Akbal
vefat etti.
Kendisine
güle güle..
Kendisi 3.
sınıf bir yazardı.
Yazar
ölünce eleştirmen, onu biçim ve içerik açısından, onu edebiyat tarihine
yerleştirir. Bir tür kültürel patolojidir bu, bir tür ‘ölen bir kültür üzerine
incelemeler’dir bu, bir tür 1. Cumhuriyet ağıdıdır bu.
‘Bir
Cumhuriyet çınarı daha devrildi’ diye yazanlar, yazara odun muamelesi yaptıklarını anlamayan şavalaklardır. Tarih
bilinci olan bir eleştirmen, bunu yapmaz.
Akbal’ın
günceleri ve anıları ise, 3. değil, 1,5.-2. sınıftır, yani öykü ve
romanlarındakinden daha yüksekte seyreder kendisi. Demek ki sorun, içerikten
çok, biçimde yatıyormuş. Yaşı kadar eser verip, geriye 80’in üzerinden kitap
bırakmışlık ama orta karar düzeyde bile bir yapıt üretememişlik, öykü ve roman
formunun, hem o yazardaki, hem de edebiyat tarihinin o zamanki momentindeki
yetersizliğini imler.
Akbal,
Cumhuriyet çocuğu veya çınarı falan da değildi. Bırakın Cumhuriyet’i giyinmeyi
ve üstlenmeyi, tıpkı Tanzimat artıkları gibi, ne doğulu, ne de batılı olabildi.
Vasat zekada ve vasat bilgide kaldı. O nedenle, genelgeçer klişelere sığındı ki
bunlar, çeviri furyası, hafif tertip az porsiyon Aydınlanmacılık, az porsiyon
Kemalizm, az porsiyon ama çok çok az porsiyon tatlısu solculuğu, vd, vb etti
hepi topu. Az bilinir ama kendisi, ortanın epeyi sağındaki bir dergiyle edebiyata
girdi. Yıllarca yazarı olduğu Cumhuriyet gazetesinin 2. Dünya savaşı zamanında
Nazi sempatizanlığı da az bilinir günümüzde. Yani Akbal, yolunu
şaşırmışlardandı.
Bunlar
da, onu başlatmadan bitirmeye yeter de artardı bile. O da öyle yaşadı ve öyle
öldü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder