Perşembe, Şubat 28, 2019

Uzay Çağı’nda Taş Devri’ni Yazmak: Batan Cumhuriyet’in Makus Edebiyat Tarihi


Cumhuriyet 1923’te kuruldu, 2013’te batırıldı. Cumhuriyet öncesi doğumlu olan Sait Faik öyküsü ve Orhan Veli şiiri ile, 1935 gibi Cumhuriyet Edebiyatı fiilen başlamış oldu. Daha öncekiler, Osmanlı’nın tekne kazıntısı veya gemi batığı idiler.
1935’te, teorik uzaycı Rus Tsiolkovsky de, pratik uzaycı ABD’li Godard da, çoktan var olmuş, eser vermiş ve gitmiş idi: O eserler bugün hala yaşıyor ve onlar sayesinde Ay’a gidildi.
Cumhuriyet Anadolusu ise, bu sürelerde neredeyse Taş Devri’nde yaşıyordu. Onu bırakalım, 21. Yüzyıl’da ve İstanbul gibi bir yerde bile, karasaban ile tarım yapanlar mevcut idi.
Peki bu koşullarda; hangi edebiyat, hangi kültürel modu ve dönemini yazar, yazabilir, yazmalıdır?:
Soru-n-sal bu…
Roman, özellikle de önce realist ekolde roman, sonra naturalist ekolde roman, 1830-1880 arasında, daha çok kenti, kentliyi, sanayi emekçisini yazdı.
Şerh-kayıt: Romanın çıkış ülkesi sayılan Fransa, 1. Sanayileşme’yi başlatan İngiltere’ye göre epeyi gecikmeli olarak, sözügeçen tarihlerde yeni yeni sanayileşiyordu.
Tersine bakalım:
Güney Amerika’daki Amazon bölgesinde avcı-toplayıcı kültürel modda yaşayan Yanömamöler’in romanı yazılabilir mi, yazılmalı mı, yazılmamalı mı? (Şerh: Fantastik roman alanı tanımdışı bırakıldı.)
Buradan nereye geleceğimiz belli:
1940-1970 arasında Türkiye’de köy romanı yazıldı, çoksatar oldu, hegemon / empozeci roman anlayışı oldu, burjuvalığı ve romanını aşağıladı ve dışladı, bu da en çok ve en açıkseçik olarak TDK roman yarışmasında kendini gösterdi: Kendi de köy / taşra kökenli olan Cemal Süreya, yakın arkadaşı olan Muzaffer Buyrukçu’ya ona oy vereceğini söz verdiği halde buna uymayarak, o zamanlar köy romanları yazan Fakir Baykurt’un ödül almasını sağladı.
Tüm bunlar olup bittikten sonra da, tüm moda şeyler gibi, köy romanı demode oldu, bugün hala köy var ama kimse köy romanı yazmıyor, onun yerine varoş romanı yazıyor, çünkü o konu moda ve çoksatar durumda.
Şerh: Köy kültürü, önce kentte (Latife Tekin’i ünlü yazar yapan konu olarak) gecekondu kültürü, sonra kentte varoş kültürü, en sonunda da (2015-2020 arasında) kentte taşralı hegemonu oldu. (Bakınız: Sağın bir nolu münevveri sayılan Nurettin Topçu’nun aynı adlı öyküyü içeren ve aynı adı taşıyan (tek) öykü kitabı. Artı, bu taşralılık konusunu, arabeski ve futbolu yücelten, direksiyonu sağa kilitlenmiş ama kendini solcu sanan yazarlardan Tanıl Bora gibi, överek yazanlar da oldu. Topçu ise, bildiğimiz mazlum geçinen ağlağı edebiyatı yaparak, ‘ya, beni taşralıyım diye bir ezdiler, bir ezdiler’ muhabbeti yaptı adı geçen öyküde. Bora gibiler de, ellerinde tuzlukla hıyar aradılar.)
Bu taşralı hegemonluğu, önce arabesk, sonra rep müzik kültürü yükselişi olarak yaşandı koşut olarak.
Dolayısıyla, 1960 köy romanı (tam da kentleşme, sanayileşme, emekçileşme yeni başlamışken), 1980 arabesk müziği, 2020 yutubır / vılogır ezeli-ebedi ergen kültürü çizgisi, tek bir çizgi oldu ama rep müzik bunun dışında kaldı.
Şerh: Baykurt, bunu ağasız köyde ağalı köy romanı yazarken, bir anda 1. Dünya olan Almanya’nın lümpen proleteryasını yazar bir konuma gelerek, feci biçimde oto-ironiledi.
Yani, köy romanı yazmak, 1960-2020 Türkiye’sinde lümpen kültürel dekadans demek oldu.
Peki, köy romanı yazılmasaydı, bu çürüme yaşanmayacak mıydı?
Yaşanırdı belki ama böylesine övülmezdi, böbürlenmezdi, yüceltilmezdi.
Çok basit: 15 bin köy enstitüsü mezunu içinden 15 solcu yazar çıktı diye, köy enstitüleri sol kurumlar olamadı. Köy enstitülerinin bir ve biraz da asıl yüzü, Talip Apaydın’ın yazdıklarıdır da: O, sağ-sol ayrımı köy enstitülerinde abartıldığı için kapatıldıkları savındadır.
Birinci makus edebi süreç bu oldu:
Lümpen kitleye-halka bağlanan aydıncık-yazar, övdüğü ve yücelttiği bu güruhun, ayaktakımının, başıbozukların (onlar sırtüstü yatarken) önce gecekondusunu yaptı, sonra onlar tarafından darbecilere ihbar edildi (bakınız Gün Zileli’nin anıları): 1971’de 1 milyon resmen kayıtlı muhbir vatandaş (bakınız: İnönü Alpat, Popüler Sol Sözlüğü).
İkinci makus edebi süreç de şu oldu:
Toplayıcı-avcı kültürel modu 1940’ta Anadolu’da belki yoktu ama proto-feodal (her yıl 20 milyon kent-köy-taşra göçerili) kültürel mod ve (Kürtler’de şıh ağa, töre cinayetleri azmettireni haminne) çarmıhı olarak feodal mod vardı ve bunun lümpen kültürel dejenerasyonları yazarlar tarafından yok sayıldı:
Örneğin Cemal Süreya, Zaza olduğunu belirtirken, Zazaca öğrenme veya Zazaca yazma girişiminde hiç bulunmadı ama Ahmed Arif yarım Kürt kanını öne çıkaran şiirler yazdı. Süreya orada da durmadı ve folklorün şiire düşman olduğunu savladı ama yine de kent burjuvazisi tarafında yer alamadı (bakınız Buyrukçu’ya yaptıkları), çünkü edebiyatta Bizans / İstanbul hegemonyasına inanmıştı ama yine de gidip o devletin memuru oldu. (Cumhuriyet dönemi yazarları arasında, devlet memurlarının bu kadar çok olması, ayrı bir inceleme ve irdeleme konusu.)
Bunlar da, uzay ve bilgi çağında, dezenformasyon yapan ve kasıtlı yalancı yazar ahlaksızlığı demek oldu: Örneğin, Nazım’ın savladığı gibi aslolan yaşam değildir, aslolan ölümdür; çünkü ölüm olmasıydı, ne evrim olurdu, ne kültür, ne de yazı.
Tüm edebiyat söyleşilerinde ve soruşturmalarında, bu konunun tek bir izleği yok. (Oysa; Varlık, De ve Nesin edebiyat yıllıkları, 1960-1985 arasındaki edebiyatın izleğini ve haritasını çok açıkseçik olarak çizmiş durumda.) Yani, eleştirmenler de durumdan habersiz veya durumu görmezden geliyorlar, gelmişler.
En başa dönelim:
Bu veriler ışığında, uzay ve bilgi çağında ne yazılacak, ne yazılabilir, ne yazılmalı?:
Emrah Serbes’in ‘Müptezeller’i mi, William Gibson’un ‘Neuromancer’i mi, Mifune’nin ‘Ghost in the Shell’i mi?
Ek bilgi:
Serbes, zamanında kitapları çoksatan bir yazar oldu. Şu an trafik kazasında 3 kişinin ölümüne sebebiyet vermekten hapiste, kitapları sıfır satıyor ve ‘Kabuktaki Hayalet’ Türkçe’ye hala çevrilmedi.
Aslına bakılırsa, bu edebi-kültürel eksi değerlilik, bat(ırıl)an 1. Cumhuriyet’in makus talihi değildi, yazarlar böyle yaparak onun batmasına yoğun katkıda bulundu. Sonra da, o yazarların bir bölümü, liberal demokrat sıfatı ile, 1. Cumhuriyet’in tabutunun son çivisini çakanlara bizzat katkıda bulundu.
O nedenle, söz geçen dönem yazarları için, edebi idam hükmü geçerlidir. Bu moment, geç-son Osmanlı dönemindeki ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e aktarılan yazarlar için de aynen geçerlidir: Ders ödevi olmasa, kimse açıp onları okumaz ve artık Baykurt da okunmuyor.
Artı:
2250’ye kadar sürecek olan 2. Sanayileşme’de, ‘Müptezeller’in yeri yok ama ‘Neromancer’in ve ‘Ghost in the Shell’in yeri var. Yani, köy romanı ilk yazıldığında bile ölü bir edebi tür idi, bilimkurgu ise 200 yıldır sürekli evrilen ve hatta arada ölen bir edebi tür.
(26 Şubat + 1 Mart 2019)

Hiç yorum yok: