Cumhuriyet
1923’te kuruldu, 2013’te batırıldı. Cumhuriyet öncesi doğumlu olan Sait Faik
öyküsü ve Orhan Veli şiiri ile, 1935 gibi Cumhuriyet Edebiyatı fiilen başlamış
oldu. Daha öncekiler, Osmanlı’nın tekne kazıntısı veya gemi batığı idiler.
1935’te,
teorik uzaycı Rus Tsiolkovsky de, pratik uzaycı ABD’li Godard da, çoktan var
olmuş, eser vermiş ve gitmiş idi: O eserler bugün hala yaşıyor ve onlar
sayesinde Ay’a gidildi.
Cumhuriyet
Anadolusu ise, bu sürelerde neredeyse Taş Devri’nde yaşıyordu. Onu bırakalım, 21. Yüzyıl’da ve İstanbul gibi bir
yerde bile, karasaban ile tarım
yapanlar mevcut idi.
Peki bu
koşullarda; hangi edebiyat, hangi kültürel modu ve dönemini yazar, yazabilir,
yazmalıdır?:
Soru-n-sal
bu…
Roman,
özellikle de önce realist ekolde roman, sonra naturalist ekolde roman,
1830-1880 arasında, daha çok kenti, kentliyi, sanayi emekçisini yazdı.
Şerh-kayıt:
Romanın çıkış ülkesi sayılan Fransa, 1. Sanayileşme’yi başlatan İngiltere’ye
göre epeyi gecikmeli olarak, sözügeçen tarihlerde yeni yeni sanayileşiyordu.
Tersine
bakalım:
Güney
Amerika’daki Amazon bölgesinde avcı-toplayıcı kültürel modda yaşayan
Yanömamöler’in romanı yazılabilir mi, yazılmalı mı, yazılmamalı mı? (Şerh:
Fantastik roman alanı tanımdışı bırakıldı.)
Buradan
nereye geleceğimiz belli:
1940-1970
arasında Türkiye’de köy romanı yazıldı, çoksatar oldu, hegemon / empozeci roman
anlayışı oldu, burjuvalığı ve romanını aşağıladı ve dışladı, bu da en çok ve en
açıkseçik olarak TDK roman yarışmasında kendini gösterdi: Kendi de köy / taşra kökenli
olan Cemal Süreya, yakın arkadaşı olan Muzaffer Buyrukçu’ya ona oy vereceğini
söz verdiği halde buna uymayarak, o zamanlar köy romanları yazan Fakir
Baykurt’un ödül almasını sağladı.
Tüm
bunlar olup bittikten sonra da, tüm moda şeyler gibi, köy romanı demode oldu,
bugün hala köy var ama kimse köy romanı yazmıyor, onun yerine varoş romanı
yazıyor, çünkü o konu moda ve çoksatar durumda.
Şerh:
Köy kültürü, önce kentte (Latife Tekin’i ünlü yazar yapan konu olarak)
gecekondu kültürü, sonra kentte varoş kültürü, en sonunda da (2015-2020
arasında) kentte taşralı hegemonu
oldu. (Bakınız: Sağın bir nolu münevveri sayılan Nurettin Topçu’nun aynı adlı
öyküyü içeren ve aynı adı taşıyan (tek) öykü kitabı. Artı, bu taşralılık
konusunu, arabeski ve futbolu yücelten, direksiyonu sağa kilitlenmiş ama
kendini solcu sanan yazarlardan Tanıl Bora gibi, överek yazanlar da oldu. Topçu
ise, bildiğimiz mazlum geçinen ağlağı
edebiyatı yaparak, ‘ya, beni taşralıyım diye bir ezdiler, bir ezdiler’
muhabbeti yaptı adı geçen öyküde. Bora gibiler de, ellerinde tuzlukla hıyar
aradılar.)
Bu taşralı
hegemonluğu, önce arabesk, sonra rep müzik kültürü yükselişi olarak yaşandı
koşut olarak.
Dolayısıyla,
1960 köy romanı (tam da kentleşme, sanayileşme, emekçileşme yeni başlamışken),
1980 arabesk müziği, 2020 yutubır / vılogır ezeli-ebedi ergen kültürü çizgisi, tek bir çizgi oldu ama rep müzik
bunun dışında kaldı.
Şerh:
Baykurt, bunu ağasız köyde ağalı köy
romanı yazarken, bir anda 1. Dünya olan Almanya’nın lümpen proleteryasını yazar bir konuma gelerek, feci biçimde
oto-ironiledi.
Yani,
köy romanı yazmak, 1960-2020 Türkiye’sinde lümpen
kültürel dekadans demek oldu.
Peki,
köy romanı yazılmasaydı, bu çürüme yaşanmayacak mıydı?
Yaşanırdı
belki ama böylesine övülmezdi, böbürlenmezdi, yüceltilmezdi.
Çok
basit: 15 bin köy enstitüsü mezunu içinden 15 solcu yazar çıktı diye, köy
enstitüleri sol kurumlar olamadı. Köy enstitülerinin bir ve biraz da asıl yüzü,
Talip Apaydın’ın yazdıklarıdır da: O, sağ-sol ayrımı köy enstitülerinde
abartıldığı için kapatıldıkları savındadır.
Birinci
makus edebi süreç bu oldu:
Lümpen
kitleye-halka bağlanan aydıncık-yazar, övdüğü ve yücelttiği bu güruhun,
ayaktakımının, başıbozukların (onlar sırtüstü yatarken) önce gecekondusunu
yaptı, sonra onlar tarafından darbecilere ihbar edildi (bakınız Gün Zileli’nin
anıları): 1971’de 1 milyon resmen kayıtlı muhbir vatandaş (bakınız: İnönü
Alpat, Popüler Sol Sözlüğü).
İkinci
makus edebi süreç de şu oldu:
Toplayıcı-avcı
kültürel modu 1940’ta Anadolu’da belki yoktu ama proto-feodal (her yıl 20
milyon kent-köy-taşra göçerili) kültürel mod ve (Kürtler’de şıh ağa, töre
cinayetleri azmettireni haminne) çarmıhı olarak feodal mod vardı ve bunun
lümpen kültürel dejenerasyonları yazarlar tarafından yok sayıldı:
Örneğin
Cemal Süreya, Zaza olduğunu belirtirken, Zazaca öğrenme veya Zazaca yazma
girişiminde hiç bulunmadı ama Ahmed Arif yarım Kürt kanını öne çıkaran şiirler
yazdı. Süreya orada da durmadı ve folklorün
şiire düşman olduğunu savladı ama yine de kent burjuvazisi tarafında yer
alamadı (bakınız Buyrukçu’ya yaptıkları), çünkü edebiyatta Bizans / İstanbul hegemonyasına
inanmıştı ama yine de gidip o devletin memuru oldu. (Cumhuriyet dönemi
yazarları arasında, devlet memurlarının bu kadar çok olması, ayrı bir inceleme
ve irdeleme konusu.)
Bunlar
da, uzay ve bilgi çağında, dezenformasyon yapan ve kasıtlı yalancı yazar ahlaksızlığı demek oldu: Örneğin, Nazım’ın
savladığı gibi aslolan yaşam değildir, aslolan
ölümdür; çünkü ölüm olmasıydı, ne evrim olurdu, ne kültür, ne de yazı.
Tüm
edebiyat söyleşilerinde ve soruşturmalarında, bu konunun tek bir izleği yok.
(Oysa; Varlık, De ve Nesin edebiyat yıllıkları, 1960-1985 arasındaki edebiyatın
izleğini ve haritasını çok açıkseçik olarak çizmiş durumda.) Yani,
eleştirmenler de durumdan habersiz veya durumu görmezden geliyorlar, gelmişler.
En başa
dönelim:
Bu
veriler ışığında, uzay ve bilgi çağında ne yazılacak, ne yazılabilir, ne yazılmalı?:
Emrah
Serbes’in ‘Müptezeller’i mi, William Gibson’un ‘Neuromancer’i mi, Mifune’nin ‘Ghost
in the Shell’i mi?
Ek
bilgi:
Serbes,
zamanında kitapları çoksatan bir yazar oldu. Şu an trafik kazasında 3 kişinin
ölümüne sebebiyet vermekten hapiste, kitapları sıfır satıyor ve ‘Kabuktaki
Hayalet’ Türkçe’ye hala çevrilmedi.
Aslına
bakılırsa, bu edebi-kültürel eksi değerlilik, bat(ırıl)an 1. Cumhuriyet’in
makus talihi değildi, yazarlar böyle yaparak onun batmasına yoğun katkıda
bulundu. Sonra da, o yazarların bir bölümü, liberal demokrat sıfatı ile, 1. Cumhuriyet’in tabutunun son çivisini
çakanlara bizzat katkıda bulundu.
O
nedenle, söz geçen dönem yazarları için, edebi
idam hükmü geçerlidir. Bu moment, geç-son Osmanlı dönemindeki ve Osmanlı’dan
Cumhuriyet’e aktarılan yazarlar için de aynen geçerlidir: Ders ödevi olmasa,
kimse açıp onları okumaz ve artık Baykurt da okunmuyor.
Artı:
2250’ye
kadar sürecek olan 2. Sanayileşme’de, ‘Müptezeller’in yeri yok ama ‘Neromancer’in
ve ‘Ghost in the Shell’in yeri var. Yani, köy romanı ilk yazıldığında bile ölü
bir edebi tür idi, bilimkurgu ise 200 yıldır sürekli evrilen ve hatta arada
ölen bir edebi tür.
(26 Şubat + 1 Mart 2019)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder