1.
İlk 10 dakika için:
Gösterip veremiyor.
Filmin konusu ayyuka çıktığı için, konusunu filmi
seyretmeden biliyordum.
Ön şerh: ‘Pola X’i seyrettiğimde, bunun Carax için sapa,
ayaz ama bir daha denemeyeceği bir yol-su olduğunu düşünmüştüm, şimdilik haklı çıktım.
Zaten oldukça seyrek film çekiyor. Ayrıca artık, yaşlı ve yaratıcılığı eksilmiş
biri.
Ara şerh: Juliette Binoche ile çalıştığı 2 filmin, onu
zirveye çıkardığı ama aynı zamanda onu bitirdiği örnekler olduğunu hissettim
hep. Öyle de görünüyor hala. Denis Lavant ise ayrı bir konu: Pekala aralarında
eşcinsel-platonik bir bağdan söz edilebilir ama (Klaus Kinski – Werner Herzog
arasındaki gibi) yaratıcı bir bağdan hayır.
Hele hele, ‘Cennet Sineması’ türünden bir jenerik / girizgah
yapması, filmi kompelat ofsayta düşürmüş baştan.
Ancak konu muazzam: Sinema, en genç sanat adayı iken,
kendisi hakkında düşünebilen, hissedebilen ve oto-kritik film / eser yapabilen
en güçlü sanat dalı oldu. 30 yıldır hala da öyle.
+
2.
İlk 25 dakika:
9 randevunun ilk 2’si hiç yaratıcı değildi. Özellikle de birinci
olan, dilenci kadın bölümü berbattı.
Sanal aksiyon ön planı, 2000’lerin dünyasına 1980’lerin
Carax’sının bakış açısı gibi olmuş.
Deri giysi yerine,
tayt olmalıymış. Bu da, 1960’lar gibi olmuş.
Sanal sevişme planı, bana nedense Binoche’u anımsattı.
Sevişme aksiyonu ise, kamasutra ötesi bir zorlama içermiş.
Yine de hatunu takdir etmek gerek, cimnastik ötesi idi.
Carax, 2. planı yapmadan önce, ‘digital alien hentai’
seyretmeliymiş. İnternette bol miktarda var.
+
3.
3. plan:
Carax, kastı aşan
taammüd yapmış: Arbus’a yaptığının kendisine yapılmasını hazmedebileceğini
hiç mi hiç sanmıyorum. Sanatı için yaşamını silen birine bu yapılmamalıydı
bence.
+
4. Ara Nağme: Kültürel Semantik + Kültürel Sözlük: Sinema
Genelde sözlüklerin tarihi vardır ama bu yazılmaz nedense.
Nicel olarak kaç sözcüğün, sözlüğün farklı basımlarına girip çıktığı listelenir
ama aynı sözcüğün değişen / kayan anlamlarının listesi ve çaıklaması pek
yapılmaz. Bu bir.
Herhangi bir yeranda, diyelim İstanbul 2014 Kasım 5’te,
diyelim ‘ezik’ sözcüğünün birden çok anlamı olabilr / vardır ama bunun
haritalanması da yapılmaz ki bu kültürel ve altkültürel sözlük anlamına gelir.
Bu iki.
Bir halıyı ele alalım: Halıyı oluşturan farklı renkteki
liflerle onların oluşturduğu desenler / örüntüler birbirinden oludkça farklı
şeylerdir ve kültürel semantik her ikisini de çalışır ama sonul görüngü olarak
desenleri daha çok çalışır. Bu üç.
Bunu bir filmin eleştirisine bağlarsak: Sinema tarihinin tüm
geçmişiyle ve o andaki momentiyle oluşturduğu renkli lifler, yönetmenin kendi
film rertrospektifi içinde oluşturduğu renkli lifler, bunların sinema
semantikleri açısından taşıdığı örüntüler birbirinden çok farklıdır. Eğer
gerçek bir kültüroloji ile uğraşıyorsak, hepsini birden ama ayrı ayrı / tek tek
çalışırız. Bu dört.
Bu durumda Leo Carax’nın ‘Holy Motors’unu, sinema hakkında
düşünen bir film olarak eleştireceksek, bu filmi plan plan diğer film
planlarıyla / episodlarıyla karşılaştırabiliriz, onu sinema tarihi içine
yerleştirebiliriz, onu Carax filmleri spektrografisine yerleştirebiliriz ve
artı en son da bunun (eğer mümkünse) gelecekbiliminin vektörlerini (örneğin
sinema sanatında yapılmamışı yapmışsa, onların potansiyel kullanımlarını)
tartışırız. Bu beş.
Bunu yaparken, filmimn % 90’u çöpe gidecektir, çünkü
kültürel ürünlerin tamamına yakınının ancak % 1-5’i göstergesel olarak
anlamlıdır, gerisi yineleme ve saçmalıktır. Bu altı.
İşte burada, bu filmin 3. Planında, Carax’nın Arbus’a
yaptığı sanatçı-meslektaş ihanetini, kendisinin uğradığı ihanetlere karşı
(özellikle de Binoche’un ona karşıki varsayımsal ihanetine karşı) dejenere bir
duygusal tepki olarak yorumlayabiliriz. Bu yedi.
Dipnot: Buraya kadarki bölüm, filmin ilk 40 dakikasının
bitimine dekki izlenimlerle yazıldı.
+
5.
41:08:
Çok çok ilginç: 1 filmin içinde 1 tablo anı = Caravaggio-Velasquez
kırması bir ressam, sanal bir ressam gibi Carax. Jerek Darman’ın ‘Caravaggio’su
ile, Peter Greenaway’in ‘Draughtsman’s Contract’ arası bir yerde durmuş oluyor
Carax böylelikle de, kendisi şu ana dek hiçbir biçimde bu yönde bir imleç veya
izlek koymadı ki.
Daha da ilginç: Kesinlikle öyle olmadığını bile bile,
‘Triton’daki çok güzel bir kızın, çok çok çirkin bir erkek ile ilişkisizliğin
ilişkisi gibi bir durumu seçmesi gbii bir durumsuzluk aklıma geldi ki Carax, bu
yönde de hiçbir imleç veya izlek koymadı. Tam tersine, romarntik aşk, aşk için
ölüm falan gibi, oldukça geyik bir çizgide seyretti.
Şerh: ‘Pola X’te bir
kadın-erkek çıkmazı imlemişti.
Yani Carax, sapa sularda yitmiş ve yalnızca duygusal kalediyoskop renkler ile
oynamış. (Bunun epeyi seyirci için yeterli olacağını biliyorum ama değil.)
+
6.
4. plan başlangıcında, Trier’ın ‘5 Engel’i geldi aklıma. O
film için, filmde oynayan oyuncu-yönetmenin, ‘bu film, film yapma hakkında bir
belgesel’ deyişini ve Trier’ın hiç belgesel yapmadığını ama Werner Herzog’un
Klaus Kinski deneyiminden sonra, epeyi bir belgesel sularına yelken açtığını
anımsadım.
Ki bu, meta-sinemaya, meta-anlatıya ve hiper-tekste açılan
kapılar demek oldu.
Ki Carax için bu konular, çook geeç oldu.
+
7.
50. dakika ve 5. plan çok sıkıcı idi.
Planların birbirine geçişlenmesi, bağlanması ve/ya
koparılması çok ilgisiz olmakta.
Trier, buna ilginç bir özüm getirmişti: ‘Krallık’ta farklı
çekimli planları kısa atlamalı biçimde üstüste bindirmişti.
Trier ve Carax’yı aynı söylem düzleminde irdelememizin temel
nedeni, 1984 ertesindeki kısa bir AB sanat filmi yönetmeni genç ustalar
kuşağında ikisinin de yer almasıydı. Trier, Holywood’da ‘Karanlıkta Dans’
saçmalığını geveledi. Holywood, Einstein’dan beridir tüm sanat filmi
yönetmenlerinin yamyamı oldu ama onlar da kendi kendilerini gönüllü kurban
ettiler nedense, sinemacı olamayan epik
tiyatrocu Brecht dahil.
+
8.
Müzikal plan için, yine bir sanat filmi genç usta yönetmeni
olmuş olan (ve sonra feci kubura düşen) Kusturica’ın Çingeneler Zamanı’sı ve
bandoneon ustası Astor Piazzolla ve hatta onun müziğinin kullanıldığı, vasat-altı
bir yönetmen ama (koyunun bulunmadığı yerde keçi Abdurrahman Çelebi durumunda)
modern dans filmlerinde bir ustaya yakın pozisyondaki Carlos Saura yapımı
‘Tango’ var.
Bu durumda Carax, kendinden önce çok daha iyilerinin
yapıldığı örnekler arasında, berbat bir resmi geçit yapıyor gibi olmuş.
Vurgu: Carax, kesinlikle bir tür (janr) parodisi denememiş ama (deneyimsiz ve/ya belleksiz
seyirciye) pekala öyle de görünebilir.
+
9.
6. plan ve 60. dakika:
İşte ilginç bir moment:
Tam da Denis Lavant gerçek / kurmaca tipine / oyunculuğuna
uygun bir altplan: (Spoiler) 1 erkek, kendine benzeyen diğer 1 erkeği öldürür
ve maktul değil, katil ölmüş süsü /görüntüsü verir, sonra maktul canlanır,
katili öldürür ve onun yerine geçer: Oyun içinde oyun, ölüm içinde ölüm,
kurmaca içinde kurmaca, gerçek içinde gerçek, gerçek içinde kurmaca, kurmaca
içinde gerçek. Sinema insanı böyle yapıyor işte, feleğini şaşırtıyor: Ancak
bazı seyirciler, 1.000 film seyrinden sonra, bunu çoktan aştı ki Carax’nın
bilmediği epeyi şeyden biri de bu. Örneğin, ‘1 Nolu Katil / Ichi’de
maktul-katil önce ikilenir, sonra üçlendiği ima edilir. Keza, 1 Hong Kong
senaryosunda, profesyonel suikastçı / katil, cinayetleri / suikastleri öyle bir
mizansenler ki olay tümüyle kaza gibi görünür.
En önemli sinema derslerinden biri: Bir eleştirmen bir
yönetmene diyor ki: Ünlü / başarılı bir yönetmen olduktan sonra da dahil,
sürekli film izlemek gerekir, tersi durumda rakiplerin seni sollar ve sen hala
orijinal bir şeyler yaptığını sanırsın.
Carax’ya sinema dersi 1:
Film, aksiyonun / davranışın /edimin güzelliği değildir,
sinema görünmeyeni gösterir. Bu, önce yavaş ve hızlı çekimle oldu. Şimdilerde
olay tekniği aştı. Film durguyu gösterir (‘300’deki kahin kızın dansı gibi).
Ondan öteye geçince de, film var olmayanı gösterir, ister var olabilecek ve
olacak olan olsun (Oshii’nin ‘Ghost in the Shell 1-2’de yaptığı gibi), ister
asla var olamayacak olan olsun (Fassbinder’in ‘Berlin Alexandr Meydanı’nda
yaptığı gibi).
+
10.
7. plan:
Eh, dönüp dolaşıp geliyoruz kürkçü dükkanına, yani sinemanın
kürkçü dükkanı melodrama.
Eh, Carax yapa yapa, aynalarda ters olması gerekmeyen / ters
olmaması gereken yansımalarda yaparak, illüzyon
metaforuna sığınmış: Pek bayat, yavan, sığ, güdük, vd, vb.
Eh, tek bir odada geçen en az 10 İngiliz filmi, bunu çok çok
daha iyi yaptı önceden: Hem de tüm film boyunca.
Carax, 30 yılda şuna karar verememiş: Sahte mi, gerçek mi;
yanılsama mı, gerçek mi; kurmaca mı, gerçek mi?
Peki Kafka, ‘ya, ya da’ diyen Kierkegaard’a ne demiş?:
‘Seçim yoktur.’
Not: 7. Plan en uzun plandı sanırım.
+
11.
Bir ara nağme daha:
Sinema, modern dans ve tiyatronun ortak çoklamları şudur:
Yabancılaşarak özdeşleşme ile özdeşleşerek yabancılaşmanın
çapraz medyası.
Bunu da çapraz medya zaten kendiliğinden ve içkin olarak
çözer, tüm formlarıyla değil zaten; bu çoklamları da sözü geçen 3 sanat dalının
tüm altdalları ciddiye / kaale almıyor zaten.
(Teşekkür: Kastı ve attığı taşla vurduğu kuş aynı olmasa da,
bu bölümü bana yazdırdığı için, Carax’ya teşekkür ederim. Sonuçta, Oshii de
atmadığı taşla epeyi kuş vurdu, yani en taptığım filmlerin yönetmeni olarak.
+
12.
Kyle Monugue’nun Jean Seberg’e bu kadar benze(til)diğini hiç
ayırsamamıştım. Dolayısıyla bu filmin en azından bu bölümü, ‘Serseri Aşıklar’a ‘hommage’
olarak gidiyor.
Ek bilgi: O filmin kadın oyuncusu Seberg intihar etti ve
öldü ama erkek oyuncusu Jean-Paul Belmondo 70’inde çocuk yaptı, şu an 80’inin
geçti hala sağ.
İşte bu, yaşamın
kurmacayı geçmesidir.
+
13.
8. plan müzikal melodramdı. Sıkıcıydı, hem de çok.
Yeşilçam da, 50 yıl sonra yeniden seyircilerin ‘aman bir
ağladık bir ağladık, çok güzel filmdi’diye sosyal medyada beğenilerini
sundukları filmeler geri döndü. Armut dibine düşüyor sonuçta. Düşmeyenlere de
‘avangard’ deniyor ve avangard olmayan film, film olamıyor hala.
+
14.
9. ve son randevu:
Film icat olmadan önce de insanlar, gerçek sayılan
yaşamlarını, yani standart biyografilerini, bir piyesle ilkokul müsameresi
arası bir beceride oynuyorlardı. Sinemanın 100. yılından sonra da hala aynı
durumdalar: Avangard yaşamlara, yani astandart nekrografilere ‘marjinal’
diyoruz. Carax marjinal bir yaşamı hiç denedi mi bilmiyorum ama avangard
yönetmen olmayı epeyi kez denedi ama hep ıskaladı / ıskalamış gibi.
Son nokta:
1 filmi hala 200 kişi ile yapabilirsin veya artık 1 kişi ile
de yapabilirsin. 200 kişi ile yaparsan, bu filmde olduğu ve gülün adının konduğu gibi, ‘Holy Motor’
olursun; 1 kişi ile yaparsan, Otomo ve ‘Akira’ olursun. Carax, 200 kişinin
içinde debelenip debelenip boğulup gitmiş çoktan.
Film notu: 4,45 / 10. Kanaat notumu, sınıfı geçmesi için
kullanmıyorum.
+
15.
Öznellik notları:
Bu film, son 40 yılımdaki 20 sevgilim ve (çoğuna bir
zamanların tuhaf davranışı olacak bir biçimde, yüzlerce (toplamda 3 bin) sayfa
mektup yazdığım, (bir türlü dostum olamamış ve hiçbir geriye kalmamış) 20 kadın
arkadaşıma yönelik vicdan muhasebemi hızlandırdı ve sonuca çok yaklaştırdı: En
azından, kendime karşı adil ve kadirşinas olmaya karar verdim ama bu ‘önce can,
sonra canan’ durumu değil.
Bir potansiyel-şizofren olarak, bu filmin tartıştığı, zaman
içinde ileri geri gidip gelmeyi eyleyebiliyorum: 40 yaşımda 70 idim, 55 yaşımda
35’im. Sinemanın bunu ıskalaması çok tuhaf, çünkü ben bazı yaşamcıl kopyaları
filmlerden çektim, yani epeyi şeyi yaşamayı ve yaşamamayı filmlerden ve
yönetmenlerden öğrendim.
Bir gelecekbilimci olarak, olmuş olan ile olmamış ama
olabilirdi olan içinde, olabilirdi olanı, olmuş olandan daha somut, daha
gerçek, daha edimsel, daha eylemsel (aksionsal da aynı zamanda) olarak yaşadım
ve yaşattım da. O nedenle bir adım da, ‘başkalarının aşklarını yaşayan adam’
oldu: Sinemasal yönetmenlik de, tam da budur bence.
+
16.
Çıkış:
Uzun süredir, 1 film hakkında 10 A5 sayfası metin
yazmamıştım ama Carax 1987’den beridir, benim için her zaman iyi bir yönetmen
adayı oldu ve daha da önemlisi, onun sinemasal geleceğini hep merak ettim: Yani
Carax, hakkında yazılmayı hala hak ediyor.
Carax gibi, Trier gibi, sinemanın 1995-2015 arasında yaşadığı metamorfozda, Altın Kamera alan dahi /
başusta adayı genç ve parlak bir yönetmen iken, savrulup gidenlerin öyküsü
(örneğin bir zamanlar aynı yoldaki (sanat filmi yönetmeni olacağısı), ‘Fatih
Pelle’yi yapan Bille August’ünki gibi), eh yanıt belli: Seçim yoktur (burada
sanat filmi ile janr filmi arasında) ya da toplama kampı genelde bir seçim
değildir, ‘Ceza Sömürgesi’ni yazmış olsan bile.
Klip gibi, reklam gibi bayağı / banal popüler kültür
ürünleri türleri sanatlaşırken, sanat filmi gibi türlerin bayağılaşması /
banalleşmesi, tarihin ve kültürün feci bir ironisi bence. (Burada şu an, Carax’ın
reklam veya klip çekip çekmediğini bilmiyorum ama epeyi sanat filmi yönetmeni
eski gencin (Spike Lee gibi) reklam çektiğini ve (‘Hire’ parçasında olduğu
gibi) bunu sanat yaptığını biliyorum.)
Carax’nın az film çekmesini takdirle karşıladım hep ama
bunun onu epeyi hamlattığını da gördüm. Sanırım, henüz dinlendikçe tortuları dibe çökecek denli olgunlaşmamış.
Bir kez daha, filmi seyreden ve seyretmene (özellikle de
SİYAD tipi) alaturka eleştirmenlerin sinemadan, sanattan, yaşamdan, tarihten, kendisinden bihaberliğini, bir varlık
nedeni (‘raison d’etre’) olmayışını eğlenerek izliyorum.
Bir kez daha, Nuri Bilge Ceylan gibi, Derviş Zaim gibi,
sinemadan, sanattan, yaşamdan, tarihten, kendisinden
bihaberliğini, bir varlık nedeni (‘raison d’etre’) olmayan birilerinin,
habire ödüllendirilmesin de eğlenerek izliyorum. Sonuçta Batı, Doğu’nun sanatta
kendine rakip olmasını, kötü Doğu örneklerini ödüllendirerek engelliyor ki bunu
önce Latin Amerikalı yazarlara Nobel ödülü vererek 1960’larda yapmıştı: Eh, bir
yöntem 50 yıl işe yarıyorsa, eyvallah ama bu dejenereleştirme süreci, zaten
üçkağıdın (kültürel bürokrasinin) bilinen bir ‘trick’idir.
Bir kez daha, sayıları giderek azalsa da, seyredecek ve
hakkında yazacak bir film bulabilmenin (beyinsel) orgazmik hazzını yaşıyorum. Bu filmi seyretmeden ve hakkında
yazmadan önce, film hakkında yazma konusunda 10 noktada falan tıkanmıştım, şu
an ise 20 noktada falan açılmış / aşmış durumdayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder