Hannah
Arendt, ‘Kötülüğün Sıradanlığı’ olarak çevrilen ama adı aslen bu anlama (bayağılık)
gelen kitabında, sınırlı-sonlu bir kavramaya varır. Gördüğü, sonradan
doğrulanan bir biçimde, Naziler’in Museviler’e zulüm etmesinde, Museviler’in
değil engellemesi, katkısı olmasıdır. Ona göre, bayağı olan budur ve o zaman
kötünün kötülük etmesi, sıradan bir şey olur çıkar.
Ancak
kendisi, soyutlama derecesini hiç ilerletmez. İsrail devletinin yaptığı ve
toplama kampını aşan eziyetleri yazmaz. Asıl önemlisi, Golda Meir’in Oriana Fallaci’ye
belirttiği üzere, Museviler’in Museviler’i bir Musevi ülkesinde fahişe yapması
ve satması da vardır ek olarak.
Peki,
soyutlama derecesini biz ilerletelim o zaman:
Banalin
karşıtı nedir?
Elit
(seçkin) mi?
Elegans
mı, aristokrat mı?
Hepsi
veya hiçbiri.
Bizim
ilgimizi çeken konu; kötünün iyi, doğru ve/ya güzel olabileceğinin sanatta
ayırdına varılması ve bunun ilk çizgiromanda gösterilmesidir. Bu, erken
1990’lardadır.
Bunun
1980’deki Dallas / Jr ile koşutluğu yoktur ve o daha önce gelmiştir.
Devamında
bizi ilgilendiren, bu ‘iyi-doğru-güzel
kötü’nün, ölen ve (kendini ve başkalarını) öldüren bir kültürün biricik
panzehiri olabileceğidir ki bunu bi biçimde Birleşik Almanya faşizmini daha
gerçekleşmeden öngören Fassbinder de bir biçimde yapmıştır gibi.
Şerh.
Kötü, aslen ve (t)özde psikopattır ama bu iyi-doğru-güzel kötü’ –pati’den muaftır.
Çünkü, insandan muaftır. -pati’sel kötülük, insanın insana yaptığıyla ilgilenir
ama iyi-doğru-güzel kötü, insan-değil’e eksodusla ilgilenir.
Artı bu
süreç, form, içerik ve biçim-içerik praksisi olarak tümele, ancak 2015-2016
gibi ulaştırılabilmiştir. 25 yılda yani.
Uzun da
değil, kısa da.
Aynı
sürede von Trotta, Rosa ve Hannah ile aç-kapa ayraç ve ayraçiçi olarak da
(x-von) Trier, Avrupa ile aynı yolu yürümüştür ama sinemada.
von
Trotta’nın bu kadınsı kadın anlatıcılığını
tam açımlayabilmek beni aşıyor gerçekten. Kadın üstelik gerçekten aristokrat
bir Alman, Trier gibi sonradan olma özenti değil.
Şerh:
Eğer, doğruyu söylemek gerekiyorsa, nasıl ki şövalye-erkek hiç ilgimi
çekmediyse, kahraman-kadın da hiç ilgimi çekmedi öyküleştirme olarak. Beni
belgesellik ilgilendirdi, yani anlatılanların doğru ve geçerli olması. Yoksa,
Rosa Luxemburg’u ve Leni Rifenstahl’ı ve taa epeyi sonradan da von Trotta’yı
kompleta bir bütün sayanlardanım. Birini diğerinden yalıtamazsınız. Hepsi Alman
kadını bütünüdür ve hesap tamamdır. Madam Curie’nin tamamlayıcı Fransız kadını
yoktur örneğin. Anna Delbee öyle bir kadın değildir çünkü.
Yani:
Hristiyan
mitinden hareketle şeytani kötü, iyinin, doğrunun güzelin tamamlayıcısı ve
bütünleyicisidir. Sorun; ne zaman, nerede, nasıl devreye girip çıktığıdır.
(11 Ocak 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder