Cuma, Temmuz 31, 2015

Tarım Havzası İç Denizi Doğrulandı



Bir haber:
“Doğu Türkistan'daki Tarim Havzası'nın (Tarim Basin) tabanında Çinli bilim insanları tarafından devasa bir tuzlu su kütlesi keşfedildi. South China Morning Post gazetesinin haberine göre, söz konusu su kütlesi hacminin ABD -Kanada sınırında bulunan Büyük Göller'den beş kat daha fazla. Keşfedilen 'saklı denizin' hacmi 200 bin kilometreküp, yani Hazar Denizi'nin üç katı olabilir.”
Bu konuyla ilintili 3 metnimizde konuyu irdelemiştik.
Bu kez ise, epistemik eleştiri açısından irdeleyeceğiz.
O metinleri yazdıktan sonra, konunun Türkçe’sinin de 1980 (Karacan) basımı olarak var olduğu, asıl ingilizce olan, ‘Time’ tarih atlasında konudan bahsedildiğini gördük. Orada var olması demek, bilginin kabaca 1930’lar momentli olması demek.
Yani, uydu bilgileri döneminden önceki bilgi momenti demek.
Yani, bir tahmin demek.
Benimkisi ise, 2011 tarihli ve Google Earth’e bakınca gördüğüm bir gerçek idi.
Sorun şu ki o haritayı 1 milyar kişiden fazlası gördü. İnternette bu bilgi, bu habere dek yoktu.
Dolayısıyla bilginin kazanımı, oldukça ironik bir biçimde, 80 yılda ve 10 ülkede şöyle bir izlek çizmiş oldu:
Önce bilgi tahminen bulundu ama nedense genel / resmi konsensus, onu benimsemedi ve sonra bir ara unutuldu.
Sonra bendeniz, gayet sivri bir biçimde ve her zamanki gibi, bir artı-değer, farklı, yeni, kabul edilmesi zor bilgi sundum NEK olarak.
Son 4 yılda, o da kabul edilmedi.
Ancak, 1990 gayrıresmi ve matbu, 2003 artı resmi ve sanal kayıtlı / kanıtlı olarak poliyalektik kavramını tanımladım.
Bunu, kuadralektiği 1983 gibi icat edip, 2010-2013 gibi, resmi-sanal ortama geçiren Marten Kuilman’ın sayfasında, poliyalektik mucidi olarak kabullüyüm (Felemenkçe olarak):
Ancak, orada başka epistemik momentler de gördüm Temmuz 2015’te.
Epeyi çeşit kuadralektik daha var, kimi o adla aynen, kimi içerik olarak öyle olarak ama adca başka olarak. Zihin felsefesinde zihin kategorisinin mantıksal tanımı için, göstergebilimde, vd gibi, inanılkmaz meta-meta-epistemik alanlarda kullanımları var.
Hepsinin benle ve beynimle kesişen ortak bir bir minimumu var:
Herkes ayaz sularda ve sapa yollarda kendi epistemik jargonunu kurmuş ve bunları alaşımlamak ve birbirine çevrimek zaman alacak.
İşte tam da bu, bu Türkler’in kadim iç denizi için de geçerli:
Kabülü epeyi zaman alacak. Farklı disiplinlerde umulmadık dalgalanmalar yaratacak.
Şimdi çıkış babında, dönelim olayın epistemik özüne:
O iç deniz tuzlu, çünkü Hint Okyanusu’nun (veya o zamanki bibiçimiyle Tetis Okyanusu’nun), Hindistan altkıtası bir ada olarak, taa Güney Kutbu’ndan Asya’ya gelip toslarken, denizden yalıtıldı.
Tıpkı, Lut Gölü  / Ölü Deniz gibi, bizim Tuz Gölü’müz gibi, ABD’nin Büyük Tuz Gölü’sü gibi...
Denizin yüzeyden yeraltına inmesine gelince:
Derinlerde bir yer, tuzlu su nedeniyle boşalmış ve sonradan çökmüş olsa gerek, çünkü orası yeraltı jeolojik etkinliklerin olduğu bir bölge. Yakındaki Sıcak Göl (Issık Göl), hava eksi 60 derece iken bile kışları donmuyor hiç.
Ve son-bam teli konu:
Türkler’in bu gölün hangi kıyısında yaşadığını bilmiyoruz.
Bu gölün, son Buzul Çağı döneminde tümüyle buzullarla çevrili olduğunu biliyoruz ama oralardaki buzların erime düzeni henüz belli deği. Ayrıca denizin kuruma düzeni de, yakın bir zamanda kayıtlanır ama şu an belli değil.
Bunu şunun için söyledik:
Türkler’in o iç denizin batı kıyısında olmaması daha mantıklı, çünkü oralar İndo-Avrupa dilli ve o bölge, 3 makro Avrasya dil ailesinin (İndo-Avrupa, Türkik, Çinsel) kavşak noktası. Çıkış (ortak dil-atasal olarak) noktası bile olabilir. Çünkü Denisova Mağarası da o bölgeye yakın ve buzul dönemlerinde insanlar beleş mağara bulunca, içine muhakkak yerleşirler ve artı orası da alternatif bir kültürel odak ve hala tam çalışılmadı. Çünkü orası, Rusya-Çin-Hindistan gibi, birbiriyle hala sınır muhalefeti yaşayan 3 ülke arasında.
Bizi burada ilgilendiren şu:
Bu bilgiyi ne sağ, ne de sol cenah buldu. Onunla ilgilenmedi de.
Daha ironiği, konuyu 2 yıldır tartıştığım Türk bir arkeolog / akademisyen, beni ciddiye bile almamayı yeğledi. Çünkü, sonuçta o bir akademisyen ve bir şeye inanması için, resmi konsensustan onaylı bir dergide görmesi gerekir.
Bu konuyu ilk bulan ben değilim. Bu beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren, insanların gerçek bilgiyi hangi koşullarda olursa olsun dinlememesi, inkarı, ayırsayamaması ve algılayaması...

İşte bu, tam da bir Yeni Orta Çağ kanıtı olmakta.


Hiç yorum yok: