Bunlar
mezeydi, evsahibinin buzdolabında ana yemek olduğunu seziyorum ve benim için
ana yemek, kompleks poliyalektiğin mümkün olduğu kadar detaylı açıklaması
olacak, bunu da henüz bulamadım Türkçe olarak, bakmaya devam edeceğim.
Birkaç
senedir, senede bir entelektüel seviyemin artışına bağlı olarak yazılarınızı
okuyorum, zira yazı üslubunuz genel olarak Lacan'ı andırıyor, tamam cebirsel
formülizasyon yerine, köşe yazısı havası var ama anlatılan konuyu
interdisipliner bir üslupla açıklamak...
Burada,
Alan Sokal'ın Lacan'a yönelttiği suçlamalar, size de yöneltilebilir mi, diye
düşünüyordum, henüz bu şekilde bir yargıya varmadım, zira sizin üslubunuz,
Baudrillard'dan epey ayrılıyor, Baudrillard, kızlar karadelik gibidir diyor,
siz kızlar şöyledir ve bu nedenle karadeliğe benziyor, diyorsunuz.
Neyse
okumaya devam edeyim, sadece Popper'ın diyalektik eleştirisinden esinlenerek,
şu ana kadar okuduğum yazılarda, sizin diyalektik ve poliyalektik anlayışınıza
eleştiri getirilebilir gibi görünüyor.
Gerçi
Popper'ın eleştirisi Marx'ın anladığı şekliyle diyalektiğe benziyor, Hegelci
diyalektik ile o kadar yakın değil tabi, Slovenya Okulu’nun Hegel okumasından
ziyade, klasik Hegel okumasını kastediyorum.
Neyse
fazla uzatmadan yazılarınıza devam edeyim:
“Aristo’nun
‘ya erdemlisin, ya erdemsizsin’ önermesi analitik diyalektiktir. Lao Tzu’nun
‘erdem erdemsizliktir’ önermesi sentetik diyalektiktir. Marx’ın ‘erdem ve
erdemsizlik çelişir, çatışır ve sentezlenir’ önermesi materyalist
diyalektiktir. Buraya kadar pozitif diyalektiktir. Adorno’nun ‘karşıtlıkları,
yani erdemliliği ve erdemsizliği birbirine dolandırmadan en karşıtlığa taşıma’
önermesi negatif diyalektiktir. Buraya kadar düzüne diyalektiktir.
Karşıtlıkları, yani erdemliliği ve erdemsizliği birbirinden uzakta tutma ve/ya
aynı hacmi kuantum mantığıyla paylaştırabilme önermesi tersine diyalektiktir.
Buraya kadar diyalektiktir. Le Guin’in 3 tane diyalektiği triyalektiktir. Çok
(limit sonsuz sayıda) diyalektik poliyalektiktir. Buraya kadar reel
poliyalektiktir. İyalektik, Möbiüs Şeridi gibi kendiliğinden karşıtına varan (çelişen değil) önermeler içerir,
erdem erdemsizliğe kendi üzerinde dönerek ulaşabilir, isterik kadın
erdemliliğinin kolayca erdemsizliğe dönüşebilmesi gibi. Reel ve imajiner
(iyalektik) poliyalektik birarada kompleks sayılar gibi, kompleks poliyalektiktir,
yani reel ve sanal erdemler ve erdemsizlikler, birarada aynı denklemde
tartılır. Buraya kadar statik ve kozmotikti. Bundan sonra tüm sözü geçenlerin,
dinamik ve kaotik oluşumları irdelenebilir, yani erdemin ve erdemsizliğin
kaplamları ve kapsamları değişik yerzamanlardaki kültürel modlarda farklı
değerler alabilir (ki öyle de olur).”
Sanırım
en temel açıklaması budur.
Bir de
ayırtsızlık, ne anlama geliyor?
Şerh: ‘Özdeşleşerek Yabanılaşma’,
‘Yabancılaşarak Özdeşleşme’, ‘Burjuvazinin Ölümcül Ayırtsızlığı’ metinleri onu
açımlıyor. Ancak, ancak bir ve tiyatrosal açıdan. Çünkü konuya Brecht dahil
oluyor burada.
Hegel
okudum ama çeviriden kaynaklanıyor olabilir bu kelime ile hiç karşılaşmadım.
Hatta
hiçbir yerde denk gelmedim ve anlamı da yazmıyor.
Karşıtlar
arasındaki karşıtlığın ayırt edilemeyecek kadar çökmesi anlamına geliyor
olabilir mi diye düşündüm.
Ama
bunun da limit olarak özdeşliğe varıp varmayacağını anlayamadım.
Şerh: Benim bilinçli olarak sürekli
karşıtıma varmamı, burjuvazi bilinçsizce yapıyor. Hegel, ayırtsızlığı tarih
bilinçsizliği anlamında kullanıyor zaten. Burada önemli olan, esneklik, tam tur
atabiliyorsan, sonsuz tur da atabilirsin ki poliyalektiğin sonsuz sayıdaki ve
limit 0 büyüklükteki parçalarının toplamının limitini kenid yerzamanın için
alabilesin.
Reel
birim, bir kategorinin karesi yine birdir, yani kendisidir. ‘Kare kök eksi bir’
demek olan ‘i’nin karesi ise eksi birdir, dolayısıyla iyalektikte bir tezi
kendisine kendi kez eklersek, karşıtını elde ederiz.
Şerh: Senin dediğin statik durum,
benim dediğim dinamik durum olmakta. Yani, ben hiç durmuyorum, atalet kütlesi 0
olan sanal parçacıklar gibiyim ki bugünün tanımıyla ben sanal beyinim, saf
yazılımım, limit sonsuz parçalı bir beyinim / zihinim.
Burada
-i yerine, -1'i karşıt almak zorlama olmamış mı? Yani kompleks sayılardan
diyalektik yaratmak için -ki bunun amacı iyalektiğin temelini sağlamak- karşıtlıklar ''yaratmak'' Popper'ın Engels'te
gördüğü gibi olduk olmadık her şeyi karşıt haline almaya yöneltmez mi?Hatırlamıyorsanız
tam da Popper'ın,Engels'in diyalektiğini matematik ile örneklendirdiği bir
makalesini eleştirdiği bir pasaj var.
Şerh: Sanal (imaginary) sayıların
fizik Evren’inde karşılığı var. Denklemleri kurabilmek için, ona gereksinimleri
var. Sanal sayılar, 1600 gibi tasarlanıp, 1900 gibi kullanıma girdi.
Yani bu
durum, kendi kendisini kanıtlamak isteyen bir hipotezin kanıtlama ilkesinin
çarpık olması sebebiyle, kendisini ve sonuçlarını her yerde tasarlaması, 'görmesi'
değil midir? Freud nasıl her patolojik hali kendi sistemine göre yorumluyorsa,
bu da bizi buna götürmez mi?
Buna şerh: Hayır, holografik
görüntü elde etmek için, tek renkli faz konjügasyon / besleme ışını kullanırız
ve bunu baştan biliriz. Yani: Tek açılılığı baştan bilerek koyaraz, çünkü buna
gereksinim duyarız, çünkü anlamsız / dağınık verileri yorumlayabilmek için,
netleştirmeyi ancak ve şimdilik bu sağlar. Sonra da, elde ettitiğimiz saf
gerçeğe istatiksel hata fonksiyonu ekleriz. Ana denklemi yaratınca, parazit
tasarlamak daha kolay.
Bir
olaylar dizisi, keyfi olarak materyalist diyalektiğe göre de yorumlanabilir,
iyalektiğe göre de, zira herkes aynı olayda farklı bir şey 'görebilir', o zaman
bu metodolojinin ne anlamı ve gereği oluyor? Aristo'nun analitik diyalektiği
bir yöntemden ziyade bir ilke. Ama iyalektik, Hegel'in diyalektiği gibi bir
metodoloji haline geliyor, tabi doğanın 'özünde' olduğunu saymıyorsanız.
Farklı
bir şey görmekten kastım da, siz bir olayı açıklarken, orada tezin, antiteze
yönelmesini görürsünüz, bir başkası hayır burada tez ve antitezin sentezi
vardır, bir başkası dekadans vardır, diyebilir. Histerik bir kadın örneğinde,
siz iyalektik olarak düşünebilirsiniz ama bir başkası aslında bu kadının erdemi
altında erdemsizlik olduğundan, sentetik diyalektik geçerlidir ama kendi
yüzeyinden katlanırken, Mobius Şeridi’ni andıran bir şekilde zıttına varması
değil, hali hazırda el-önünde-olanın devinimsiz, metafiziksel özdeşliği diyebilir.
Şerh: Tezin antiteze yönelmesi
değil. Kategorik olarak bakınca, tezdeki antitez ve antitezdeki tez öğelerini
görmek. Jung’un kadındaki erkeği ve erkekteki kadını görmesi gibi.
Ya da, ‘erdem
duygusu her zaman bilinçdışı erdemsizliğe dayanıyor’ denir ve de şeylerin
özdeşliği değil, karşıtların birbirini var etmesi de değil, erdemsizliğin
zamansal öncelemesi olabilir.
Şerh: Yalnızca erdem / etik için
konuşuyorum. İnsanlar, ahlakı, dini, hukuğu, siyaseti icat ettiler ki
birbirlerini yönetebilsinler ve kendilerinde olmayanı, dış bellek olan kültürde
var edebilsinler. Yani, bir tür felsefi fetişizm bu. Ben çıplağım ve daltaşak
ortada dolanıyorum beynimle. Millet çok rahatsız oluyor tabii ki. Platon’un
monolg yaptığını Zenep Davran’a ve özdeşlik ilkesinin bozulabileceğini Arda
Denkel’e derslerinde söylediğimde, dersten kovuldum.
Felsefe
tarihinde bana kalırsa en net örneği, Hegel'in Varlık ve Hiçlik kavramına
yönelik düşüncelerine Sartre'ın yaptığı eleştiridir.
Şerh: Sartre’ı pas geç. Burada,
okunacak olan Heidegger7dir, o da bizi faşizme götürmüştür. Bu da, senin zaten
bulduğun bir şey.
Ve ben
her ikisinin de ‘haklı' olduğu bir sistem tasarlayabiliyorum, bu da sizin ‘Aristo-Tzu
sentezi’ dediğiniz şeye bağlı ama ne anlamı var? Bu metodoloji yine
çarpıtılabilecek ve de hangi metodoloji ile açıklamanın daha kapsamlı veya şeyi
yansıtan derecede olduğu kanıtlanamayacak, bu da postmodernist epistemik
çoğulculuğun geri-getirimi olabilir ki epistemik çoğulculukta bilgi ne kadar
gelişebilir şüpheciyim.
Şerh: Bilgi, kimi bastırılarak ve
daraltılarak geliştirilir; kimi özgürleştirerek ve genişletilerek geliştirilir.
Bunun için uygun yeri ve zamanı kendin seçersin ki bu öznel-epistemik-stil olur
ki benimkiler de belli: Faşizm ve engizisyon sever / seçer (ki seçmez, içinde
var olur) ve ekstremofil.
Zira
insan bilgiye varmak için fanteziye, kesinliğe ihtiyaç duyar, yani ben bu
yazıyı yazabiliyorsam, bunu yapabileceğim inancı, ben de önceldir ve de bu
inanç çoğulculuk karşıtıdır zira çoğulculuk mesela benim kendime dair şüphem
bir antitez olarak tezi yani kendime olan inancı soğurur.
Şerh: Hayır değildir. Kimi
köruçuşuna veya ayaz sulara dalmaya veya sapa yollara vurmaya geçersin.
Asfalyelerin atınca veya sana sunulan her oyun ve seçenek sana zarar
getiriyorsa öyle olur. E tabi, bir de kaçmayı bileceksin ve kendine
yedireceksin.
Lakin
post-modernist çoğulculuk, burada sizin deyişinizle 'tersine diyalektik' veya
da negatif diyalektik tasarlıyor olabilir.
Şerh: Onu Adorno yaptı. Ben
tersine diyalektik tasarladım. İkisi birbirinden epeyi farklı. Ben geçmşibilim
olarak tarihte ve gelecekbilim olarak füütürolojide, var olan ve olmayan
zamanlara yolculuk yapıyorum. Ben yalnızca hayal kuruyorum, bir kelebek gibi.
Tuhaf olan hayallerim, gerçekten daha gerçek oldu gördüğün gibi. Son 15 yıldır
Türkiye için dediğim herşel doğru çıktı.
Neyse
konu epey saptı.
Ki her
şeyden önce bu tez, antitez kavramlarının epey Kojeve’ci olduğunu da
belirtmeliyim ve de mutlağın kendi özünde bulunan karşıtlığı, kompleks
poliyalektik kapsıyor mu yine emin değilim.
Şerh: Mutlak düşünce yoktur. Öz
düşünce yoktur. Bunlar tasarımdır. Görelidir ve geçicidir. Eğer işine yaramışsa,
senden sonra da kullanırlar.
Düşünmem
gerekiyor.
Aklımda
çok fazla eleştiri var ama kelimelere dökmek epey uzun, zira eleştirilerimden ,
ilk başta felsefe tarihinin size epey eleştirileri var ve siz bu eleştirileri
'aştınız mı' 'soğurdunuz mu' 'dolayımlanmadınız mı' bunlar da ayrı sorular.
Şerh: Ben o eleştirilerin, ya
içinden geçtim (saydamlaşabildiğim zaman), ya da açığından dolandım
(asydamlaşamadığım zaman).
Tabi bu
üçünden başka, epey potansiyel var eleştirilere dair tutumunuzda ama dediğim
gibi daha şimdiden epey uzun yazdım düşünmemi durduramadığım için.
Kusura
bakmayın.
Sizi
aklamanın yolunu buldum.
Şerh: Beni aklamak gerekmiyor.
Doğrulamak da, ben zaten kendini negasyonlayan bir beyinim. İlk hallerimi
insanlar görse, çok gülerlerlerdi.
Sizin
düşüncenizi Metodoloji olarak okumak, çelişkili olabiliyor, sizinki daha çok
olanın kavramsallaştırılması yani iyalektiği siz hem yarattınız hem
yaratmadınız. Gerçek olan iyalektik özelliğe sahipti, siz onu kavramsal kılarak
gerçekliğe dahil ettiniz, bu da aslında simgesel düzene giriş oluyor. İyalektik
olarak kavramsallaştırmada i'nin karşıtını -1 olarak almak ise gösterenin
keyfiliği olarak nitelenebilir yani siz iyalektik olan Gerçek'i başka türlü de
kavramsal kılabilirdiniz.
Şerh: Benimkisi, ‘bir kerelik /
sırça / kırılgan anahtarlık’ metodolojiler: Kullan, yok olsun, yoluna devat,
duvarı geç ama merdiveni yanında / sırtında taşıma. Çelişkiliyim zaten, yoksa
sağ kalamazdım. Çelişkiden önce, süreksiz ve sıçramalıyım.
Ama
kompleks sayılar aklınıza geldi sadece veya daha yakın oldu sizin için ve de
gösteren bunlar oldu. Gösterenin keyfiliğinden yola çıkıp, gösterileni yok
saymamak gerekiyor gerçi Gerçek olan iyalektik özellik barındırır diyerek
metnin dışı yoktur ilkesine karşı geliyorum ya da üst dil yoktur'a ama zaten
bunlara da eleştirim var
Şerh: Bana gereken, şu anki
yöntem, meta-topoloji ve gelecekbilim-topoloji sentezi omakta. Bazı denklemler
kafamda durur ama onları yazabilmem yıllar alır. Bu da kafamda ama onu yazmaya kısmet
ne zamana, onu bilemem. Çünkü, ben programlı değil, doğaçlama yaşıyorum,
yazıyorum ve düşünüyorum.
Tabi
gösteren gösterileni yansıtır mı? Yani kavramsallaştırma, ‘doğru mudur’ sorusu,
bende de açıkta kalıyor ve şimdilik sağduyuyla kapatıyorum
Şerh: Gösteren kimi zaman
gösterileni yansıtır, kimi zaman yansıtmaz. ‘Doğru mudur?’ yok, ‘işe yaradı mı?’
var.
Zira
aksi takdirde, fallus ile tarih açıklaması bile yapabilirsiniz. Epistemik
Çoğulculuk, doğruyu yok ederek her şeyi yok ediyor bu da benim için büyük bir
sorun.
Şerh: Ben post-modern ‘ne olsa
gider’ veya epistemik çoğulculukta yolumu kaybetmedim. Beyin olarak yolumu hiç
kaybetmedim. Kafamı taşa çok vurdum ama o ayrı. Gençken, senin gibi, ustaları
fazla ciddiye alırdım, sonra vazgeçtim. Ben dahil, kendine usta bellediklerini
ciddiye alma. Boynuz kulağı geçsin daima.
Faşizm
olmazsa bilgi olmuyor gibi.
Şerh: İşte bu, 20. Yüzyıl için bu
saptama, tam cuk doğru oturdu. Uzaycılık, Sobotta Atlası, bilgisayar, şu bu,
Naziler olmasaydı, olmayacaktı.
Çıkış:
1960’ta ben doğmadan yaşanan, 1945
2 atom bombası ve 1957 Sputnik olmasaydı, bunları yazamazdım. Bunun adı da, meta-hümanist
faşizm olmakta ki ben öyleyim zaten.
(1 + 2 Ağustos 2015)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder