Dün gece
için not:
0-5
derecede aç, susuz, çişi prostatını zorlayan, hasta, üşümüş, öksürüklü bir biçimde,
1 saat çorba bekledim.
Sabırlı,
sakin, topal karınca, uzun vadeli, derinde duygulu, dayanıklı, refleksif değil
ama uyumlayabilir olarak öylece oturdum. Çok yürümüştüm, terleyebilirdim. Sabah
bot yerine ayakkabı giydiğim için, kan dolaşımı yetersizliği nedeniyle,
ayaklarım bir türlü ısınmadı.
Çorba
geldi.
2 karton
tas içtim. Birincinin yanına büyükçe bir porsiyon su böreği, ikincinin ardından
hiç sevmediğim irmik helva yedim. 4 ekmekçik yedek aldım. Arıt 1 kapaklı taslı
çorba ve 1 ekmekçik daha.
İstiklal’de
Tünel’de doğru yürürken, Odakule’yi geçince falan, 8 yaşında filan Suriyeli bir
kız çocuğu, Türkçe konuşarak elimdeki çorbayı istedi, ‘Abi, çorbayı versene’
dedi. Verdim. 2 çocuk daha yanAştı. ‘Paylaşın’ dedim ama paylaştılar mı
bilemem. Çorba 2 çocuğa yeter porsiyonda idi, çift lokanta porsiyonu
büyüklüğünde.
İyilik
duygum yoktu. Hiç sadaka vermedim, vermem. Dilencileri hiç sevmem. Ancak bu
çorba fazlaydı, benden çok onundu, Shevek hesabı. Verdim gitti. Olmadı, bugün
ben 1 tane daha fazla alırım, yanımda poşet torba taşıyorum artık.
Çorba
dağıtma grupta en yaşlı bir hanım (55-60 gibi) ve en yaşlı (+60 gibi) bir bey
var. Beyin onlar, polisle erkek muhatap oldu örneğin. Çorbayı hanım yapıyormuş.
Genç birine, 1 karavana çorbayı, gözü kapalı, el terazi göz nizam, sabit
kararda nasıl pişirdiğini anlatıyordu, 30 yıldır falan çorba yaparmış. Eğer
hepsini o yapıyorsa, ona katılmadım, bazı kazanlar aşırı naneli veya aşırı
kırmızı biberli idi çünkü. Karışım standart değildi yani.
Çorba
güncesi, 15 günlük yarı aralık ayında böyle gittiğine göre, 8 ayda, bunu 8
katı, 1 parça-kat da daha önceden, 1 kitapçık edecek belli. Türkiye, aşırı çorbasal-imarethanesel
bir döneme girdi.
Örneğin
eğer evsizler, çorba kuyruğunu korurlarsa, sivil terör belli oranda
durdurulabilir, demek olur bu. Oto-disiplin ve oto-kontrol var, üstelik aç
karına demek bu. Ancak, palto kuyruğunda kuyruğu feci bozdular, 3 tabak fasulya
ye ama asla 1 tabak pilav daha değil, hakim fıkrası gibi oldu o durum.
Taksim’de
çorba aldığımı diyalogda olduğum insanlara anlatıyorum ki epistemik /
kültürolojik geri-besleme edineyim. Susuyorlar, şok mu, ilgisizlik mi,
anlamsızlık mı, henüz bilemiyorum.
Cihangir
bizden önce ve yine düzensiz dağıtımlı olduğu için oraya hiç gidemedim ama
Karaköy’ün yerini öğrenip, daha makul bir havada oraya da gideceğim. Orayı daha
düzensiz olarak bekliyorum.
Zeytinburnu
Spor Salonu gece yatakhanesi öyküleri sürüyor. Evsizler orayı çok
olumsuzluyorlar. Kedi ciğere mundar der hesabı mı, bilemiyorum. Ancak, orada kalıp
grip olan 1-2 kişinin anlattıklarını doğrudan dinledim uzaktan. Yere
yatıyorsun, ısıtma yok ve bin kişi birarada ve epeyisi grip. Bir de önemlisi
şu: Bir sıcak, bir soğuk, hep soğuktan daha öldürücüdür. Bir de, toplama
kampından çıkarılanlar içeridekinden daha hızla ölmüşler ve bu o zamanlar
anlaşılamamış.
Çıkış-sonuç:
Tarihin
mükerrer içerikleri değişik formlarda görüngüleniyor. İmparatorlar bile,
kıtlıklarda kölelerine gıda dağıttırırlarmış isyan olmasın diye, günümüz
koşullarında bundan ders alan oligark var, almayanı var.
Tuhaf
olan şu ki, aç-aç Afrika dışında ve özellikle büyükkentlerde (1. veya 3.
Dünya’da farketmez) üretilen gıda, tüketilenden çok ve yiyecek israfı had
safhada. Dün yediğim su böreği 5-10 lira (2-4 dolar) ve ben onu yemesem,
üretilen yerinde muhtemelen çöpe gidecekti: Bunu Çayır’ın yeniden ısıttırıp
Fatih-Palu mezatına getirdiği, dandik yağlı (10 kilo falan her kezinde)
böreklerden biliyorum. Bu ikilem, yemekhane yemekleri gibi zehirlenme demek
olacak, oldu bile: Bir evsiz çok yediği helvadan 1 günde ishalden 15 kez
tuvalete gittiğini anlatmıştı 10 gün önce.
Çorba
yazılacaak, yaaz.
(15 Aralık 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder