Pazar, Ağustos 02, 2015

Dominik ve Ben

Bunlar mezeydi, evsahibinin buzdolabında ana yemek olduğunu seziyorum ve benim için ana yemek, kompleks poliyalektiğin mümkün olduğu kadar detaylı açıklaması olacak, bunu da henüz bulamadım Türkçe olarak, bakmaya devam edeceğim.
Birkaç senedir, senede bir entelektüel seviyemin artışına bağlı olarak yazılarınızı okuyorum, zira yazı üslubunuz genel olarak Lacan'ı andırıyor, tamam cebirsel formülizasyon yerine, köşe yazısı havası var ama anlatılan konuyu interdisipliner bir üslupla açıklamak...
Burada, Alan Sokal'ın Lacan'a yönelttiği suçlamalar, size de yöneltilebilir mi, diye düşünüyordum, henüz bu şekilde bir yargıya varmadım, zira sizin üslubunuz, Baudrillard'dan epey ayrılıyor, Baudrillard, kızlar karadelik gibidir diyor, siz kızlar şöyledir ve bu nedenle karadeliğe benziyor, diyorsunuz.
Neyse okumaya devam edeyim, sadece Popper'ın diyalektik eleştirisinden esinlenerek, şu ana kadar okuduğum yazılarda, sizin diyalektik ve poliyalektik anlayışınıza eleştiri getirilebilir gibi görünüyor.
Gerçi Popper'ın eleştirisi Marx'ın anladığı şekliyle diyalektiğe benziyor, Hegelci diyalektik ile o kadar yakın değil tabi, Slovenya Okulu’nun Hegel okumasından ziyade, klasik Hegel okumasını kastediyorum.
Neyse fazla uzatmadan yazılarınıza devam edeyim:
“Aristo’nun ‘ya erdemlisin, ya erdemsizsin’ önermesi analitik diyalektiktir. Lao Tzu’nun ‘erdem erdemsizliktir’ önermesi sentetik diyalektiktir. Marx’ın ‘erdem ve erdemsizlik çelişir, çatışır ve sentezlenir’ önermesi materyalist diyalektiktir. Buraya kadar pozitif diyalektiktir. Adorno’nun ‘karşıtlıkları, yani erdemliliği ve erdemsizliği birbirine dolandırmadan en karşıtlığa taşıma’ önermesi negatif diyalektiktir. Buraya kadar düzüne diyalektiktir. Karşıtlıkları, yani erdemliliği ve erdemsizliği birbirinden uzakta tutma ve/ya aynı hacmi kuantum mantığıyla paylaştırabilme önermesi tersine diyalektiktir. Buraya kadar diyalektiktir. Le Guin’in 3 tane diyalektiği triyalektiktir. Çok (limit sonsuz sayıda) diyalektik poliyalektiktir. Buraya kadar reel poliyalektiktir. İyalektik, Möbiüs Şeridi gibi kendiliğinden karşıtına varan (çelişen değil) önermeler içerir, erdem erdemsizliğe kendi üzerinde dönerek ulaşabilir, isterik kadın erdemliliğinin kolayca erdemsizliğe dönüşebilmesi gibi. Reel ve imajiner (iyalektik) poliyalektik birarada kompleks sayılar gibi, kompleks poliyalektiktir, yani reel ve sanal erdemler ve erdemsizlikler, birarada aynı denklemde tartılır. Buraya kadar statik ve kozmotikti. Bundan sonra tüm sözü geçenlerin, dinamik ve kaotik oluşumları irdelenebilir, yani erdemin ve erdemsizliğin kaplamları ve kapsamları değişik yerzamanlardaki kültürel modlarda farklı değerler alabilir (ki öyle de olur).”
Sanırım en temel açıklaması budur.
Bir de ayırtsızlık, ne anlama geliyor?
Şerh: ‘Özdeşleşerek Yabanılaşma’, ‘Yabancılaşarak Özdeşleşme’, ‘Burjuvazinin Ölümcül Ayırtsızlığı’ metinleri onu açımlıyor. Ancak, ancak bir ve tiyatrosal açıdan. Çünkü konuya Brecht dahil oluyor burada.
Hegel okudum ama çeviriden kaynaklanıyor olabilir bu kelime ile hiç karşılaşmadım.
Hatta hiçbir yerde denk gelmedim ve anlamı da yazmıyor.
Karşıtlar arasındaki karşıtlığın ayırt edilemeyecek kadar çökmesi anlamına geliyor olabilir mi diye düşündüm.
Ama bunun da limit olarak özdeşliğe varıp varmayacağını anlayamadım.
Şerh: Benim bilinçli olarak sürekli karşıtıma varmamı, burjuvazi bilinçsizce yapıyor. Hegel, ayırtsızlığı tarih bilinçsizliği anlamında kullanıyor zaten. Burada önemli olan, esneklik, tam tur atabiliyorsan, sonsuz tur da atabilirsin ki poliyalektiğin sonsuz sayıdaki ve limit 0 büyüklükteki parçalarının toplamının limitini kenid yerzamanın için alabilesin.
Reel birim, bir kategorinin karesi yine birdir, yani kendisidir. ‘Kare kök eksi bir’ demek olan ‘i’nin karesi ise eksi birdir, dolayısıyla iyalektikte bir tezi kendisine kendi kez eklersek, karşıtını elde ederiz.
Şerh: Senin dediğin statik durum, benim dediğim dinamik durum olmakta. Yani, ben hiç durmuyorum, atalet kütlesi 0 olan sanal parçacıklar gibiyim ki bugünün tanımıyla ben sanal beyinim, saf yazılımım, limit sonsuz parçalı bir beyinim / zihinim.
Burada -i yerine, -1'i karşıt almak zorlama olmamış mı? Yani kompleks sayılardan diyalektik yaratmak için -ki bunun amacı iyalektiğin temelini sağlamak-  karşıtlıklar ''yaratmak'' Popper'ın Engels'te gördüğü gibi olduk olmadık her şeyi karşıt haline almaya yöneltmez mi?Hatırlamıyorsanız tam da Popper'ın,Engels'in diyalektiğini matematik ile örneklendirdiği bir makalesini eleştirdiği bir pasaj var.
Şerh: Sanal (imaginary) sayıların fizik Evren’inde karşılığı var. Denklemleri kurabilmek için, ona gereksinimleri var. Sanal sayılar, 1600 gibi tasarlanıp, 1900 gibi kullanıma girdi.
Yani bu durum, kendi kendisini kanıtlamak isteyen bir hipotezin kanıtlama ilkesinin çarpık olması sebebiyle, kendisini ve sonuçlarını her yerde tasarlaması, 'görmesi' değil midir? Freud nasıl her patolojik hali kendi sistemine göre yorumluyorsa, bu da bizi buna götürmez mi?
Buna şerh: Hayır, holografik görüntü elde etmek için, tek renkli faz konjügasyon / besleme ışını kullanırız ve bunu baştan biliriz. Yani: Tek açılılığı baştan bilerek koyaraz, çünkü buna gereksinim duyarız, çünkü anlamsız / dağınık verileri yorumlayabilmek için, netleştirmeyi ancak ve şimdilik bu sağlar. Sonra da, elde ettitiğimiz saf gerçeğe istatiksel hata fonksiyonu ekleriz. Ana denklemi yaratınca, parazit tasarlamak daha kolay.
Bir olaylar dizisi, keyfi olarak materyalist diyalektiğe göre de yorumlanabilir, iyalektiğe göre de, zira herkes aynı olayda farklı bir şey 'görebilir', o zaman bu metodolojinin ne anlamı ve gereği oluyor? Aristo'nun analitik diyalektiği bir yöntemden ziyade bir ilke. Ama iyalektik, Hegel'in diyalektiği gibi bir metodoloji haline geliyor, tabi doğanın 'özünde' olduğunu saymıyorsanız.
Farklı bir şey görmekten kastım da, siz bir olayı açıklarken, orada tezin, antiteze yönelmesini görürsünüz, bir başkası hayır burada tez ve antitezin sentezi vardır, bir başkası dekadans vardır, diyebilir. Histerik bir kadın örneğinde, siz iyalektik olarak düşünebilirsiniz ama bir başkası aslında bu kadının erdemi altında erdemsizlik olduğundan, sentetik diyalektik geçerlidir ama kendi yüzeyinden katlanırken, Mobius Şeridi’ni andıran bir şekilde zıttına varması değil, hali hazırda el-önünde-olanın devinimsiz, metafiziksel özdeşliği diyebilir.
Şerh: Tezin antiteze yönelmesi değil. Kategorik olarak bakınca, tezdeki antitez ve antitezdeki tez öğelerini görmek. Jung’un kadındaki erkeği ve erkekteki kadını görmesi gibi.
Ya da, ‘erdem duygusu her zaman bilinçdışı erdemsizliğe dayanıyor’ denir ve de şeylerin özdeşliği değil, karşıtların birbirini var etmesi de değil, erdemsizliğin zamansal öncelemesi olabilir.
Şerh: Yalnızca erdem / etik için konuşuyorum. İnsanlar, ahlakı, dini, hukuğu, siyaseti icat ettiler ki birbirlerini yönetebilsinler ve kendilerinde olmayanı, dış bellek olan kültürde var edebilsinler. Yani, bir tür felsefi fetişizm bu. Ben çıplağım ve daltaşak ortada dolanıyorum beynimle. Millet çok rahatsız oluyor tabii ki. Platon’un monolg yaptığını Zenep Davran’a ve özdeşlik ilkesinin bozulabileceğini Arda Denkel’e derslerinde söylediğimde, dersten kovuldum.
Felsefe tarihinde bana kalırsa en net örneği, Hegel'in Varlık ve Hiçlik kavramına yönelik düşüncelerine Sartre'ın yaptığı eleştiridir.
Şerh: Sartre’ı pas geç. Burada, okunacak olan Heidegger7dir, o da bizi faşizme götürmüştür. Bu da, senin zaten bulduğun bir şey.
Ve ben her ikisinin de ‘haklı' olduğu bir sistem tasarlayabiliyorum, bu da sizin ‘Aristo-Tzu sentezi’ dediğiniz şeye bağlı ama ne anlamı var? Bu metodoloji yine çarpıtılabilecek ve de hangi metodoloji ile açıklamanın daha kapsamlı veya şeyi yansıtan derecede olduğu kanıtlanamayacak, bu da postmodernist epistemik çoğulculuğun geri-getirimi olabilir ki epistemik çoğulculukta bilgi ne kadar gelişebilir şüpheciyim.
Şerh: Bilgi, kimi bastırılarak ve daraltılarak geliştirilir; kimi özgürleştirerek ve genişletilerek geliştirilir. Bunun için uygun yeri ve zamanı kendin seçersin ki bu öznel-epistemik-stil olur ki benimkiler de belli: Faşizm ve engizisyon sever / seçer (ki seçmez, içinde var olur) ve ekstremofil.
Zira insan bilgiye varmak için fanteziye, kesinliğe ihtiyaç duyar, yani ben bu yazıyı yazabiliyorsam, bunu yapabileceğim inancı, ben de önceldir ve de bu inanç çoğulculuk karşıtıdır zira çoğulculuk mesela benim kendime dair şüphem bir antitez olarak tezi yani kendime olan inancı soğurur.
Şerh: Hayır değildir. Kimi köruçuşuna veya ayaz sulara dalmaya veya sapa yollara vurmaya geçersin. Asfalyelerin atınca veya sana sunulan her oyun ve seçenek sana zarar getiriyorsa öyle olur. E tabi, bir de kaçmayı bileceksin ve kendine yedireceksin.
Lakin post-modernist çoğulculuk, burada sizin deyişinizle 'tersine diyalektik' veya da negatif diyalektik tasarlıyor olabilir.
Şerh: Onu Adorno yaptı. Ben tersine diyalektik tasarladım. İkisi birbirinden epeyi farklı. Ben geçmşibilim olarak tarihte ve gelecekbilim olarak füütürolojide, var olan ve olmayan zamanlara yolculuk yapıyorum. Ben yalnızca hayal kuruyorum, bir kelebek gibi. Tuhaf olan hayallerim, gerçekten daha gerçek oldu gördüğün gibi. Son 15 yıldır Türkiye için dediğim herşel doğru çıktı.
Neyse konu epey saptı.
Ki her şeyden önce bu tez, antitez kavramlarının epey Kojeve’ci olduğunu da belirtmeliyim ve de mutlağın kendi özünde bulunan karşıtlığı, kompleks poliyalektik kapsıyor mu yine emin değilim.
Şerh: Mutlak düşünce yoktur. Öz düşünce yoktur. Bunlar tasarımdır. Görelidir ve geçicidir. Eğer işine yaramışsa, senden sonra da kullanırlar.
Düşünmem gerekiyor.
Aklımda çok fazla eleştiri var ama kelimelere dökmek epey uzun, zira eleştirilerimden , ilk başta felsefe tarihinin size epey eleştirileri var ve siz bu eleştirileri 'aştınız mı' 'soğurdunuz mu' 'dolayımlanmadınız mı' bunlar da ayrı sorular.
Şerh: Ben o eleştirilerin, ya içinden geçtim (saydamlaşabildiğim zaman), ya da açığından dolandım (asydamlaşamadığım zaman).
Tabi bu üçünden başka, epey potansiyel var eleştirilere dair tutumunuzda ama dediğim gibi daha şimdiden epey uzun yazdım düşünmemi durduramadığım için.
Kusura bakmayın.
Sizi aklamanın yolunu buldum.
Şerh: Beni aklamak gerekmiyor. Doğrulamak da, ben zaten kendini negasyonlayan bir beyinim. İlk hallerimi insanlar görse, çok gülerlerlerdi.
Sizin düşüncenizi Metodoloji olarak okumak, çelişkili olabiliyor, sizinki daha çok olanın kavramsallaştırılması yani iyalektiği siz hem yarattınız hem yaratmadınız. Gerçek olan iyalektik özelliğe sahipti, siz onu kavramsal kılarak gerçekliğe dahil ettiniz, bu da aslında simgesel düzene giriş oluyor. İyalektik olarak kavramsallaştırmada i'nin karşıtını -1 olarak almak ise gösterenin keyfiliği olarak nitelenebilir yani siz iyalektik olan Gerçek'i başka türlü de kavramsal kılabilirdiniz.
Şerh: Benimkisi, ‘bir kerelik / sırça / kırılgan anahtarlık’ metodolojiler: Kullan, yok olsun, yoluna devat, duvarı geç ama merdiveni yanında / sırtında taşıma. Çelişkiliyim zaten, yoksa sağ kalamazdım. Çelişkiden önce, süreksiz ve sıçramalıyım.
Ama kompleks sayılar aklınıza geldi sadece veya daha yakın oldu sizin için ve de gösteren bunlar oldu. Gösterenin keyfiliğinden yola çıkıp, gösterileni yok saymamak gerekiyor gerçi Gerçek olan iyalektik özellik barındırır diyerek metnin dışı yoktur ilkesine karşı geliyorum ya da üst dil yoktur'a ama zaten bunlara da eleştirim var
Şerh: Bana gereken, şu anki yöntem, meta-topoloji ve gelecekbilim-topoloji sentezi omakta. Bazı denklemler kafamda durur ama onları yazabilmem yıllar alır. Bu da kafamda ama onu yazmaya kısmet ne zamana, onu bilemem. Çünkü, ben programlı değil, doğaçlama yaşıyorum, yazıyorum ve düşünüyorum.
Tabi gösteren gösterileni yansıtır mı? Yani kavramsallaştırma, ‘doğru mudur’ sorusu, bende de açıkta kalıyor ve şimdilik sağduyuyla kapatıyorum
Şerh: Gösteren kimi zaman gösterileni yansıtır, kimi zaman yansıtmaz. ‘Doğru mudur?’ yok, ‘işe yaradı mı?’ var.
Zira aksi takdirde, fallus ile tarih açıklaması bile yapabilirsiniz. Epistemik Çoğulculuk, doğruyu yok ederek her şeyi yok ediyor bu da benim için büyük bir sorun.
Şerh: Ben post-modern ‘ne olsa gider’ veya epistemik çoğulculukta yolumu kaybetmedim. Beyin olarak yolumu hiç kaybetmedim. Kafamı taşa çok vurdum ama o ayrı. Gençken, senin gibi, ustaları fazla ciddiye alırdım, sonra vazgeçtim. Ben dahil, kendine usta bellediklerini ciddiye alma. Boynuz kulağı geçsin daima.
Faşizm olmazsa bilgi olmuyor gibi.
Şerh: İşte bu, 20. Yüzyıl için bu saptama, tam cuk doğru oturdu. Uzaycılık, Sobotta Atlası, bilgisayar, şu bu, Naziler olmasaydı, olmayacaktı.
Çıkış:
1960’ta ben doğmadan yaşanan, 1945 2 atom bombası ve 1957 Sputnik olmasaydı, bunları yazamazdım. Bunun adı da, meta-hümanist faşizm olmakta ki ben öyleyim zaten.

(1 + 2 Ağustos 2015)

Hiç yorum yok: