Cuma, Kasım 07, 2014

‘Holy Motors’ İçin Facebook Monologları



1.
İlk 10 dakika için:
Gösterip veremiyor.
Filmin konusu ayyuka çıktığı için, konusunu filmi seyretmeden biliyordum.
Ön şerh: ‘Pola X’i seyrettiğimde, bunun Carax için sapa, ayaz ama bir daha denemeyeceği bir yol-su olduğunu düşünmüştüm, şimdilik haklı çıktım. Zaten oldukça seyrek film çekiyor. Ayrıca artık, yaşlı ve yaratıcılığı eksilmiş biri.
Ara şerh: Juliette Binoche ile çalıştığı 2 filmin, onu zirveye çıkardığı ama aynı zamanda onu bitirdiği örnekler olduğunu hissettim hep. Öyle de görünüyor hala. Denis Lavant ise ayrı bir konu: Pekala aralarında eşcinsel-platonik bir bağdan söz edilebilir ama (Klaus Kinski – Werner Herzog arasındaki gibi) yaratıcı bir bağdan hayır.
Hele hele, ‘Cennet Sineması’ türünden bir jenerik / girizgah yapması, filmi kompelat ofsayta düşürmüş baştan.
Ancak konu muazzam: Sinema, en genç sanat adayı iken, kendisi hakkında düşünebilen, hissedebilen ve oto-kritik film / eser yapabilen en güçlü sanat dalı oldu. 30 yıldır hala da öyle.
+
2.
İlk 25 dakika:
9 randevunun ilk 2’si hiç yaratıcı değildi. Özellikle de birinci olan, dilenci kadın bölümü berbattı.
Sanal aksiyon ön planı, 2000’lerin dünyasına 1980’lerin Carax’sının bakış açısı gibi olmuş.
Deri  giysi yerine, tayt olmalıymış. Bu da, 1960’lar gibi olmuş.
Sanal sevişme planı, bana nedense Binoche’u anımsattı.
Sevişme aksiyonu ise, kamasutra ötesi bir zorlama içermiş. Yine de hatunu takdir etmek gerek, cimnastik ötesi idi.
Carax, 2. planı yapmadan önce, ‘digital alien hentai’ seyretmeliymiş. İnternette bol miktarda var.
+
3.
3. plan:
Carax, kastı aşan taammüd yapmış: Arbus’a yaptığının kendisine yapılmasını hazmedebileceğini hiç mi hiç sanmıyorum. Sanatı için yaşamını silen birine bu yapılmamalıydı bence.
+
4. Ara Nağme: Kültürel Semantik + Kültürel Sözlük: Sinema
Genelde sözlüklerin tarihi vardır ama bu yazılmaz nedense. Nicel olarak kaç sözcüğün, sözlüğün farklı basımlarına girip çıktığı listelenir ama aynı sözcüğün değişen / kayan anlamlarının listesi ve çaıklaması pek yapılmaz. Bu bir.
Herhangi bir yeranda, diyelim İstanbul 2014 Kasım 5’te, diyelim ‘ezik’ sözcüğünün birden çok anlamı olabilr / vardır ama bunun haritalanması da yapılmaz ki bu kültürel ve altkültürel sözlük anlamına gelir. Bu iki.
Bir halıyı ele alalım: Halıyı oluşturan farklı renkteki liflerle onların oluşturduğu desenler / örüntüler birbirinden oludkça farklı şeylerdir ve kültürel semantik her ikisini de çalışır ama sonul görüngü olarak desenleri daha çok çalışır. Bu üç.
Bunu bir filmin eleştirisine bağlarsak: Sinema tarihinin tüm geçmişiyle ve o andaki momentiyle oluşturduğu renkli lifler, yönetmenin kendi film rertrospektifi içinde oluşturduğu renkli lifler, bunların sinema semantikleri açısından taşıdığı örüntüler birbirinden çok farklıdır. Eğer gerçek bir kültüroloji ile uğraşıyorsak, hepsini birden ama ayrı ayrı / tek tek çalışırız. Bu dört.
Bu durumda Leo Carax’nın ‘Holy Motors’unu, sinema hakkında düşünen bir film olarak eleştireceksek, bu filmi plan plan diğer film planlarıyla / episodlarıyla karşılaştırabiliriz, onu sinema tarihi içine yerleştirebiliriz, onu Carax filmleri spektrografisine yerleştirebiliriz ve artı en son da bunun (eğer mümkünse) gelecekbiliminin vektörlerini (örneğin sinema sanatında yapılmamışı yapmışsa, onların potansiyel kullanımlarını) tartışırız. Bu beş.
Bunu yaparken, filmimn % 90’u çöpe gidecektir, çünkü kültürel ürünlerin tamamına yakınının ancak % 1-5’i göstergesel olarak anlamlıdır, gerisi yineleme ve saçmalıktır. Bu altı.
İşte burada, bu filmin 3. Planında, Carax’nın Arbus’a yaptığı sanatçı-meslektaş ihanetini, kendisinin uğradığı ihanetlere karşı (özellikle de Binoche’un ona karşıki varsayımsal ihanetine karşı) dejenere bir duygusal tepki olarak yorumlayabiliriz. Bu yedi.
Dipnot: Buraya kadarki bölüm, filmin ilk 40 dakikasının bitimine dekki izlenimlerle yazıldı.
+
5.
41:08:
Çok çok ilginç: 1 filmin içinde 1 tablo anı = Caravaggio-Velasquez kırması bir ressam, sanal bir ressam gibi Carax. Jerek Darman’ın ‘Caravaggio’su ile, Peter Greenaway’in ‘Draughtsman’s Contract’ arası bir yerde durmuş oluyor Carax böylelikle de, kendisi şu ana dek hiçbir biçimde bu yönde bir imleç veya izlek koymadı ki.
Daha da ilginç: Kesinlikle öyle olmadığını bile bile, ‘Triton’daki çok güzel bir kızın, çok çok çirkin bir erkek ile ilişkisizliğin ilişkisi gibi bir durumu seçmesi gbii bir durumsuzluk aklıma geldi ki Carax, bu yönde de hiçbir imleç veya izlek koymadı. Tam tersine, romarntik aşk, aşk için ölüm falan gibi, oldukça geyik bir çizgide seyretti.
Şerh: ‘Pola X’te bir kadın-erkek çıkmazı imlemişti.
Yani Carax, sapa sularda yitmiş ve yalnızca duygusal kalediyoskop renkler ile oynamış. (Bunun epeyi seyirci için yeterli olacağını biliyorum ama değil.)
+
6.
4. plan başlangıcında, Trier’ın ‘5 Engel’i geldi aklıma. O film için, filmde oynayan oyuncu-yönetmenin, ‘bu film, film yapma hakkında bir belgesel’ deyişini ve Trier’ın hiç belgesel yapmadığını ama Werner Herzog’un Klaus Kinski deneyiminden sonra, epeyi bir belgesel sularına yelken açtığını anımsadım.
Ki bu, meta-sinemaya, meta-anlatıya ve hiper-tekste açılan kapılar demek oldu.
Ki Carax için bu konular, çook geeç oldu.
+
7.
50. dakika ve 5. plan çok sıkıcı idi.
Planların birbirine geçişlenmesi, bağlanması ve/ya koparılması çok ilgisiz olmakta.
Trier, buna ilginç bir özüm getirmişti: ‘Krallık’ta farklı çekimli planları kısa atlamalı biçimde üstüste bindirmişti.
Trier ve Carax’yı aynı söylem düzleminde irdelememizin temel nedeni, 1984 ertesindeki kısa bir AB sanat filmi yönetmeni genç ustalar kuşağında ikisinin de yer almasıydı. Trier, Holywood’da ‘Karanlıkta Dans’ saçmalığını geveledi. Holywood, Einstein’dan beridir tüm sanat filmi yönetmenlerinin yamyamı oldu ama onlar da kendi kendilerini gönüllü kurban ettiler nedense, sinemacı olamayan epik tiyatrocu Brecht dahil.
+
8.
Müzikal plan için, yine bir sanat filmi genç usta yönetmeni olmuş olan (ve sonra feci kubura düşen) Kusturica’ın Çingeneler Zamanı’sı ve bandoneon ustası Astor Piazzolla ve hatta onun müziğinin kullanıldığı, vasat-altı bir yönetmen ama (koyunun bulunmadığı yerde keçi Abdurrahman Çelebi durumunda) modern dans filmlerinde bir ustaya yakın pozisyondaki Carlos Saura yapımı ‘Tango’ var.
Bu durumda Carax, kendinden önce çok daha iyilerinin yapıldığı örnekler arasında, berbat bir resmi geçit yapıyor gibi olmuş.
Vurgu: Carax, kesinlikle bir tür (janr) parodisi denememiş ama (deneyimsiz ve/ya belleksiz seyirciye) pekala öyle de görünebilir.
+
9.
6. plan ve 60. dakika:
İşte ilginç bir moment:
Tam da Denis Lavant gerçek / kurmaca tipine / oyunculuğuna uygun bir altplan: (Spoiler) 1 erkek, kendine benzeyen diğer 1 erkeği öldürür ve maktul değil, katil ölmüş süsü /görüntüsü verir, sonra maktul canlanır, katili öldürür ve onun yerine geçer: Oyun içinde oyun, ölüm içinde ölüm, kurmaca içinde kurmaca, gerçek içinde gerçek, gerçek içinde kurmaca, kurmaca içinde gerçek. Sinema insanı böyle yapıyor işte, feleğini şaşırtıyor: Ancak bazı seyirciler, 1.000 film seyrinden sonra, bunu çoktan aştı ki Carax’nın bilmediği epeyi şeyden biri de bu. Örneğin, ‘1 Nolu Katil / Ichi’de maktul-katil önce ikilenir, sonra üçlendiği ima edilir. Keza, 1 Hong Kong senaryosunda, profesyonel suikastçı / katil, cinayetleri / suikastleri öyle bir mizansenler ki olay tümüyle kaza gibi görünür.
En önemli sinema derslerinden biri: Bir eleştirmen bir yönetmene diyor ki: Ünlü / başarılı bir yönetmen olduktan sonra da dahil, sürekli film izlemek gerekir, tersi durumda rakiplerin seni sollar ve sen hala orijinal bir şeyler yaptığını sanırsın.
Carax’ya sinema dersi 1:
Film, aksiyonun / davranışın /edimin güzelliği değildir, sinema görünmeyeni gösterir. Bu, önce yavaş ve hızlı çekimle oldu. Şimdilerde olay tekniği aştı. Film durguyu gösterir (‘300’deki kahin kızın dansı gibi). Ondan öteye geçince de, film var olmayanı gösterir, ister var olabilecek ve olacak olan olsun (Oshii’nin ‘Ghost in the Shell 1-2’de yaptığı gibi), ister asla var olamayacak olan olsun (Fassbinder’in ‘Berlin Alexandr Meydanı’nda yaptığı gibi).
+
10.
7. plan:
Eh, dönüp dolaşıp geliyoruz kürkçü dükkanına, yani sinemanın kürkçü dükkanı melodrama.
Eh, Carax yapa yapa, aynalarda ters olması gerekmeyen / ters olmaması gereken yansımalarda yaparak, illüzyon metaforuna sığınmış: Pek bayat, yavan, sığ, güdük, vd, vb.
Eh, tek bir odada geçen en az 10 İngiliz filmi, bunu çok çok daha iyi yaptı önceden: Hem de tüm film boyunca.
Carax, 30 yılda şuna karar verememiş: Sahte mi, gerçek mi; yanılsama mı, gerçek mi; kurmaca mı, gerçek mi?
Peki Kafka, ‘ya, ya da’ diyen Kierkegaard’a ne demiş?:
‘Seçim yoktur.’
Not: 7. Plan en uzun plandı sanırım.
+
 11.
Bir ara nağme daha:
Sinema, modern dans ve tiyatronun ortak çoklamları şudur:
Yabancılaşarak özdeşleşme ile özdeşleşerek yabancılaşmanın çapraz medyası.
Bunu da çapraz medya zaten kendiliğinden ve içkin olarak çözer, tüm formlarıyla değil zaten; bu çoklamları da sözü geçen 3 sanat dalının tüm altdalları ciddiye / kaale almıyor zaten.
(Teşekkür: Kastı ve attığı taşla vurduğu kuş aynı olmasa da, bu bölümü bana yazdırdığı için, Carax’ya teşekkür ederim. Sonuçta, Oshii de atmadığı taşla epeyi kuş vurdu, yani en taptığım filmlerin yönetmeni olarak.
+
 12.
Kyle Monugue’nun Jean Seberg’e bu kadar benze(til)diğini hiç ayırsamamıştım. Dolayısıyla bu filmin en azından bu bölümü, ‘Serseri Aşıklar’a ‘hommage’ olarak gidiyor.
Ek bilgi: O filmin kadın oyuncusu Seberg intihar etti ve öldü ama erkek oyuncusu Jean-Paul Belmondo 70’inde çocuk yaptı, şu an 80’inin geçti hala sağ.
İşte bu, yaşamın kurmacayı geçmesidir.
+
13.
8. plan müzikal melodramdı. Sıkıcıydı, hem de çok.
Yeşilçam da, 50 yıl sonra yeniden seyircilerin ‘aman bir ağladık bir ağladık, çok güzel filmdi’diye sosyal medyada beğenilerini sundukları filmeler geri döndü. Armut dibine düşüyor sonuçta. Düşmeyenlere de ‘avangard’ deniyor ve avangard olmayan film, film olamıyor hala.
+
14.
9. ve son randevu:
Film icat olmadan önce de insanlar, gerçek sayılan yaşamlarını, yani standart biyografilerini, bir piyesle ilkokul müsameresi arası bir beceride oynuyorlardı. Sinemanın 100. yılından sonra da hala aynı durumdalar: Avangard yaşamlara, yani astandart nekrografilere ‘marjinal’ diyoruz. Carax marjinal bir yaşamı hiç denedi mi bilmiyorum ama avangard yönetmen olmayı epeyi kez denedi ama hep ıskaladı / ıskalamış gibi.
Son nokta:
1 filmi hala 200 kişi ile yapabilirsin veya artık 1 kişi ile de yapabilirsin. 200 kişi ile yaparsan, bu filmde olduğu ve gülün adının konduğu gibi, ‘Holy Motor’ olursun; 1 kişi ile yaparsan, Otomo ve ‘Akira’ olursun. Carax, 200 kişinin içinde debelenip debelenip boğulup gitmiş çoktan.
Film notu: 4,45 / 10. Kanaat notumu, sınıfı geçmesi için kullanmıyorum.
+
15.
Öznellik notları:
Bu film, son 40 yılımdaki 20 sevgilim ve (çoğuna bir zamanların tuhaf davranışı olacak bir biçimde, yüzlerce (toplamda 3 bin) sayfa mektup yazdığım, (bir türlü dostum olamamış ve hiçbir geriye kalmamış) 20 kadın arkadaşıma yönelik vicdan muhasebemi hızlandırdı ve sonuca çok yaklaştırdı: En azından, kendime karşı adil ve kadirşinas olmaya karar verdim ama bu ‘önce can, sonra canan’ durumu değil.
Bir potansiyel-şizofren olarak, bu filmin tartıştığı, zaman içinde ileri geri gidip gelmeyi eyleyebiliyorum: 40 yaşımda 70 idim, 55 yaşımda 35’im. Sinemanın bunu ıskalaması çok tuhaf, çünkü ben bazı yaşamcıl kopyaları filmlerden çektim, yani epeyi şeyi yaşamayı ve yaşamamayı filmlerden ve yönetmenlerden öğrendim.
Bir gelecekbilimci olarak, olmuş olan ile olmamış ama olabilirdi olan içinde, olabilirdi olanı, olmuş olandan daha somut, daha gerçek, daha edimsel, daha eylemsel (aksionsal da aynı zamanda) olarak yaşadım ve yaşattım da. O nedenle bir adım da, ‘başkalarının aşklarını yaşayan adam’ oldu: Sinemasal yönetmenlik de, tam da budur bence.
+
 16.
Çıkış:
Uzun süredir, 1 film hakkında 10 A5 sayfası metin yazmamıştım ama Carax 1987’den beridir, benim için her zaman iyi bir yönetmen adayı oldu ve daha da önemlisi, onun sinemasal geleceğini hep merak ettim: Yani Carax, hakkında yazılmayı hala hak ediyor.
Carax gibi, Trier gibi, sinemanın 1995-2015 arasında yaşadığı  metamorfozda, Altın Kamera alan dahi / başusta adayı genç ve parlak bir yönetmen iken, savrulup gidenlerin öyküsü (örneğin bir zamanlar aynı yoldaki (sanat filmi yönetmeni olacağısı), ‘Fatih Pelle’yi yapan Bille August’ünki gibi), eh yanıt belli: Seçim yoktur (burada sanat filmi ile janr filmi arasında) ya da toplama kampı genelde bir seçim değildir, ‘Ceza Sömürgesi’ni yazmış olsan bile.
Klip gibi, reklam gibi bayağı / banal popüler kültür ürünleri türleri sanatlaşırken, sanat filmi gibi türlerin bayağılaşması / banalleşmesi, tarihin ve kültürün feci bir ironisi bence. (Burada şu an, Carax’ın reklam veya klip çekip çekmediğini bilmiyorum ama epeyi sanat filmi yönetmeni eski gencin (Spike Lee gibi) reklam çektiğini ve (‘Hire’ parçasında olduğu gibi) bunu sanat yaptığını biliyorum.)
Carax’nın az film çekmesini takdirle karşıladım hep ama bunun onu epeyi hamlattığını da gördüm. Sanırım, henüz dinlendikçe tortuları dibe çökecek denli olgunlaşmamış.
Bir kez daha, filmi seyreden ve seyretmene (özellikle de SİYAD tipi) alaturka eleştirmenlerin sinemadan, sanattan, yaşamdan, tarihten, kendisinden bihaberliğini, bir varlık nedeni (‘raison d’etre’) olmayışını eğlenerek izliyorum.
Bir kez daha, Nuri Bilge Ceylan gibi, Derviş Zaim gibi, sinemadan, sanattan, yaşamdan, tarihten, kendisinden bihaberliğini, bir varlık nedeni (‘raison d’etre’) olmayan birilerinin, habire ödüllendirilmesin de eğlenerek izliyorum. Sonuçta Batı, Doğu’nun sanatta kendine rakip olmasını, kötü Doğu örneklerini ödüllendirerek engelliyor ki bunu önce Latin Amerikalı yazarlara Nobel ödülü vererek 1960’larda yapmıştı: Eh, bir yöntem 50 yıl işe yarıyorsa, eyvallah ama bu dejenereleştirme süreci, zaten üçkağıdın (kültürel bürokrasinin) bilinen bir ‘trick’idir.

Bir kez daha, sayıları giderek azalsa da, seyredecek ve hakkında yazacak bir film bulabilmenin (beyinsel) orgazmik hazzını yaşıyorum. Bu filmi seyretmeden ve hakkında yazmadan önce, film hakkında yazma konusunda 10 noktada falan tıkanmıştım, şu an ise 20 noktada falan açılmış / aşmış durumdayım.

Hiç yorum yok: