Pazartesi, Aralık 19, 2016

Çorba Güncesi

Dün gece için not:
0-5 derecede aç, susuz, çişi prostatını zorlayan, hasta, üşümüş, öksürüklü bir biçimde, 1 saat çorba bekledim.
Sabırlı, sakin, topal karınca, uzun vadeli, derinde duygulu, dayanıklı, refleksif değil ama uyumlayabilir olarak öylece oturdum. Çok yürümüştüm, terleyebilirdim. Sabah bot yerine ayakkabı giydiğim için, kan dolaşımı yetersizliği nedeniyle, ayaklarım bir türlü ısınmadı.
Çorba geldi.
2 karton tas içtim. Birincinin yanına büyükçe bir porsiyon su böreği, ikincinin ardından hiç sevmediğim irmik helva yedim. 4 ekmekçik yedek aldım. Arıt 1 kapaklı taslı çorba ve 1 ekmekçik daha.
İstiklal’de Tünel’de doğru yürürken, Odakule’yi geçince falan, 8 yaşında filan Suriyeli bir kız çocuğu, Türkçe konuşarak elimdeki çorbayı istedi, ‘Abi, çorbayı versene’ dedi. Verdim. 2 çocuk daha yanAştı. ‘Paylaşın’ dedim ama paylaştılar mı bilemem. Çorba 2 çocuğa yeter porsiyonda idi, çift lokanta porsiyonu büyüklüğünde.
İyilik duygum yoktu. Hiç sadaka vermedim, vermem. Dilencileri hiç sevmem. Ancak bu çorba fazlaydı, benden çok onundu, Shevek hesabı. Verdim gitti. Olmadı, bugün ben 1 tane daha fazla alırım, yanımda poşet torba taşıyorum artık.
Çorba dağıtma grupta en yaşlı bir hanım (55-60 gibi) ve en yaşlı (+60 gibi) bir bey var. Beyin onlar, polisle erkek muhatap oldu örneğin. Çorbayı hanım yapıyormuş. Genç birine, 1 karavana çorbayı, gözü kapalı, el terazi göz nizam, sabit kararda nasıl pişirdiğini anlatıyordu, 30 yıldır falan çorba yaparmış. Eğer hepsini o yapıyorsa, ona katılmadım, bazı kazanlar aşırı naneli veya aşırı kırmızı biberli idi çünkü. Karışım standart değildi yani.
Çorba güncesi, 15 günlük yarı aralık ayında böyle gittiğine göre, 8 ayda, bunu 8 katı, 1 parça-kat da daha önceden, 1 kitapçık edecek belli. Türkiye, aşırı çorbasal-imarethanesel bir döneme girdi.
Örneğin eğer evsizler, çorba kuyruğunu korurlarsa, sivil terör belli oranda durdurulabilir, demek olur bu. Oto-disiplin ve oto-kontrol var, üstelik aç karına demek bu. Ancak, palto kuyruğunda kuyruğu feci bozdular, 3 tabak fasulya ye ama asla 1 tabak pilav daha değil, hakim fıkrası gibi oldu o durum.
Taksim’de çorba aldığımı diyalogda olduğum insanlara anlatıyorum ki epistemik / kültürolojik geri-besleme edineyim. Susuyorlar, şok mu, ilgisizlik mi, anlamsızlık mı, henüz bilemiyorum.
Cihangir bizden önce ve yine düzensiz dağıtımlı olduğu için oraya hiç gidemedim ama Karaköy’ün yerini öğrenip, daha makul bir havada oraya da gideceğim. Orayı daha düzensiz olarak bekliyorum.
Zeytinburnu Spor Salonu gece yatakhanesi öyküleri sürüyor. Evsizler orayı çok olumsuzluyorlar. Kedi ciğere mundar der hesabı mı, bilemiyorum. Ancak, orada kalıp grip olan 1-2 kişinin anlattıklarını doğrudan dinledim uzaktan. Yere yatıyorsun, ısıtma yok ve bin kişi birarada ve epeyisi grip. Bir de önemlisi şu: Bir sıcak, bir soğuk, hep soğuktan daha öldürücüdür. Bir de, toplama kampından çıkarılanlar içeridekinden daha hızla ölmüşler ve bu o zamanlar anlaşılamamış.
Çıkış-sonuç:
Tarihin mükerrer içerikleri değişik formlarda görüngüleniyor. İmparatorlar bile, kıtlıklarda kölelerine gıda dağıttırırlarmış isyan olmasın diye, günümüz koşullarında bundan ders alan oligark var, almayanı var.
Tuhaf olan şu ki, aç-aç Afrika dışında ve özellikle büyükkentlerde (1. veya 3. Dünya’da farketmez) üretilen gıda, tüketilenden çok ve yiyecek israfı had safhada. Dün yediğim su böreği 5-10 lira (2-4 dolar) ve ben onu yemesem, üretilen yerinde muhtemelen çöpe gidecekti: Bunu Çayır’ın yeniden ısıttırıp Fatih-Palu mezatına getirdiği, dandik yağlı (10 kilo falan her kezinde) böreklerden biliyorum. Bu ikilem, yemekhane yemekleri gibi zehirlenme demek olacak, oldu bile: Bir evsiz çok yediği helvadan 1 günde ishalden 15 kez tuvalete gittiğini anlatmıştı 10 gün önce.
Çorba yazılacaak, yaaz.

(15 Aralık 2016)

Hiç yorum yok: