Otobiyografi üzerine okurken ve yazarken bulmayı arzuladığım arzuladığım
malzemeleri bir türlü bulamadım. Ben de oturdum, o olası tasarımların bir bölümünü
karaladım, karalama çünkü bu konu hakkında ilk kez yazdım, yani son 8 yıldır,
yani son yazma aşamamda.
30 bin sayfa yazmış durumdayım. (Bu konuda rekor bende değil, onu belirtmiş
olayım.)
Bunun 3 bin sayfası günce, 3 bin sayfası mektup.
Bir: Yani, benim için günce ve mektup
otobiyografik edebi formlar. 1984-2013 arasında haftada 1 tempoyla gibi
yazılmış olan bu metinler, soyut varlığımı anı anına değilse bile, günü gününe
imlemiş oluyor.
Bir ayrım burada başlıyor:
İki: Ben bile oturup, şu an 50 yıllık
yaşamımı yazsam, o son 30 yılı farklı yazarım.
Üç: Biyografi otobiyografiden çok
farklı olacaktır ama illa ki doğrudanlık açısından eksik olmak zorunda değil,
çünkü bazı yazarlar ister anı anına yazsın, ister 30 yıl sonra yazsın, kendi
yaşamlarındaki güncel ayrıntıları ayırsamada zayıflar ama iyi belgeleyiciler bu
zorluğu aşıyor nasılsa.
Dört: Böylelikle, benim bakış açımdan
söylenirse: Ben, sen ve o olarak otobiyografi ve biyografi, benim soyut varlık
saydığım, başkalarının kendi olarak tanımladıkları şeyi anlatmak durumunda
değil.
Beş: Zaten ek olarak benim özel bir
durumum var: Ben şizofrenik bir kendi-değil’im. (Aynı zamanda insan-değil’im
ama cins’im ve bu da, ‘bir, iki, çok’ ekseninde beni asimetrik yaptı.)
Altı: Benim yaptığımsa, varlığımı
tanımlamak, varlığımı / biyografimi kültüre yerleştirmek ve aynı zamanda
kültürü de varlığıma yerleştirmek oldu. Özel not: Bu Escher’in çift / çok
yansımalı resimleri gibi değil. Yansıma, bir geometrik dönüştürümdür, düz
aynada bile perspektif görsel dönüştürüm vardır. Yani benim anlattığım, benim
içimden geçen kültürün beni değiştirmesini ve yazma yoluyla benim kültürü nasıl
değiştirdiğimi öznel olarak imlemek oldu.
Yedi: Hepsini birleşik alan saysam da;
anı ve portre, özyaşamöyküsel çabama koşut ama ondan ayrı ilerledi. Özellikle
portre yazıktırmalarım, özellikle ‘İstanbulaceze’ ve ‘Güzellemeler’ dizilerinde
olduğu üzere, yine öznel seçimimle oluşan ama kesinkes tarihin momentlerinden
etkilenmiş metinler oldu.
Sekiz: Seyyar sahhaflık gibi, sözel bir
altkültürde de sürekli / yoğunca bulunduğum için, konuşmalarım yazdıklarımdan
biraz farklıdır, bunu da imlemiş olayım. Bazı kuramcılar bunun gerekli ve/ya
kaçınılmaz olduğun önesürer ama ben o kanıda değilim.
Dokuz: Tarihte ünlü kişelerin belki
binde biri otobiyografi yazar ve onların çoğu, artistlerinki gibi lüzümsuz
(Hildegard Knepf gibi) ve çarpıtılmış ve başkalarınca yazılmış (Knepf gibi yine)
olur.
On: Edebiyatçıların otobiyografi
eksikliği ise, pek tahammül edilir bir durum değil. Romanlarında doğrudan kendi
görüşlerini kullanan yazarların, kendini doğrudan ifadeden kaçınması ironik bir
durum. (Bence buna cesaret edemiyorlar aslında.)
On bir: Otobiyografinin kendini
doğrulama veya itiraf olması da yine tarihsel momentlerle ilintili.
On iki: Fakir Baykurt’un Almanya’ya
eksodusundan sonra, Türkiye okurundan kopması ertesinde, eğer 1995 tarihli 8
ciltlik otobiyografisi olmasaydı, onun eserleri bambaşka kulvarlarda anlaşılmış
kalırdı. Yani otobiyografi yayınlandığı anda da kuşkusuz eserleri etkiliyor.
On üç: Muzaffer Buyrukçu’nun 8 ciltlik
güncesi ise, portreleme-günce alanında tanımlı kalsa da, bize inanılmaz özgün
bilgiler aktardı şimdiden.
On dört: Dolayısıyla otobiyografi türü,
değil eksik, henüz başlamamış bir edebi alan durumunda hala.
On beş: Yine de, 1940-1970 yılları
arasındaki Cumhuriyet dönemi için, özellikle edebi yazarların anılarının 100
tanesi bambaşka bir öznel tarih yazdı bizlere. Asıl önemlisi, yazarlar da diğer
eserlerin tamamına yakınını bilmediği için, böyle bir moment de kayıtlanmış
oldu. Not: O anıları okumak, benim otobiyografi / günce nalayışımı çok
değiştirdi.
On altı: Kendi biyografimi tarihe şöyle
ya da böşle yerleştirmiş olsam da, soyut varlığımı tümüyle tanımlamayı, kendimi
ancak proto-tip / arketip sayarak hayal edebiliyorum. Yani, 30 yılda bu işi
tamamlayamadım ama belki 5-10 yıldır da pek değişmiyorum içsel olarak.
On yedi: 3 bin sayfa güncemi okumayı
kimseye önermem. Çabaya yazık olur bence.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder