Kitabın tam ortasında yazı ve düşünme molası.)
*
Tek tek öyküler konuyu episodik anlatımlı kılmış.
Öykü ağırlıkları ABD ağırlıklı olmuş.
Ortalama bir Yanki’nin dünya ülkeleri hakkındaki önyargıları az veya çok ve
doğrudan veya saklı olarak bu yazarda da mevcut.
Öyküler söyleşi tipinde yazıldığı için arada bir kişi kipinde kalmış.
Öyküler az da olsa kimi güzelyazın olmuş. Kendi okurluğum açısından bu
olumsuz ama ortalama okurlar için olumlu bir durum. O nedenle, bunun bilerek
yapıldığı kanısındayım.
‘Happy end’ bu kitaba uymamış ve yakışmamış, hem de hiç.
İstatiksel bilgiler az. Dolayısıyla nesnellik de az.
Onda bire inen global nüfus ve tahmini 10 yıl ara verilen dünya
ekonomisinin nasıl geriye döndüğü oldukça tartışmalı bir belirsizlik. Sonuçta,
gerekli enerjiyi kim ve nasıl üretti, en basitinden?
Askeri strateji eleştirisi, ne yazık ki biraz havada kalmış.
*
Kıssadan hisseler:
Toplu imha savaşı, hala en etkili savaş yöntemi konumunda.
Bireysel açıdansa, kendine yeterli bir inziva, en uygun savunma yöntemi
konumunda.
Kurmaca salgını dışında bunu yapmaya en yakın aday adayları; biyolojik, elektronik,
kimyasal ve nükleer silahlar.
Romanın ve daha birçok diğer romanın çevresinde dolandığı kıyamet konusu,
gerçek yaşamda giderek daha yakın bir olasılık durumuna yükseliyor. Bunun için
de, asıl gereken on bin intihar bombacısı ama bu da sonuca ulaşması, pratik açıdan
muhakkak aksayacak bir proje olurdu.
Bilimkurgu bir kez daha gelecekbilim eyliyor.
Tam da bu çizgide, romanın insanseverliği berbat kaçıyor. Anropomorfik
hümanizm, bilimkurgu romanlarda çoktan değillenmiş durumda.
Yani:
Şu ya da bu biçimde insan türüne,
insan sonrası tür olma yolu açıldığında, insanların % 99,99’u (yani limit
tamamı) yine o küçük insan / dandik burjuva kültürlerine geri dönerler,
döndüler de zaten. Roman da öyle bitiyor zaten.
Bu da, romanın bize negasyon yoluyla verdiği kıssadan hisse: Asla insan yok veya insan imkansızdır.
Sonuç:
Roman başarabileceğini başarmaya çabalamamış, yalnızca başında iyi bir
depar atmış ama maratonda depar çok çok
nadir işe yarar (örneğin ABD’li kadın bir maratoncunun son yüz metrede
attığı depar ve bununla maratonu kazanması gibi) ve o da sonunda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder