Pazar, Ocak 06, 2013

Eleştirmen ve Şef Garson





Eleştirmen şef garson mudur?

Bu soruyu Sarah Tornton sormuş.

“Sanatta piyasa mekanizmasını anlatan ‘Sanat Dünyasında Yedi Gün’ kitabının yazarı (Türkçesi Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı) Sarah Thornton, manifesto yayımlayarak sanat gazeteciliğini bıraktığını açıkladı. TAR Magazine’deki yazısında neden bu kararı aldığını on maddede anlattı.”


Malumunuz, garsonlar peçete de servis ederler. Güzide Türkçe’mizde, belki hiçbir dilde olmayan ve belki de hiçbir ülkede olmayan bir mesleği tanımlayan, peçete ile ilgili bir iş vardır. Bilenler bilmeyenlere anlatsın.

Ha garson, ha o iş, ha küratör, ha eleştirmen.

Saptamalar:

Öyle adlandırılmış kültür-sanat piyasası, 500 yıldır bir market durumunda, hem de bereketi bol bir market.

Yağlıboyanın icadından itibaren, hem de bu dönem koloniyalizmin zenginliği ile birleşince, o zamanki plastik sanatlar, şimdilerde sergisel sanatlar, her zaman büyük bir pazarın alanı oldu (şu an global olarak yılda on milyarlarca dolar). Daha 500 yıl önce bile, 1 galerideki ortaama resim sayısı, şimdiki galerilerin % 90’ınındakinden çok imiş. O zamandan kalan galeri resimlerinden biliyoruz.

Yani, genelde arz talepten çok imiş. Kültür-sanat piyasasında, hatta epeyi reel sektör alanında bu hep böyle idi ama ne kapitalistler, ne de sosyalistler nedense bunu hiç ayırsayamamışlar.

Öyle olunca, araya celeplerin ve kabzımalların girmesi olağan: Hani, hani ‘benim malım daha iyi’ kabilinden.

İşte eleştirmenler ve sonraki aşamalarında küratörler bu işe yarıyor, pazarlamaya.

Sonuç?:

Avrupa’da da Türkiye’de de berbat sergiler ve bienaller.

Tamam, post-modernizm realizmi hiç mi hiç sevmyor, hatta onu görünce tüyleri diken diken oluyor olabilir ama sonuçta dönüp dolaşıp da varılan biricik yer yine orası. Pop-art’lar da, bir yere kadar yutturuluyor sonuçta.

Sonuç?:

Bugün en şeyselleşmiş koyu komprador burjuvaların hegemonyasındaki sergilerde bile tepeden tırnağa realizm, hatta aşırı politize bir realizm.

Neden?:

Çünkü bu uyruklaştırılmış bir gerçekçilik onlara göre.

Eh, gerçek terbiye edilemez. Marjinal sanatçılar da öyle.

Skandalcılık safsatasını pas geçersek, bugün sanat tarihinde yeri olan tüm sanatçılar, bir zamanlar günün eleştirmenlerinin ve küratörlerinin yok saydığı eserlerdir.

Sonuçta, yazılan kitap da yok olmuyor, yapılan resim de, hem de 500 yıl falan.

İsteyen feci şeyselleşmiş resim de yapar, eleştirmenlerin de istediği tarafını över. Sonra da gider, tenha köşelerde istediğini yapar, kalıcı olanını yani, kimse dövmez merak etmeyin.

Eleştirmenler ve küratörler de, Warhol’vari bir biçimde 15 dakikalığına ünlü olur, 1 sergiliğine gündemde kalır. Sonra, geriye hiçbir eser bırakmadan kaybolur gider.

Bu, işin ‘post-modernizmde sağ kalmanın slalom yolları’ tarafı. Yoksa, iyi sanatçılar hala kaybedenler ve erken ölenler tarafında seyrediyorlar.

Kendi hesabıma, hem yazarım, hem de eleştirmenim. Eleştirmenlerden ve editörlerden ne çektiğimi ben bilirim.

Çok editör ve eleştirmen de tanıdım, hem de hemen tüm sanat dallarında, hem de bazılarını çok yakınen...

Doğrudur, Türkiye 3 darbede ve 3 liberalizmde savrulurken onlar da savruldu. Doğrudur, hepsinin hayat gailesi ve bakacak çoluk çocuğu vardı ama bu kadar da zırvalamaları gerekmiyordu.

Bugünkü Türkiye kültür-sanat çölünde eleştirmenlerin tuzu boldur. Yok ettikleri nitelikli sanatçı sayısı ise yüzlercedir. Var ettikleri niteliksiz sanatçı sayısı ise onlarcadır.

Peki, attıkları taş vurdukları kuşa değdi mi?

Köşeyi mi döndüler? Yoo.

Saygınlık mı kazandılar? Yoo.

Egolarını mı şişirdiler? Evet. Demek ki onlar için bu gereksinim Maslov sırasında ilkte imiş.

Çıkış?:

Hala küçük kültür-sanat odakları var ve ne olursa olsun sağ kalmayı beceriyorlar.

Hiç yorum yok: