Önbilgi:
Woolf’un dedikleri, linke de kısaltılarak alınmış ama ben onların da yalnızca belli
yerlerini alıntıladım ve çifttırnakladım ve artı kalınlaştırdım.
“Aşağıdaki
metin ise Woolf’un 29 Nisan 1937 yılında BBC radyosunda ‘Words Fail Me’
(Sözcükler Beni Yanıltır) başlığı altında yaptığı konuşmalardan birinin uzunca
bir kısmı. Bu program kaydı Woolf’un sesiyle tanışmamızı sağlayan, bugüne kalan
tek kayıt. Bu konuşmasının başlığı ise ‘Craftsmanship’ (Zanaatkarlık).”
“Şu muhteşem ‘kızıla boyamak’
sözcüğünü örneğin, ‘sonsuz denizler’i hatırlamadan kim kullanabilir? Eski
günlerde, tabii ki İngilizce yeni bir dilken yazarlar, yeni kelimeler icat edip
onları kullanabiliyorlardı. Bugünlerde de yeni kelimeler icat etmek kolay, ne
zaman yeni bir manzara görsek veya yeni duygular hissetsek dudaklarımızdan
dökülüveriyorlar, ancak onları kullanamıyoruz, çünkü İngiliz dili eski.”
Bir yazarın
kendi dilini öldürmesi ne ilginç. Tabii ki Türkçe’de 1930’larda, 1960’larda,
1990’larda, başka dillerde olmayacak biçimde, peşpeşe dönüşümler yaşandı ve
asıl önemlisi Türkçe, 1930’dan itibaren, şu anki biçimiyle yoktan var edildi,
onun doğmasını engellemek isteyenlere karşın. Yeni bir dil olmak iyidir yani.
Tabii ki
İngilizce, böyle bir dönüşüm yaşamadı ama Shakespeare var, onun İngilizce’ye
kazandırdığı 2.000 küsur sözcük var ondan 300 küsur yıl sonra bile, bunların
200 küsuru hala kullanılıyor.
Tamam
işte, kendine güvenen yazar borazancıbaşı, yaratırsın sözcükleri, sonra da onları
zamana bırakırsın.
“Yepyeni bir kelimeyi, aslında
çok açık ama aynı zamanda esrarlı bir nedenle; bir kelime tek ve ayrı bir
varlık olmadığı, diğer kelimelerin bir parçası olduğu için eski bir dilin
içinde kullanamazsınız.”
Buna
‘dil alaşımı’ deniyor ve önesürülenin tersine bu, hep yapılageldi. Zaten,
Shakespeare zamanında da İngilizce dilsel olarak eskiydi.
“Yeni kelimeleri uygun bir
biçimde kullanmak için, başlı başına yeni bir dil icat etmek zorundasınız...”
Tam öyle
değil:
Bir:
Türkçe’de
bu, Batı ve Doğu dilleri arasında Öztürkçe sözcükler oluşturumu olarak yaşandı.
Sonra da, eşanlamlı ama 3 ayrı kültürel kökenli 3 sözcük, aynı dilde nüanslı
anlamlar kazandı.
İki:
Eğer
felsefeci iseniz, işiniz zaten yoktan dil ve düşünce var etmektir. Felsefe
tarihine geçmiş tüm felsefeciler de, yeni sözcükler ve yeni bir dil yaratmıştır
zaten ama tüm edebiyatçılar değil.
“Çünkü şu anda en azından yüz
profesör geçmiş edebiyat üzerine dersler verirken, en az bin eleştirmen bugünün
edebiyatını eleştirirken ve yüzlerce genç erkek ve kadın İngiliz edebiyatı
sınavlarını en yüksek notlarla geçiyor olmasına rağmen, ders görmediğimiz,
eleştirilmediğimiz, öğretilmediğimiz dört yüz yıl öncesinden daha iyi yazıp, o
zamandan daha iyi okuyor muyuz? Bizim modern George dönemi edebiyatımız,
Elizabeth dönemi edebiyatına bir yama mı?”
Woolf’a
burada yalnızca ‘yuh’ diyorum.
'Kelimeler sözlüklerde değil,
zihinlerde yaşar.'
Sözcükler;
sözlüklerde, zihinlerde, kitaplarda ve kültürlerde yaşar, doğar, ölür. Hiçbiri,
bir diğerini engellemez ve 1-4 arasında tüm kombinasyonlar mümkündür.
“Merasim ve adetlerle bizim kadar
ilgili olmadıkları doğrudur. Asil kelimeler, avam kelimelerle çiftleşir.
İngilizce kelimeler canları isterse, Fransızca kelimelerle, Almanca
kelimelerle, Hintçe kelimelerle, Siyah [Negro] kelimelerle evlenirler. Aslında,
sevgili İngilizce annemizin geçmişini ne kadar az kurcalarsak, bu
hanımefendinin itibarı için o kadar iyi olur. Zira kendisi başı boş dolaşan
alımlı bir genç kızdır.”
Hayır.
Bugün büyük-büyük İngilizce sözlüklerde İngilizce’nin 100 dilden sözcük aldığı
görülür. Bu, bir dili öldürmez. Zaten kakao, kakaodur ve öyle de söylenir,
Mayaca da olsa ve artı Türkçe’de de.
“Saflıklarının veya katışık
hallerinin tartışılmasından hoşlanmazlar. Eğer Saf İngilizce Topluluğu
oluşturursanız, hemen Katışık İngilizce Topluluğu kurarak size kırgınlıklarını,
bunun sonucu olarak da çok modern bir dilin yapay hiddetini göstereceklerdir;
bu püritenlere karşı bir protestodur. Aynı zamanda oldukça demokratlardır; bir
sözcüğün diğeri kadar; eğitimsiz kelimelerin eğitimliler kadar; işlenmemiş
kelimelerin işlenmiş olanlar kadar güzel olduğuna inanırlar, onların toplumunda
rütbe ve unvanlar yoktur. Ne bir kalemin ucunda bağlamından koparılmayı ne de
ayrı ayrı incelenmeyi severler.”
3
bölümlü bir saptama dizisi:
Bir:
Evet,
Türkçe’de de aynısı oldu. Farklı tercihler oldu. Ben melezleme taraftarıyım.
İki:
Ben
şöyle derim: Entek dil de, sokak dili de farklı niteliklerdedir, biri diğerinden
daha değerli değildir: Sıradan insanların mektuplarının, en değerli yazarların
eserlerinden daha nitelikli dile getirimler taşıdığını, onlarca sıradan insanın
mektubunu toplamış biri olarak, kesinkes biliyorum.
“Cümlelerde, paragraflarda, bazen
sayfalar boyunca birlikte yaşarlar. Kullanışlı olmaktan nefret ederler; para
kazanmaktan nefret ederler; herkesin önünde onlarla ilgili dersler
verilmesinden nefret ederler. Kısaca, onları sadece bir anlamla ile damgalayan
veya onları tek bir yaklaşıma hapseden her şeyden nefret ederler, çünkü değişim
onların doğasıdır.”
Sözcükler
para kazandırabilir. Yazar, aç ölmeyi tercih edebilir. 2 durum, birbirinden
istatiksel olarak karşılıklı bağımsızdır. Son bölüm için ise şu saptama: Kafka,
onun sözcüklerini bugün anladığımız anlamda kullanmadı, çünkü toplama kamplarını
hiç görmedi, öngörüsünü sınayamadı yani.
“Onları (sözcükleri) bir anlama
sıkıştırıyoruz, kullanışlı anlamlarıyla, treni yakalamamızı sağlayan
anlamlarıyla, sınavları geçmemizi sağlayan anlamlarıyla...”
Ben,
buna ‘semantemleri geçici olarak sabitlemek’ diyorum. Yani, aynı yazar aynı sözcüğü çok çok ayrı anlamlarda
kullanabilir, kullanmıştır da, özellikle de yaşamı uzunsa. Bunun için ilk ve en uygun sözcük ölüm’dür.
Sonuç:
Woolf,
dilbilimden ve dil tarihinden anlamıyormuş, onu gördüm.
Bilmediğini
öğrenecek bir epistemik momentte de değildi ama bilmediğini bilmek, her zaman
bir yazarın sorumluğundadır.
Victoria
dönemi süslülüğü, Woolf’ta hala yaşıyormuş.
Sonuç-sonuç:
Kendi
ati bir oda ama boş bir oda, kendine ati bir dil ama boş bir dil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder