1.
Bugün
çöpten bir tablo buldum. Herhalde çöpe tablo atılan tek ülke Türkiye’dir. Atlı
ve hatlı bir tablo. 20-30 liraya satarım, 1,5-2,5 şişe şarap içerim.
+
2.
Tellibağ
bitti, Migros Galata Kuledibi, bu kezinde Kilim verdi. Yine 14 (13,90) lira.
Kırmızı turp ile kırmızı şarap. Panayot’un eski halinde de öyleydi, bir de
haşlanmış patates ve çok koyu kıvamlı bir fava vardı 1993 gibi.
Pırasa
ile rakı, Arnavut ciğeri ile nane likörü inanmazlığımdan sonra, bizzat kendim kırmızı
turp ile kırmızı şaraba vardım. İnanılmaz gerçekten.
Ahmet
Mithat, siyah zeytin ve/ya poğaça ile rakı içeni anlatır anılarında. Bu da o
hesap.
Haa,
rakı ile kola gitmiyor, o kesin. Bunu yapan bir Alman idi. 1982 zaman idi,
Büyükada Su Sporları Klübü mekan idi. Bendeniz barmen idim. Adam resmen bara kafayı
vurdu ve sızdı.
+
3.
Bu akşam
bir kitapçıda, bana çok içtiğimi söyleyen 2 kişinin biri, rakıdan diğeri
kırmızı şaraptan kıpkırmızı idiler. Ürtiker veya zona. Zamanında ben de
olduydum.
Biri
bana, eski adı Apollo, yeni adı Ottoman olan, Pangaltı Işıklar’daki tekel
bayiinde satılan, 1,5 litresi 19 liralık kırmızı şarabın yerini tarif etti.
Öğrenmiş oldum.
Ben de
onlara, eski Şişli Site Sineması arkasındaki, açık Tekirdağ Mürefte şarabı
satan, ‘Mantı’ adlı yerden söz ettim. Onlar da onu anımsamadı. Herkesin ucuzcu
şarapçısı kendine yani.
Bütün
bunlar olurken, yanımızda 80 yaşını aşkın en eski efemeracı abimiz de vardı.
Bizi iç çekerek dinledi ve gülümsedi. İşte, ben de o gülümseme noktasına doğru
tam gaz gidiyorum.
+
4.
Bu
akşam, bana 2 küsur yıldır bedava milleriyle İzmir uçak bileti sağlamayan 2
paralı kişiye, göçmen (immigrant) ile mülteci (refugee) arasındaki ayrımı
anlattım. Anlamadılar, çünkü dinlemediler. Biri doların 7 lira olmasını
umuyordu, diğer ikimiz ise 5 maksimum 2017 sonu, dedik. Birinin oğlu ABD’ye
gidecek, birinin oğlu yeni ABD’de doğdu ve benim hala bir pasaportum bile yok.
Buradaki fark bu: Onlar yaşama güzel yalan ile bakıyor, ben yaşama çirkin
gerçek ile bakıyorum.
Bu dolar
artışı keriz silkelemesini, 1995’te bir borsacı da benim üzerimde denemişti.
Kendileri pahalıya aldılar, zararı çıkarmaya debeleniyorlar. O zaman da
kerizlemeyi yememiştim, şimdi de yemem. Komik ama çok yaşasın BÜ işletme
eğitimim.
+
5.
Biri
bana, bu gece için 50 lira şarap parası verdi, tiko para. İnanılmaz ama gerçek.
Rakı sofrasında daha çoğunu, 2 gece önce (140 lira gibi) yine benim için ödediler
zaten ama bu yalnızca içeyim diye verilen bir para. Tenbih etti, pahalı şarap
almam için ama ben yine gidip, 14 liralık şarap aldım, çünkü o parayla 3 kere
içeceğim, 1 kere değil.
+
6.
Bana
kötü davranmamaları için, son 1-2 ayda 5 kişinin manen ağzını burnunu dağıttım,
gerekirse bunu bedenen de yapacağım, Bayazıt’ta yaptıydım zaten. Bunun
gerekmesi ayıp ama benim bunu yapmam ayıp değil. Hepsi de, dediğimi yaptılar.
Nasıl ama? Deveye diken, insana siken.
+
7.
2 kere anlaşmazlık
yaşadığımız, zorun zoru bir esnafa bu akşam, 2 kere 20’şer, yani toplam 40
liralık satış yaptım ve feleğim şaştı resmen.
Aklıma,
Mario Puzo’nun Aptallar (Erken) Ölür’ romanı geldi ama ben oradaki aptal
değilim çok şükür.
+
8.
Yine bir
esnaf, bana insanların günde 1 öğün için yemek ısmarlayıp, bunu haftanın geri
kalan 20 öğününde o insanın kafasına kakmanın günah olduğunu anlattı. Bana
yapılan, tam da bu. Resmen 10 lirayla tüm ömrü(mü) satın almaya çabalıyorlar,
bunu yaptılar da, birden çok kişi, cenazem varken bile.
Ancak
sorun, bunun evsiz tarafından evsize de yapılması. Ben kimseyi siklemem ki. Ama
diğer evsiz ne yapsın? O herkese gebe kalabilir, umudu kalmamış veya
bırakılmamış, herkese umut bağlayabilir. Ben kimseye umut bağlamam. Eksodusum da
bu zaten: Allah’ı, babayı, devleti, öğretmeni, parayı takmamak. Öleceksem
ölmek. Sağ kalacaksam, kalmak. Hep sağ kaldım, şans eseri.
+
9.
Dilerim,
bugünkü Prednol’ler beni sabah erken uyandırabilir, çünkü Dolapdere’ye
gidilecek hava var.
+
10.
Krizin
insanları feci aptallaştırdığını gördüm.
Bir
insan dolardan arbitrajla para kazanırken, aynı sürede 30 yıllık bir borsacı 20
bin lira içeri girmiş. Ona gülünce ve öbür kazanını anlatınca, çok kızdı. Oysa
ben alay etmiyordum, ona yeni bir yol gösteriyordum: Ayın 27’sinde Fitch
açıklaması ve yine arbitraj olanağı var çünkü. Onu göremiyor, çünkü ona
bakmıyor bile.
Kriz ve
felaket (yönetimi) bu işte:
Yıllar
önce bir trafik uzmanı şöyle demişti radyoda:
Başkaları
için felaket olan şey, bizim için istatistik, çünkü aynı yerde, yılın aynı
zamanda kaç kişinin öleceğini baştan biliyoruz. Önlemleri alsak da, almasak da
ölüyorlar.
+
11.
Kierkegaard’ın
‘ya, ya da’sı ile Kafka’nın ‘seçim yoktur’u durumunun, ‘göçmen ya da mülteci’
ve ‘seçim yoktur’ durumu olduğunu, bana 2 küsur yıldır, İzmir’e ‘bedava mil’li
uçak bileti veremeyen 2 kişiye anlatamadım.
Ne
cümleydi ama.
+
12.
Ne
akşammış be.
+
13.
Dönüp
dolaşıp aynı terane:
Fassbinder
haklı ve geçerli imiş, onu aştığım 1995’te de, yolumu yitirdiğim ama eksodusumu
da yakaladığım 2017’de de.
Ancak o
nedense, Birleşik Almanya’nın faşizmini red ederken, ben Birleşik Türkiye’nin
emperyalizmini ve faşizmini reddetmiyorum, katılmıyorum da, ayrı konu. Tam
tersine, onu yapacak 2 odak tarafından cezalandırılıp, onu yapıyorum.
Vee,
hala sağ kalıyorum.
Artı
değerim, bu olmuş oluyor benim.
Bir boka
yaramayabilir, ayrı konu.
Şerh:
Fassbinder’in
ölümünden sonra yapılan belgeselde, onu mezara götürenlerin, onu ağlayarak
anmaları geyiğini de unutmamam gerekli ama bu, ‘Türkiye’de adamı asarlar ve
arkasından ağlarlar’ durumu değil, ‘la bizim şavalak, feci haklıymış, te be
yav’ durumu.
Çünkü,
Fassbinder’i de küçümsediler ve yok saydılar, beni de öyle yaptılar ve
yapıyorlar. Yoksa, herkes eksodus arıyor ama bakmıyor ki görsün veya oturduğu
sandalyeden kalkıp onu da kaldırsın.
Veya:
Herkes, yaşamla pazarlık
yapıyor ve kuburda / kabirde vaat bekliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder