Tam başlık: “Neden ‘Mona Lisa
Overdrive’ ‘Neuromancer 3’ Olamadı ve/ya Neden ‘Ghost in the Shell 3’ Olamayabilecek?”
20. Yüzyıl’ın son 11 yılı çok
büyük değişimlere sahne oldu ve bunun izleri siyasetten tüm alanlara yayıldı.
Aradan geçen 20 yıldan sonra, bunları yorumlamak bir nebze daha kolaylaştı.
Başlığımız uzun ama kısa
biçimiyle bir negasyon. Negasyon; değilleme, olumsuzlama, hayırlama, eksileme,
öteleme gibi, birbirinden oldukça farklı anlamlarda olabilecek vektörleri
imler. Felsefecilerin çoğu, felsefenin negasyonsuz bir hiç olduğunu önesürer,
çünkü her yeni akım, bir öncekini değillemiştir ve böylelikle düşünce evrimi
dizileri yaşadık. Örneğin, felsefe tarihinde 10 büyük metafizik ekol vardır ve
hepsi birbirini değiller.
Görmek istediğimiz, yaşanan
olayların olumlu ve olumsuz yönleri. Bunları birbirinden ayırıp, olumluları
seçmek gibi bir niyetimiz yok, çünkü bu, düşüncelerin bütünlüğünü bozmak olur.
Aristo’nun kategorilerini 2.500 yıl sonra bile, tüm yanlışları ve eksikleriyle
olduğu gibi kullanıyoruz. Bu, tarihsel ve sanatsal moment belirlemede daha
kesinlik sağlayan bir uslamlama.
Şimdi, konumuzu başlıklar olarak
irdelemeye çabalayalım:
Bir:
‘Soğuk Savaş = Post-modernizm’
dönemi bitti. Bunları kategorik olarak özdeşlemiyoruz, dönemsel olarak aynısını,
1945-1988’i imliyoruz.
İki:
Japonya için, butoh-anime
avangard sanat dönemi bitti, yani Japonya bu sanat dallarını besleyen mazlum
(büyük A ile ‘Acı çeken’) rolünü terketti. Şimdilerde, aynen anime Vexville’de
olduğu gibi, Tokyo kentini füzelerle koruyor ki bunu ABD’nin New York için
yapamadığı, 11 Eylül 2001’de ortaya çıktı. Artı: Japonyalı düşünürler,
Hiroşima-Nagazaki kurbanlığının, Japonya için artık geçerli olmadığını yıl
2000’de belirtmişlerdi (bakınız ‘The Drama Review’ 2000 sayıları).
Üç:
Bilimkurgu romancılar, yazarlar,
sanatçılar, stres altında, gevşekken olduklarından daha yaratıcı (idi / imiş).
(Bakınız: Rollo May ‘Yaratma Cesareti’.)
Dört:
Yaratıcılık açısından kişi, değil
kültürel momentleri, kendi momentlerini bile koruyamayabiliyormuş. Yani, tarih
alçalırken yükselen sanatçılar, Bosch gibiler, 500 yılda 1 çıkabiliyormuş.
(Bakınız: Modern resmin 1. Dünya Savaşı’ndan sonra inişe geçmesi, 2. Dünya
Savaşı’ndan sonra bitmesi.)
Beş:
Sanatsal fütürizm (1907),
fütüroloji (1940), teknolojik neo-fütürizm (2000’ler), zaman ve mekan olarak
çakışmayabiliyormuş. (Her birinin tarihi için bakınız Wikipedia.) Bunun birkaç
anlamı var: Bir: Eşdeğer düşünce kategorileri, Aristo mantığı, Euclid
Geometrisi, Newton Fiziği gibi ayrı yerzamanlarda yaratılabiliyor. İki: Gelecek
için farklı tasarımlar var ve bir bölümü geleceği yok etmek üzerine dayalı,
buna ‘gelecek faşizmi’ diyebiliriz ve bunu uygulayan örnek ülke olarak ABD’yi
verebiliriz..
‘Neuromancer’ 1984, ‘Count Zero’
1986, ‘Mona Lisa Drive’ 1988 yazımı, yani hepsi sözü edilen tarihsel
değişimlerden önce yazılmış ama sonuncunun içindeki gerilimsizlik aşırı ortada.
‘Ghost in the Shell 1’ 1995,
‘Ghost in the Shell 2’ 2004 yapımı, yani ikisi de sözünü ettiğimiz tarihsel
olaylardan sonra yaratıldı ama öyküsünün sonunda herşey boşta kalıyor ve
sünüyor. Oshii, çok az film yapan biri ve selüloit film ‘Avalon’u çok zayıf bir
film örneği, yani normal film yapamıyor. ‘Amazing Lives of the Fast Food
Grifters’ 2006 yapımı ve deneysel bir film. Yani, ana anlatı ve siberuzay
izleğini bırakıyor. Oralara bir daha geri dönemeyebilir.
Siberuzayla ilintili sanat
eserleri yaratıldığında, siberuzay yalnızca bir tasarımdı. Bugünse, 15 yılda
dünyaya tümüyle yayılmış internet var. İlginçtir, ‘Ghost in the Shell 2’de adı
geçse de, fiilen internet bu eserlerin hiçbirinde yoktur ama taa 1974 yazımı
John Brunner’in ‘Şok Dalgası Süvarisi’nde vardır. Siberuzaysa, 1982 yapımı
‘Tron’da vardır.
Demek ki durumumuz şu:
Bir: Sanatçılar, Kafka’nın
deyimiyle, çıplak derili bireyler olarak, geleceğe karşı daha hassastır, Kafka
‘Ceza Sömürgesi’nde toplama kamplarını öngörür ama bunu bilinçlice ayırsamaz,
yoksa kaçardı ki ailesi kaçamadı. Bunu yitirirlerse, yaratıcılıkları uçar
gider.
İki: İşte bu nedenle, yani
siberuzay zehirlenmesi tasarlanmadığı için, internet insanları daha öncekinden
daha aptal ve daha cahil yaptı, çünkü tıpkı 1. Sanayileşme sonunda metaya
olduğu gibi, üretim tüketimi geçti ve beyaz gürültü oluştu. İnsanlar, 360
derecelik her yöne öteleyen düşünce vektörlerini okuyunca, oldukları yerde
kilitleniyorlar. Eğriyi doğrudan ayırma yetileri sıfıra limitleniyor. Toplumsal
zihinbilimin kurallarına göre, bir bölümü ilk, bir bölümü orta, bir bölümü son
duyduklarına inanıyor. Kavramları birbirinden ayıracak okumayı, üniversite
mezunları bile yapmamış oluyor. (Bakınız: G-7 ülkelerinde kitap okuma oranı
ayda 1.) Bu koşullarda birşeyler bilebilmek veya eğriyi doğrudan ayırabilmek
için, en az 1.000 temel kitap okunmuş olmak zorunda. NASA’da veya CERN’de
çalışan biri bile bu 1.000 kitabı önbelleğinde her an tutabilecek yetiye sahip
değil. O nedenle, batıda ırkçılık ve haçlı seferi zihniyeti yeniden yükseliyor.
Üç: Bu durumda, sanatçılar da
tarih aşağı gider, öyle de oluyor. Oysa, öncü olmayan sanat, sanat değildir.
Öncü sanatın öldüğü, 1968’den beridir önesürülüyor ama butoh ve anime ondan
sonra yaratıldı. Öncü sanat sürekli yer değiştirir ama bu süreç hemen
ayırsanmayabilir.
Sinema, 9 temel sanatsal alan
içindeki öncülüğünü yitirdi mi? Hayır. Bu konuda hiçbir ipucu yok. İnanılmaz deneysel
örnekler sergileniyor, herkes arayış içinde ama ‘iç gözünde doğru yön bulma
yetisi’ olanlar azaldı gibi, çünkü stres azaldı. Oshii ve Gibson da, bunlardan
2 tanesi yalnızca. Gibson’un ‘İdoru’su 10 üzerinden 1 alabilir, öncülük
açısından. Düşünce içeriği sıfıra yakındır ve en güçlü savlarından biri olan,
popüler kültürün geleceği gösterdiği, daha 1930’larda toplumsal gerçekçi
eleştirmenler tarafından değillenmişti.
Öyleyse ne yapmalı?
Kendi hesabıma, ‘Ghost in the
Shell’ için, öykü parçacıkları tasarlıyorum. Gibson içinse, ‘Sprawl
Üçlemesi’ndeki siberuzaydaki yıldız-zeka nasıl bir şey olabilirdi konusu var.
Gerçekçilik sınırları içinde, bu yol şimdilik kapalı. Onun yerine, Dünya’yı
ev-gezegen kabul etmeyen, insan değil, trans-, post-, meta-hümanizm vektörlerini
araştırıyoruz. Sanat ve sinema eserlerinde tabii...
Bilim ve teknoloji, şu anda
uygulamada bilimkurgunun tahayyül gücünü geçmesine karşın, kuramda tahayyül
gücüne sahip değil, çünkü bu 1. Bilim’in mekanik determinist takıntısından
ileri geliyor. Daha 2. Bilim kurulacak ve daha sonra da Tam Bilim, tıpkı 1. ve
. Sanayileşme’nin birleşip, ‘Tam Sanayileşme’ olacağı gibi...
Yıl 2250’den söz ediyoruz.
Demek ki bu durumda kültürel bir
duralama tanımlıyoruz. Tarihte ve sanatta böyle boşluklar çok görüldü. Sinemada
da görüldü. Televizyon ve video, sinemaya 2 kere feci darbe vurdu. Bu arada,
dünya bilgisayar oyunu cirosunun sinema cirosunun yarısına ulaştığını da
eklemek gerekli, çünkü oyun demoları tümüyle kısafilmler ve filme çekilen oyun
çok, oyuna geçirilen film de çok. Gelecekte bunların birleşik olacağını
böylemek için kahin olmaya gerek yok, bugün diziler de film sayılıyor ve
‘imdb’de yer alıyor ve yalnızca video için çekilen filmler hala var, yalnızca
VHS yarı yarıya gitti, VCD gitti, DVD geldi, galiba o da gidici (Bakınız
Bluray).
Demek ki bir harmanlanma,
melezlenme tanımlıyoruz. Eski ustalar bunu ıskalayabiliyor. ‘Ghost in the Shell
3’ü, 1951 doğumlu Oshii yerine, 1991 doğumlu biri tasarlayabilir belki. Onlar,
bilgisayarsız ve internetsiz hiç yaşamadılar.
Oysa, sözünü ettiğim her 2 sanat
eserinin de çoktan yaratılmış olmasını dilerdim. Öncülleri olan, yalnızca o 4
sanat eseri, bana en az 1.000 sayfa yazdırdı. Yıl, 10000’e (on bin) uzanan bir
dünya sistemi-gelecekbilim sentezini artı 2.500 yıldır becerilemeyen Aristo-Lao
Tzu sentezini becertti.
Kültürel dedem Kafka ve kültürel
babam Fassbinder, 1995’te yolda kaldı. Tam da o zaman animeyi, butoh’yu,
siberuzayı birarada ve peşpeşe buldum. Müthiş bir zihinsel ivmeydi: Değil
Dünya’yı veya Güneş Sistemi’ni, Samanyolu’nu bile aştım, ‘Neuromancer’da da
daha az da olsa, öyle oldu.
O ivmeyi özlüyorum. 50 yaş
eşiğindeyim. Bu, yaşıtlarım için ‘ortalama yaşam beklentisi’nin aşağı yukarı
sonu demek. Kuyruğu titretmeden önce, o kitabı okumak ve o filmi seyretmek, ya
da kendim yaratabilmek isterdim. 10 sene daha yaşarsam zor ama 20 sene daha
yaşarsam, yaparım sanırım.
Kafka’nın ve Fasbinder’in erken
öldüğünü görmek çok üzücü ama çok yaşayan Arthur C. Clarke’ın bilimkurgu
romanlarının yerlerde sürünmesini (‘Rama’ dizisi) görmek de üzücü. Bertrand
Russell ve Bernard Shaw gibi 90’ında yaratıcı kalabilmeyi tüm sanatçıların
başarabilmesi imkansız. İngilizce bile bilmeyen Mamoru Oshii’nin bir Doğulu
olarak ve Japonlar’ı meta-kültü yapan bir Batılı olarak William Gibson’ın
yaratıcılık açısından yokuş aşağı gittiğini görmek de üzücü ama herkesten de
Rainer Werner Fasbbinder gibi 36 yıla 50 film, 20 oyun, 10 kitap, bilmem kaç
tiyatro yönetmenliği sığdırmasını beklemek imkansız. Onunla ilgili bir
belgeselde, onu tanıyan herkes, onun arkasından 10 yıl sonra bile hüngür hüngür
ağlıyordu ve erkek sevgilisi onun yüzünden AIDS’ten ölüyordu ama hala ona
aşıktı.
Demek ki neymiş?
Santçının yayaşımnda ve
yaratısında ‘trajik’ ve ‘ontik’ olanın eksikliği başlamış. Post-modernizm, tam
da bunu bayrak yapmıştı zaten ama post-2-modernizm 11 Eylül 2001’de bitti ve şu
an post-3-modern dönemdeyiz.
‘Dün dündür cancağızım, yarın
için bize yeni şeyler lazım’... Uzayın ve siberuzayın ötesinde, hatta
ölümsüzlüğün ötesinde... Onu da, Oshii yapamayacağa benziyor. Başkası muhakkak
yapacak ama ne zaman?
(24-26 Şubat 2008)
Dipnot: 2008’de ‘Ghost in the
Shell 1’, ‘Ghost in the Shell 2.0’ adıyla yeniden kurgulanarak piyasaya
sürüldü. Bu durum, öngörümüzün gerçekleşmesi yönünde bir ipucu oluşturdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder