Giriş:
20.
Yüzyıl başından beridir, örneğin Toynbee’nin 37 ciltlik ‘Uygarlık Tarihi’si
ile, tüm Dünya tarihini tek bir bütün olarak ele alma ve tarihi tam bir bilim
yapma çabası süregelmekte. Wallerstein ana akım konsensusta bunu becerdiği kabul
edilen ilk kişi ve bunun epistemik momenti 1960.
Wallerstein,
Dünya tarihinin bütünlüğüne Annales Okulu veri tabanından atlasa hareketle,
yani tümevarımla varmaya çabaladı. Wallerstein, bu geleneği tümüyle
kabulleniyor.
Tarihte
tümdengelim de var. Bu tümdengelim, eğer büyük sayılar kuramı belli çıkarımlar
yapıyorsa, onların geçerliliğini baştan kabul etmek demek. Örneğin, eğer geçmişte
12 kez çıkış-iniş siklusu kayıtlıysa, 13.’sünün de 2000’de olacağını / başlayacağını kabul etmek gibi. Wallerstein,
nedense bundan kaçınıyor ve kendisinin gelecekbilimci olmadığını, tarihin
geçmişle ilgilendiğini vurguluyor.
Oysa
tarih; hem tümdengelimle, hem tümevarımla; hem geçmişten geleceğe, hem de
gelecekten geçmişe işleyen bir bilim dalı. Çünkü, şimdi denilen şey, kayan bir
referans noktası, yani sabit değil.
Buna ek
olarak, tarihsel yorum-bilgi dediğimiz şey, n. kültürel moddan (n-1). veya
(n+1). kültürel moda bakarak yorum yapma göreliği de içermekte.
Artı aynı
şimdiye, geçmişten veya gelecekten bakınca da, farklı perspektifler görüyoruz.
+
Geliştirme:
Wallerstein,
ana kavramsal çerçeveyi oluşturduktan sonra, kendi asıl ilgi alanı olan
1500-1914 arasını, 4 ciltlik bir çalışmayla ayrıntılı olarak incelemiş.
Tüm
sözünü ettiğimiz aksamaları orada eylemiş. Örneğin, tarihin çözünürlüğü
arttıkça, yani örneğin irdeleme zamanı daraldıkça, (nicel değişimlerin
kendiliğinden nitel değişim olduğunu gözönüne almadan / alamadan) ölçüt
değişimini becerememiş.
Ancak,
bir şeyi çok iyi yakalamış:
Herhangi
bir anda irdeleme yaparken, bazı şeylerin belirsiz kalabileceğini.
Bunun
nedeni de şu:
Tarihin
anlamlı bilgi oranı % 1 falan. Ancak, bazan o ayıklamayı yaptığınızda, elinizde
anlamlı bilgi üretecek kadar veri kalamayabiliyor.
Ondaki
örnek, AB ülkelerinin eski sömürgelerinin yeni ülke olma süreçlerinde, yeni
kurulacak ülkelerin birden çok (eski) sömürgeci ülke arasında, hangisini kıble
olarak seçeceğini tam olarak belirleyememesi durumu.
Bir de,
uzun vadeli etkilerin biraz arapsaçı gibi olabilmesi de var:
Fransa,
1776’da İngiltere’ye karşı ABD’yi destekledi. İngiltere Fransa 1789’da krala
karşı devrimcileri destekledi. 1914 geldiğinde, bunların özun dönemli etkileriyle
ikisi de sömürgecilik olarak bitmişti. (Buna, negatif kısırdöngü veya yıkım
ağı diyelim.)
Wallerstein,
tüm Dünya tarihini gözönüne alarak yazmamış da gibi. 1250 Moğollar’ının 750
yıllık hiçliği, 1300-1900 Osmanlı’sının sonraki hiçliği, aynen AB içinde
uygulanabilir. Yani AB, 1945 sonrasında bir hiç.
Böylelikle
de, Wallerstein’ın neden AB-merkezli tarih yazmakla nitelendiğini anlamış
oluyoruz. Diğer verileri hiç hesaba katmıyor gibi yazıyor.
Oysa,
Wallerstein’ın kendi-eski yazdıkları yeterince açıkseçik çıkarsama öneriyor:
AB’nin kendini bitirmesi gibi. Ve hatta ABD’nin kendini bitirmesi (çıkarsaması)
gibi.
+
Çıkış ve
sonuç:
Toynbee’nin
37 cildi 2 cilde özetlemesinin ardından ve onun tersine Wallerstein, yarımcildi
4 cilde uzatıyor.
Tarih
denilense, ikisinin toplamı, tümevarımın ve tümdengelimin. Sorun, tıpkı dikiş
biçimleri (2 ters 1 düz veya 2 düz 1 ters) gibi, bunların çiftyönlülüğünün
hangi sayıda ve ardıllıkta kullanılacakları.
Demek ki
çıraklar ustaları eçebiliyor.
Demek ki
ustalar, kendi bilgilerini doğru yorumlayamayabiliyorlar.
Üstelik,
Afro-Avrasya-dışı bölgeler hala Dünya Sistemi’ne sokulamamış durumda…
Nokta.
Es.
(2 Kasım 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder