Pazar, Mart 17, 2013

Süreyya Berfe’yi Üzebilme Olasılığı: Bencesi Bir Güzelleme





Şiirden nefret ederim: Okumaktan da, yazmaktan da...

Şiirin duygularıma da, düşüncelerime de hakaret eden bir edebiyat türü olduğunu düşünürüm. (Uyaklı şiirin, (daha da öteye geçerek) incir çekirdeğine eziyet olduğunu, insanların uyaksız şiire 5.000 yılda geçmesinin de, fecaat bir durum olduğunu düşünürüm.)

Ancak, Berfe’nin ve okurların affına sığınarak, bir adım denedim ve Berfe’nin ‘Şiirden Anladığım’ şiirini yeniden yazdım.

 (Sitedeki sayfa düzeni ile benim okuduğum düzen farklı idi, kitapta (Dünya Yayınları) okuduğum düzeni aktardım)


“ŞİİRDEN ANLADIĞIM

Bilinmeyenlerin
renkten, kokudan, biçimden, ışıktan, kütleden ve
coşkudan, hüzünden, sevinçten, acıdan ibaret olanların
ya da öyle varsayılanların karşısında bilim adamı olmayı
yeğlemem.
Şimdilik yazıyorum, yarın? Bilmiyorum.
Atamız Sokrates, anamız Vislaya Şimborşka öyle dediler:
Bil-mi-yo-rum.
Ben onların hala cahil bir öğrencisiyim.

Şiirsel olanla şiir arasında bir fark yoktur.
Hatta çok küçük bir fark da yoktur.
Gözle görülür, elle tutulur koca bir uçurum vardır.

Akıl ile duyguyu, özgürlük ile doğayı
karşı karşıya getirirsek şiir ezilir, kesik süte benzer.

Hala yazıyorum. Demek ki anadilimi tam anlamıyla
                                   öğrenememişim.
 Jean Genet yazdıklarından ötürü mahkum olmuş.
 Fransızcayı en iyi kullanan yazarlardan biri olan Genet
     "Fransızcayı
 iyi okuyup yazabilseydim mahkum olmazdım." demiş.
Bütün varlığımla katılıyorum.

Anadilimi ne kadar iyi bilirsem, anadil bilincim ne kadar gelişirse
Şiirimin sınırları da o kadar genişler, dünyamın da.

Şiir olmuş mu? Ben ona bakarım.
Bu yüzden rastlantıya inanmam.Yaza yaza yok edemezsek
Önümüzde rastlantısal bir sözcük yığını durur.
Onu şiir sanırız, kendimizi de şair.
  
Şiir olacak malzemeyi önce yürek görür
sonra göz, daha sonra da akıl.
   
Irmaklar ova olmak ister, ovalar ırmak...
Şiir her zaman arada kalır.”


+

Benim metin (ekler ve değişimler kalın):

“ŞİİRDEN ve MANTIKTAN ANLADIĞIM

Bilinmeyenlerin
renkten, kokudan, biçimden, ışıktan, kütleden ve
coşkudan, hüzünden, sevinçten, acıdan ibaret olanların
ya da öyle varsayılanların karşısında bilim adamı olmayı
yeğlerim.
Şimdilik yazıyorum, yarın? Evet. Biliyorum.
Dedem Kafka, babam Fassbinder öyle dediler:
Bil-mi-yo-rum ama seziyorum.
Ben onların boynuz kulağı geçmiş bir öğrencisiyim, biliyorum.

Mantıksal olanla mantık arasında bir fark yoktur.
Hatta çok küçük bir fark da yoktur.
Gözle görülür, elle tutulur koca bir uçurum vardır.

Akıl ile duyguyu, özgürlük ile doğayı
karşı karşıya getirirsek şiir ezilir, çünkü güçsüzdür ve Kasımpaşa’ca eziktir.

Hala yazıyorum. Demek ki anadilimi tam anlamıyla
                                   öğrenmişim.
Jean Genet yazdıklarından ötürü mahkum olmuş.
 Fransızcayı en iyi kullanan yazarlardan biri olan Genet
     "Fransızca
iyi okuyup yazabilemeseydim mahkum olmazdım." dememiş.
Bütün varlığımla katılıyorum.

Anadilimi ne kadar iyi bilirsem, anadil bilincim ne kadar gelişirse
Mantığımın sınırları da o kadar genişler, dünyamın da.

Şiirin devrik dizesi mantık önermesi olmuş mu? Ben ona bakarım.
Bu yüzden rastlantıya inanmam.Yaza yaza yok edemezsek
Önümüzde rastlantısal bir sözcük yığını durur.
Onu mantık sanırız, kendimizi de mantıkçı (Arda Denkel’in kemiklerine ithaf).

Mantık olacak malzemeyi önce beyin görür
sonra korteks, daha sonra da amigdala.

Irmaklar ova olmak ister, ovalar ırmak...
Şiir her zaman çürük kalır, mantıksa belli olmaz.”

Hiç yorum yok: