Cuma, Ocak 13, 2017

Şeytani Kötülüğün Banalitesi

Hannah Arendt, ‘Kötülüğün Sıradanlığı’ olarak çevrilen ama adı aslen bu anlama (bayağılık) gelen kitabında, sınırlı-sonlu bir kavramaya varır. Gördüğü, sonradan doğrulanan bir biçimde, Naziler’in Museviler’e zulüm etmesinde, Museviler’in değil engellemesi, katkısı olmasıdır. Ona göre, bayağı olan budur ve o zaman kötünün kötülük etmesi, sıradan bir şey olur çıkar.
Ancak kendisi, soyutlama derecesini hiç ilerletmez. İsrail devletinin yaptığı ve toplama kampını aşan eziyetleri yazmaz. Asıl önemlisi, Golda Meir’in Oriana Fallaci’ye belirttiği üzere, Museviler’in Museviler’i bir Musevi ülkesinde fahişe yapması ve satması da vardır ek olarak.
Peki, soyutlama derecesini biz ilerletelim o zaman:
Banalin karşıtı nedir?
Elit (seçkin) mi?
Elegans mı, aristokrat mı?
Hepsi veya hiçbiri.
Bizim ilgimizi çeken konu; kötünün iyi, doğru ve/ya güzel olabileceğinin sanatta ayırdına varılması ve bunun ilk çizgiromanda gösterilmesidir. Bu, erken 1990’lardadır.
Bunun 1980’deki Dallas / Jr ile koşutluğu yoktur ve o daha önce gelmiştir.
Devamında bizi ilgilendiren, bu ‘iyi-doğru-güzel kötü’nün, ölen ve (kendini ve başkalarını) öldüren bir kültürün biricik panzehiri olabileceğidir ki bunu bi biçimde Birleşik Almanya faşizmini daha gerçekleşmeden öngören Fassbinder de bir biçimde yapmıştır gibi.
Şerh. Kötü, aslen ve (t)özde psikopattır ama bu iyi-doğru-güzel kötü’ –pati’den muaftır. Çünkü, insandan muaftır. -pati’sel kötülük, insanın insana yaptığıyla ilgilenir ama iyi-doğru-güzel kötü, insan-değil’e eksodusla ilgilenir.
Artı bu süreç, form, içerik ve biçim-içerik praksisi olarak tümele, ancak 2015-2016 gibi ulaştırılabilmiştir. 25 yılda yani.
Uzun da değil, kısa da.
Aynı sürede von Trotta, Rosa ve Hannah ile aç-kapa ayraç ve ayraçiçi olarak da (x-von) Trier, Avrupa ile aynı yolu yürümüştür ama sinemada.
von Trotta’nın bu kadınsı kadın anlatıcılığını tam açımlayabilmek beni aşıyor gerçekten. Kadın üstelik gerçekten aristokrat bir Alman, Trier gibi sonradan olma özenti değil.
Şerh: Eğer, doğruyu söylemek gerekiyorsa, nasıl ki şövalye-erkek hiç ilgimi çekmediyse, kahraman-kadın da hiç ilgimi çekmedi öyküleştirme olarak. Beni belgesellik ilgilendirdi, yani anlatılanların doğru ve geçerli olması. Yoksa, Rosa Luxemburg’u ve Leni Rifenstahl’ı ve taa epeyi sonradan da von Trotta’yı kompleta bir bütün sayanlardanım. Birini diğerinden yalıtamazsınız. Hepsi Alman kadını bütünüdür ve hesap tamamdır. Madam Curie’nin tamamlayıcı Fransız kadını yoktur örneğin. Anna Delbee öyle bir kadın değildir çünkü.
Yani:
Hristiyan mitinden hareketle şeytani kötü, iyinin, doğrunun güzelin tamamlayıcısı ve bütünleyicisidir. Sorun; ne zaman, nerede, nasıl devreye girip çıktığıdır.
(11 Ocak 2017)

Hiç yorum yok: