Bukowski
zamanında, bazı sivillerin barış zamanında savaş zamanındakinden daha kötü
yaşadığını yazmış.
Biz bunu
bir adım daha ileri götürdük:
Bazı
siviller, barış zamanında toplama kampı koşullarında yaşıyorlar.
Liberalizm,
Türkiye’yi 37 yılda bu noktaya getirdi.
Toplama
kampındakiler, Frankl’ın tanıklığına ve yazdıklarına bakarsak, inkar kültünde
değillermiş.
Türkiye
2020 ise inkar kültünde, en eğitimliler bile öyle.
Sorun,
maddi uygarlık değil, manevi uygarlık. Sorun, aşırı bolluk ama kültürel kıtlık
/ çöllük.
Sorun,
hümanist geçinenlerin, reel antihümanist
faşizmi.
Eldeki kritik fenomen olan depremden sonraki
durumlara bakarsak:
1956
Dinar depreminde Dünya’nın en yüksek dayanışmalarından biri gözlenmiş.
1999
depreminde talan gırla gitti ve analar kızlarını sattı.
2020
depreminde ise inkar kültü var: Durum yok sayılıyor.
Slaktivistlerin
veya muhalif gazetelerin konuştuğu konularla ve kullandıkları bakış açılarıyla,
depremin hiçbir ilgisi yok. Bir şeyleri ezberlemişler, her duruma onu
sokuşturuyorlar.
Ekonomik
kriz ve savaş var ama yıkımın nedeni bunlar değil.
İktidar
da, muhalefet de inkar durumunda: Açmaz bu.
Kuntay’ın
yazdığı kadarıyla, İstanbul 1915’te
bile bu kadar inkar yoktu.
Ama
Refik Halid’in kardeşi Baha Halid’den aktararak yazdığı kadarıyla, Bakırköy 1913 kolera salgınında öyleymiş.
Durum yok sayılmış. Adam, kitabını İngilizce yazmış ve 100 küsur yıl sonra
internette bile, ortada yok: O kadar uzun-süreğen bir inkar kültü olmuş bu.
Bu
çözülmenin nedeni, ekonomik ikinci dilimin aşırı uzlaşırken, gerçeklikle bağını
yitirmesi. Çünkü gerçekle azıcık bağı olsa, 20 yıl önce ya intihar etmesi, ya
da aynada kendi yüzüne tükürmesi gerekirdi.
Asıl
toplama kampındaki müslümanlaşma, burada ve şimdi değişik bir formda. Alaturka
bir ayırtsızlık sözkonusu:
Her
durumda ölüyoruz ama ölümü yok sayıyoruz.
(28 Ocak 2020)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder