Bir
haber:
“Doğu
Türkistan'daki Tarim Havzası'nın (Tarim Basin) tabanında Çinli bilim insanları
tarafından devasa bir tuzlu su kütlesi keşfedildi. South China Morning Post
gazetesinin haberine göre, söz konusu su kütlesi hacminin ABD -Kanada sınırında
bulunan Büyük Göller'den beş kat daha fazla. Keşfedilen 'saklı denizin' hacmi
200 bin kilometreküp, yani Hazar Denizi'nin üç katı olabilir.”
Bu
konuyla ilintili 3 metnimizde konuyu irdelemiştik.
Bu kez
ise, epistemik eleştiri açısından irdeleyeceğiz.
O metinleri
yazdıktan sonra, konunun Türkçe’sinin de 1980 (Karacan) basımı olarak var
olduğu, asıl ingilizce olan, ‘Time’ tarih atlasında konudan bahsedildiğini
gördük. Orada var olması demek, bilginin kabaca 1930’lar momentli olması demek.
Yani,
uydu bilgileri döneminden önceki bilgi momenti demek.
Yani,
bir tahmin demek.
Benimkisi
ise, 2011 tarihli ve Google Earth’e bakınca gördüğüm bir gerçek idi.
Sorun şu
ki o haritayı 1 milyar kişiden fazlası gördü. İnternette bu bilgi, bu habere
dek yoktu.
Dolayısıyla
bilginin kazanımı, oldukça ironik bir biçimde, 80 yılda ve 10 ülkede şöyle bir
izlek çizmiş oldu:
Önce
bilgi tahminen bulundu ama nedense genel / resmi konsensus, onu benimsemedi ve
sonra bir ara unutuldu.
Sonra bendeniz,
gayet sivri bir biçimde ve her zamanki gibi, bir artı-değer, farklı, yeni,
kabul edilmesi zor bilgi sundum NEK olarak.
Son 4
yılda, o da kabul edilmedi.
Ancak,
1990 gayrıresmi ve matbu, 2003 artı resmi ve sanal kayıtlı / kanıtlı olarak
poliyalektik kavramını tanımladım.
Bunu,
kuadralektiği 1983 gibi icat edip, 2010-2013 gibi, resmi-sanal ortama geçiren
Marten Kuilman’ın sayfasında, poliyalektik mucidi olarak kabullüyüm (Felemenkçe
olarak):
Ancak,
orada başka epistemik momentler de gördüm Temmuz 2015’te.
Epeyi
çeşit kuadralektik daha var, kimi o adla aynen, kimi içerik olarak öyle olarak
ama adca başka olarak. Zihin felsefesinde zihin kategorisinin mantıksal tanımı
için, göstergebilimde, vd gibi, inanılkmaz meta-meta-epistemik alanlarda
kullanımları var.
Hepsinin
benle ve beynimle kesişen ortak bir bir minimumu var:
Herkes
ayaz sularda ve sapa yollarda kendi epistemik jargonunu kurmuş ve bunları
alaşımlamak ve birbirine çevrimek zaman alacak.
İşte tam
da bu, bu Türkler’in kadim iç denizi için de geçerli:
Kabülü
epeyi zaman alacak. Farklı disiplinlerde umulmadık dalgalanmalar yaratacak.
Şimdi
çıkış babında, dönelim olayın epistemik özüne:
O iç
deniz tuzlu, çünkü Hint Okyanusu’nun (veya o zamanki bibiçimiyle Tetis Okyanusu’nun),
Hindistan altkıtası bir ada olarak, taa Güney Kutbu’ndan Asya’ya gelip
toslarken, denizden yalıtıldı.
Tıpkı,
Lut Gölü / Ölü Deniz gibi, bizim Tuz
Gölü’müz gibi, ABD’nin Büyük Tuz Gölü’sü gibi...
Denizin
yüzeyden yeraltına inmesine gelince:
Derinlerde
bir yer, tuzlu su nedeniyle boşalmış ve sonradan çökmüş olsa gerek, çünkü orası
yeraltı jeolojik etkinliklerin olduğu bir bölge. Yakındaki Sıcak Göl (Issık
Göl), hava eksi 60 derece iken bile
kışları donmuyor hiç.
Ve
son-bam teli konu:
Türkler’in
bu gölün hangi kıyısında yaşadığını bilmiyoruz.
Bu
gölün, son Buzul Çağı döneminde tümüyle buzullarla çevrili olduğunu biliyoruz
ama oralardaki buzların erime düzeni henüz belli deği. Ayrıca denizin kuruma
düzeni de, yakın bir zamanda kayıtlanır ama şu an belli değil.
Bunu
şunun için söyledik:
Türkler’in
o iç denizin batı kıyısında olmaması daha mantıklı, çünkü oralar İndo-Avrupa
dilli ve o bölge, 3 makro Avrasya dil ailesinin (İndo-Avrupa, Türkik, Çinsel)
kavşak noktası. Çıkış (ortak dil-atasal olarak) noktası bile olabilir. Çünkü
Denisova Mağarası da o bölgeye yakın ve buzul dönemlerinde insanlar beleş
mağara bulunca, içine muhakkak yerleşirler ve artı orası da alternatif bir
kültürel odak ve hala tam çalışılmadı. Çünkü orası, Rusya-Çin-Hindistan gibi,
birbiriyle hala sınır muhalefeti yaşayan 3 ülke arasında.
Bizi
burada ilgilendiren şu:
Bu
bilgiyi ne sağ, ne de sol cenah buldu. Onunla ilgilenmedi de.
Daha
ironiği, konuyu 2 yıldır tartıştığım Türk bir arkeolog / akademisyen, beni
ciddiye bile almamayı yeğledi. Çünkü, sonuçta o bir akademisyen ve bir şeye
inanması için, resmi konsensustan onaylı bir dergide görmesi gerekir.
Bu
konuyu ilk bulan ben değilim. Bu beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren,
insanların gerçek bilgiyi hangi koşullarda olursa olsun dinlememesi, inkarı,
ayırsayamaması ve algılayaması...
İşte bu,
tam da bir Yeni Orta Çağ kanıtı
olmakta.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder