Cumartesi, Kasım 23, 2013

Otobiyografi Üzerine Öznel Notlar

Otobiyografi üzerine okurken ve yazarken bulmayı arzuladığım arzuladığım malzemeleri bir türlü bulamadım. Ben de oturdum, o olası tasarımların bir bölümünü karaladım, karalama çünkü bu konu hakkında ilk kez yazdım, yani son 8 yıldır, yani son yazma aşamamda.

30 bin sayfa yazmış durumdayım. (Bu konuda rekor bende değil, onu belirtmiş olayım.)

Bunun 3 bin sayfası günce, 3 bin sayfası mektup.

Bir: Yani, benim için günce ve mektup otobiyografik edebi formlar. 1984-2013 arasında haftada 1 tempoyla gibi yazılmış olan bu metinler, soyut varlığımı anı anına değilse bile, günü gününe imlemiş oluyor.

Bir ayrım burada başlıyor:

İki: Ben bile oturup, şu an 50 yıllık yaşamımı yazsam, o son 30 yılı farklı yazarım.

Üç: Biyografi otobiyografiden çok farklı olacaktır ama illa ki doğrudanlık açısından eksik olmak zorunda değil, çünkü bazı yazarlar ister anı anına yazsın, ister 30 yıl sonra yazsın, kendi yaşamlarındaki güncel ayrıntıları ayırsamada zayıflar ama iyi belgeleyiciler bu zorluğu aşıyor nasılsa.

Dört: Böylelikle, benim bakış açımdan söylenirse: Ben, sen ve o olarak otobiyografi ve biyografi, benim soyut varlık saydığım, başkalarının kendi olarak tanımladıkları şeyi anlatmak durumunda değil.

Beş: Zaten ek olarak benim özel bir durumum var: Ben şizofrenik bir kendi-değil’im. (Aynı zamanda insan-değil’im ama cins’im ve bu da, ‘bir, iki, çok’ ekseninde beni asimetrik yaptı.)

Altı: Benim yaptığımsa, varlığımı tanımlamak, varlığımı / biyografimi kültüre yerleştirmek ve aynı zamanda kültürü de varlığıma yerleştirmek oldu. Özel not: Bu Escher’in çift / çok yansımalı resimleri gibi değil. Yansıma, bir geometrik dönüştürümdür, düz aynada bile perspektif görsel dönüştürüm vardır. Yani benim anlattığım, benim içimden geçen kültürün beni değiştirmesini ve yazma yoluyla benim kültürü nasıl değiştirdiğimi öznel olarak imlemek oldu.

Yedi: Hepsini birleşik alan saysam da; anı ve portre, özyaşamöyküsel çabama koşut ama ondan ayrı ilerledi. Özellikle portre yazıktırmalarım, özellikle ‘İstanbulaceze’ ve ‘Güzellemeler’ dizilerinde olduğu üzere, yine öznel seçimimle oluşan ama kesinkes tarihin momentlerinden etkilenmiş metinler oldu.

Sekiz: Seyyar sahhaflık gibi, sözel bir altkültürde de sürekli / yoğunca bulunduğum için, konuşmalarım yazdıklarımdan biraz farklıdır, bunu da imlemiş olayım. Bazı kuramcılar bunun gerekli ve/ya kaçınılmaz olduğun önesürer ama ben o kanıda değilim.

Dokuz: Tarihte ünlü kişelerin belki binde biri otobiyografi yazar ve onların çoğu, artistlerinki gibi lüzümsuz (Hildegard Knepf gibi) ve çarpıtılmış ve başkalarınca yazılmış (Knepf gibi yine) olur.

On: Edebiyatçıların otobiyografi eksikliği ise, pek tahammül edilir bir durum değil. Romanlarında doğrudan kendi görüşlerini kullanan yazarların, kendini doğrudan ifadeden kaçınması ironik bir durum. (Bence buna cesaret edemiyorlar aslında.)

On bir: Otobiyografinin kendini doğrulama veya itiraf olması da yine tarihsel momentlerle ilintili.

On iki: Fakir Baykurt’un Almanya’ya eksodusundan sonra, Türkiye okurundan kopması ertesinde, eğer 1995 tarihli 8 ciltlik otobiyografisi olmasaydı, onun eserleri bambaşka kulvarlarda anlaşılmış kalırdı. Yani otobiyografi yayınlandığı anda da kuşkusuz eserleri etkiliyor.

On üç: Muzaffer Buyrukçu’nun 8 ciltlik güncesi ise, portreleme-günce alanında tanımlı kalsa da, bize inanılmaz özgün bilgiler aktardı şimdiden.

On dört: Dolayısıyla otobiyografi türü, değil eksik, henüz başlamamış bir edebi alan durumunda hala.

On beş: Yine de, 1940-1970 yılları arasındaki Cumhuriyet dönemi için, özellikle edebi yazarların anılarının 100 tanesi bambaşka bir öznel tarih yazdı bizlere. Asıl önemlisi, yazarlar da diğer eserlerin tamamına yakınını bilmediği için, böyle bir moment de kayıtlanmış oldu. Not: O anıları okumak, benim otobiyografi / günce nalayışımı çok değiştirdi.

On altı: Kendi biyografimi tarihe şöyle ya da böşle yerleştirmiş olsam da, soyut varlığımı tümüyle tanımlamayı, kendimi ancak proto-tip / arketip sayarak hayal edebiliyorum. Yani, 30 yılda bu işi tamamlayamadım ama belki 5-10 yıldır da pek değişmiyorum içsel olarak.

On yedi: 3 bin sayfa güncemi okumayı kimseye önermem. Çabaya yazık olur bence.


Hiç yorum yok: