Perşembe, Ocak 02, 2020

Fehim Taştekin: Amerikan salvoları: Tükenmişliğin emareleri


Taştekin ile bu kez aynı savları savunur ama başka sonuçlar çıkarsar olmuşuz.
+
Tamam ABD tükeniyor. Peki, ya sonra?
Irak 1991’den sonra ABDsiz ne olacağını ve ne olamayacağını gösterdi.
Özgürleşmesini istediğiniz halkların gönüllü köleliği ortadayken, hegemonlar kendilerini batırsalar ne olur, batırmasalar ne olur?
Taştekin ve benzerleri bunu düşünemiyor.
+
“Dahası, yaptırımları temel dış politika enstrümanına dönüştüren Trump yönetimi, sonuç alacak gerçekçi siyaset geliştiremiyor. İran’ın sıkışmışlığı, ABD’nin tükenmişliğini önemsizleştirmiyor. Amerikan müdahaleciliğinin içeriği de boşalıyor.”
Öncelikle şu:
Bir politika enstrümanı, işlemiyor diye, gerçekçi değildir, gibi bir çıkarsama geçerli değil.
Sürecin iki yönü var:
Bir:
Global tarihteki çöküş dönemi, hegemonları işlevsiz bırakıyor.
İki:
Küçükler de, büyükler de çözüm aramıyor. Bu bir bakıma günü kurtarma çabası, bir bakıma yetersiz siyasetçilerin yeterli düşünce üretememesi olmakta.
Yani, gerçekçi bir global politika işlemez bu koşullarda.
+
“Amerikalılar için kâbus olmalı. Olay, 1979 devrimi sırasında Tahran’daki Amerikan elçiliğinde yaşanan rehine krizi ile Libya’ya NATO müdahalesiyle palazlanan cihatçıların 2012’de Bingazi’deki Amerikan elçisini öldürdüğü saldırıyı çağrıştırdı. Restleşme tırmanırsa, sıradaki çağrışım, ABD’yi 1983’te Beyrut’u 241 kayıpla terk etmek durumunda bırakan bombalı saldırı olabilir.”
İşte, tam da bu:
Taştekin gibilerin ağaca bakarken ormanı görememeleri.
1979 İran, hem İranlılar’ın, hem de ABD’lilerin beklemediği bir şeydi. Yani, beklenmeyen, gerççek-dışı, irrasyonel global politik durumlar daha önce de vardı.
1983 Lübnan ise, bir tuhaf. 1982’de FKÖ’yü oradan söküp, onu bitirdiler. Tamam. Ancak, sonuçta kendileri de orada bittiler.
Bu parçanın çıkışında hep yazdığımız aynı şey:
ABD 1950’den beridir girdiği hiçbir savaşı gerçek anlamda kazanamadı. Kazanmadı değil, kazanamadı.
Taştekin gibiler ise, duruma 70 yıl sonra ayabiliyorlar ancak.
+
“İran nüfuzuna karşı Iraklı-Şii duruşu sergileyen Mukteda Sadr da saldırıya sert çıktı: “Irak üzerinden bir çekişmeye izin vermeyeceğiz. İşgalcileri ülkeden siyasi ve hukuki yollarla çıkarmaya hazırım. Eğer çıkmazlarsa, başka tutumumuz olacak.””
Olay, döndü dolaştı, İran-Irak savaşına geri dönüş oldu.
Sonuç çok açık.
Bu savaşın kazananı yok, olmayacak da.
+
İran’ın durumu:
“ABD’nin İran’la doğrudan savaşı göze alamaması Tahran’a gerilimin çıtasını yükseltme imkanı sunuyor. “Öngörülemezlik” ve “Bilinmezlik”, şu anda İran’ın en önemli silahı. Kuşatma ve müdahale stratejisine karşı İran’ın yaptığı, farklı coğrafyalarda vekil güçlerle asimetrik yanıtlar verme kapasitesini göstermek. Ancak bunu hangi boyutlara taşıyabileceği konusunu bahse açık bırakıyor.”
İyi de, Dünya’da kaç tane Şii-Sünni savaş noktası var ki ve iran bunların kaçını etkileyebilir ki?
Yani İran, kendini gereksiz bir kurtkapanı açmazına sokuyor.
+
Biz, ABD’nin bitişinin İran’dan başka güçlerin kendini göstermesine neden olduğu, olacağı kanısındayız ki biri Türkiye.
Not: Türkiye, 1974, 1984, 2015 gibi yavaş adımlarla emperyalistleşiyor ama bu o çizginin kesinliğini de sağlıyor. Yani artık emperyalizm, TC’nin geleceğinin bir parçası oldu. Hangi iktidar gelirse gelsin, bu böyle gider. Bunda da, derin devletin payı çok yüksek olur.
+
Çıkış:
İronik bir noktaya parmak isteriz:
Dost TC’ye ABD’nin yaptıkları, düşman TC’ye yaptıklarından çok daha beterdi.
Deveye diken, özdeyişi boşuna söylenmemiş yani.
(2 Ocak 2020)

Hiç yorum yok: