Cumartesi, Ocak 21, 2017

Anekdotlar

1.
Bugün çöpten bir tablo buldum. Herhalde çöpe tablo atılan tek ülke Türkiye’dir. Atlı ve hatlı bir tablo. 20-30 liraya satarım, 1,5-2,5 şişe şarap içerim.
+
2.
Tellibağ bitti, Migros Galata Kuledibi, bu kezinde Kilim verdi. Yine 14 (13,90) lira. Kırmızı turp ile kırmızı şarap. Panayot’un eski halinde de öyleydi, bir de haşlanmış patates ve çok koyu kıvamlı bir fava vardı 1993 gibi.
Pırasa ile rakı, Arnavut ciğeri ile nane likörü inanmazlığımdan sonra, bizzat kendim kırmızı turp ile kırmızı şaraba vardım. İnanılmaz gerçekten.
Ahmet Mithat, siyah zeytin ve/ya poğaça ile rakı içeni anlatır anılarında. Bu da o hesap.
Haa, rakı ile kola gitmiyor, o kesin. Bunu yapan bir Alman idi. 1982 zaman idi, Büyükada Su Sporları Klübü mekan idi. Bendeniz barmen idim. Adam resmen bara kafayı vurdu ve sızdı.
+
3.
Bu akşam bir kitapçıda, bana çok içtiğimi söyleyen 2 kişinin biri, rakıdan diğeri kırmızı şaraptan kıpkırmızı idiler. Ürtiker veya zona. Zamanında ben de olduydum.
Biri bana, eski adı Apollo, yeni adı Ottoman olan, Pangaltı Işıklar’daki tekel bayiinde satılan, 1,5 litresi 19 liralık kırmızı şarabın yerini tarif etti. Öğrenmiş oldum.
Ben de onlara, eski Şişli Site Sineması arkasındaki, açık Tekirdağ Mürefte şarabı satan, ‘Mantı’ adlı yerden söz ettim. Onlar da onu anımsamadı. Herkesin ucuzcu şarapçısı kendine yani.
Bütün bunlar olurken, yanımızda 80 yaşını aşkın en eski efemeracı abimiz de vardı. Bizi iç çekerek dinledi ve gülümsedi. İşte, ben de o gülümseme noktasına doğru tam gaz gidiyorum.
+
4.
Bu akşam, bana 2 küsur yıldır bedava milleriyle İzmir uçak bileti sağlamayan 2 paralı kişiye, göçmen (immigrant) ile mülteci (refugee) arasındaki ayrımı anlattım. Anlamadılar, çünkü dinlemediler. Biri doların 7 lira olmasını umuyordu, diğer ikimiz ise 5 maksimum 2017 sonu, dedik. Birinin oğlu ABD’ye gidecek, birinin oğlu yeni ABD’de doğdu ve benim hala bir pasaportum bile yok. Buradaki fark bu: Onlar yaşama güzel yalan ile bakıyor, ben yaşama çirkin gerçek ile bakıyorum.
Bu dolar artışı keriz silkelemesini, 1995’te bir borsacı da benim üzerimde denemişti. Kendileri pahalıya aldılar, zararı çıkarmaya debeleniyorlar. O zaman da kerizlemeyi yememiştim, şimdi de yemem. Komik ama çok yaşasın BÜ işletme eğitimim.
+
5.
Biri bana, bu gece için 50 lira şarap parası verdi, tiko para. İnanılmaz ama gerçek. Rakı sofrasında daha çoğunu, 2 gece önce (140 lira gibi) yine benim için ödediler zaten ama bu yalnızca içeyim diye verilen bir para. Tenbih etti, pahalı şarap almam için ama ben yine gidip, 14 liralık şarap aldım, çünkü o parayla 3 kere içeceğim, 1 kere değil.
+
6.
Bana kötü davranmamaları için, son 1-2 ayda 5 kişinin manen ağzını burnunu dağıttım, gerekirse bunu bedenen de yapacağım, Bayazıt’ta yaptıydım zaten. Bunun gerekmesi ayıp ama benim bunu yapmam ayıp değil. Hepsi de, dediğimi yaptılar. Nasıl ama? Deveye diken, insana siken.
+
7.
2 kere anlaşmazlık yaşadığımız, zorun zoru bir esnafa bu akşam, 2 kere 20’şer, yani toplam 40 liralık satış yaptım ve feleğim şaştı resmen.
Aklıma, Mario Puzo’nun Aptallar (Erken) Ölür’ romanı geldi ama ben oradaki aptal değilim çok şükür.
+
8.
Yine bir esnaf, bana insanların günde 1 öğün için yemek ısmarlayıp, bunu haftanın geri kalan 20 öğününde o insanın kafasına kakmanın günah olduğunu anlattı. Bana yapılan, tam da bu. Resmen 10 lirayla tüm ömrü(mü) satın almaya çabalıyorlar, bunu yaptılar da, birden çok kişi, cenazem varken bile.
Ancak sorun, bunun evsiz tarafından evsize de yapılması. Ben kimseyi siklemem ki. Ama diğer evsiz ne yapsın? O herkese gebe kalabilir, umudu kalmamış veya bırakılmamış, herkese umut bağlayabilir. Ben kimseye umut bağlamam. Eksodusum da bu zaten: Allah’ı, babayı, devleti, öğretmeni, parayı takmamak. Öleceksem ölmek. Sağ kalacaksam, kalmak. Hep sağ kaldım, şans eseri.
+
9.
Dilerim, bugünkü Prednol’ler beni sabah erken uyandırabilir, çünkü Dolapdere’ye gidilecek hava var.
+
10.
Krizin insanları feci aptallaştırdığını gördüm.
Bir insan dolardan arbitrajla para kazanırken, aynı sürede 30 yıllık bir borsacı 20 bin lira içeri girmiş. Ona gülünce ve öbür kazanını anlatınca, çok kızdı. Oysa ben alay etmiyordum, ona yeni bir yol gösteriyordum: Ayın 27’sinde Fitch açıklaması ve yine arbitraj olanağı var çünkü. Onu göremiyor, çünkü ona bakmıyor bile.
Kriz ve felaket (yönetimi) bu işte:
Yıllar önce bir trafik uzmanı şöyle demişti radyoda:
Başkaları için felaket olan şey, bizim için istatistik, çünkü aynı yerde, yılın aynı zamanda kaç kişinin öleceğini baştan biliyoruz. Önlemleri alsak da, almasak da ölüyorlar.
+
11.
Kierkegaard’ın ‘ya, ya da’sı ile Kafka’nın ‘seçim yoktur’u durumunun, ‘göçmen ya da mülteci’ ve ‘seçim yoktur’ durumu olduğunu, bana 2 küsur yıldır, İzmir’e ‘bedava mil’li uçak bileti veremeyen 2 kişiye anlatamadım.
Ne cümleydi ama.
+
12.
Ne akşammış be.
+
13.
Dönüp dolaşıp aynı terane:
Fassbinder haklı ve geçerli imiş, onu aştığım 1995’te de, yolumu yitirdiğim ama eksodusumu da yakaladığım 2017’de de.
Ancak o nedense, Birleşik Almanya’nın faşizmini red ederken, ben Birleşik Türkiye’nin emperyalizmini ve faşizmini reddetmiyorum, katılmıyorum da, ayrı konu. Tam tersine, onu yapacak 2 odak tarafından cezalandırılıp, onu yapıyorum.
Vee, hala sağ kalıyorum.
Artı değerim, bu olmuş oluyor benim.
Bir boka yaramayabilir, ayrı konu.
Şerh:
Fassbinder’in ölümünden sonra yapılan belgeselde, onu mezara götürenlerin, onu ağlayarak anmaları geyiğini de unutmamam gerekli ama bu, ‘Türkiye’de adamı asarlar ve arkasından ağlarlar’ durumu değil, ‘la bizim şavalak, feci haklıymış, te be yav’ durumu.
Çünkü, Fassbinder’i de küçümsediler ve yok saydılar, beni de öyle yaptılar ve yapıyorlar. Yoksa, herkes eksodus arıyor ama bakmıyor ki görsün veya oturduğu sandalyeden kalkıp onu da kaldırsın.
Veya:
Herkes, yaşamla pazarlık yapıyor ve kuburda / kabirde vaat bekliyor.

Hiç yorum yok: