Yeni bir Orta Çağ’ın parametrelerinden biri de, artan göçmen sayısı
olmakta...
Ancak nedense, kimsenin aklına gidenler ve kalanlar arasındaki ayrımları
irdelemek gelmemiş.
Bir bakalım:
“Türkiye'de geçen yıl 2 milyon 317 bin 814 kişi şehir değiştirirken, en
fazla göç alan şehirler sırasıyla İstanbul, Ankara ve İzmir olarak gerçekleşti.”
Demek ki neo-liberalizm, hala İstanbul’u taşı toprağı altın saydırıyor.
Neo-liberalizmin son 30 yılında en 15 milyon kişi kentlere göç etti.
Bunun % 1-5’i sınıf atladı. Geri kalanı ileri marjinal oldu ya da ekmek
için çöp karıştıran.
1960-1990 arasında 4 milyon Türk yurtdışına gitti. 1 milyonu falan yabancı
ülke yurttaşlığına geçti. Epeyisi emekli oldu. Bunların 1., 2. 3. kuşak
çocukları ise 500.000 ile 1 milyon kişi arasında bir nüfus olarak Alamancı
kırması, yani ne Türk, ne de Alman olarak aramızda yaşıyor. On binlerce kişi
tarikatlara para kaptırdı.
Aynı süreçte ve dönemed, gevşeyen sınır korumamızdan, yılda 250.000 kişiden
7-8 milon kişi içeri girdi. Rivayete göre, 1 milyonu Türkiye’de çalışıyor ve/ya
ikamet ediyor.
Bir de İran 1980’den, Bulgaristan’dan, Halepçe’den, Suriye’den transit kaçanlar
var. Onlar da milyonu geçiyor.
Bulgar Türkleri arasında Türkiye-Bulgaristan arasında 3 kere gidip gelenler
tanıdım. Onlardan biri, eğer Bulgaristan Türkiye’ye karşı savaşsaydı, hangi
taraf para veriyorsa, o tarafta savaşacağını açıkça beyan etti.
Suriye göçmenlerinin Hatay halkını ve ekonomisini nasıl alt üst ettiğini
hala okuyoruz.
Yani:
Göç şişede durduğu gibi durmuyor.
Göç aslında kültürel-topolojik bir yoğrulma. Daha önce hiç yüzyüze gelmemiş
2 kültür karşılaşıyor, çarpışıyor ve çıngar çıkarıyor. Yani multi-kulti, boş
bir hayalden ibaret. Baksanıza, Merkel bile ondan vazgeçti.
İronik olan, yeni rönesansın fermentasyonunu ve yeni kültürel üretim
güçlerini de bu göçler sağlayacak. Kapalı kültürlerin AB’ninki gibi gevşediğini
ve dinamizmini yitirdiğini görüyoruz genelde.
Yani, 2 ucu feçesli değnek bu
göç konusu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder