En son söylenecek en başta söylensin:
Kitabın anafikri:
Eksi toplamlı bir oyun olan toplumsallıkta, optimal negatif sembiyöz, limitsel olarak en uygun olan durumdur.
Yoksa, kitaba adını veren aslanlı yoldaki aslanlar bireyi yer, marjinal bireysiz
toplum da bir hiçtir.
Anlamadınız değil mi? Anlamayın. Belki 50 yılda anlarsınız, belki hiç
anlamadan ölür gidersiniz.
Gelelim başa:
Kitabın içeriği için:
Bu kadar dürüstlük için tebrikler. Yine de söylenmedik şeyler var. O da
anlaşılıyor. Bir okur olarak, o kadar meraklı değiliz, söylemedikleri kendine
kalsın.
Biçim için:
Kitabın fragmanları, otobiyografiden daha çok, köşe yazısı formatında
yazılmış. Araya dolgu metinler konmuş. Sonuç, amorf bir poligon olmuş. Olsun. Bu da, yazınsal bir yöntem-biçim’dir.
Burada işlemiş.
Nişanyan bir aksiyon insanı olarak yaşamış. Tümüyle kuramcı bir yaşam süren
ve bu konuda dersini taa 18 yaşında iken ‘Martin Eden’i okuyarak almış biri
olarak, yaşamöyküsü bana eğlenceli geldi. Doğrusu, orada anlatılanları yaşamış
olmak istemezdim.
Böyle bir yaşam insanın beynini bitirir:
Nişanyan’ı bitirmiş de:
Dinsel hoşgörü bağlamında insanlarla kavga etmiş biri olarak, şu anda dine
hakaretten yargılanıyor ve bilmem kaçıncı kez hapse girecek.
Nişanyan’ı bitiren 17 yıllık evliliği. O konuyla ilgili bölüm, hele bir de
üstüne eski karısıyla yapılan söyleşi kendi
tarafından eklenince, ortaya bir dekreşando
senfonisi çıkmış oluyor. (Bu arada, o söyleşiyi yayınlama iznini nasıl
aldı, epeyi merak ettim doğrusu.)
Nişanyan’ın bitirildiği /tüketildiği / sıfırlandığı genel toplumsal ortamı,
evliliği bölümünden sonraki Şirince bölümü nefis açıklıyor: Bir taşra
monografisi-biyografisi ancak bu kadar estetikçe yazılabilirdi. Alaturka-absürdizm ancak bu kadar açıkseçik
anlatılabilirdi.
Her ne kadar, onun ‘küçük taşra bürokratı’ demesinin yerine, ‘taşra küçük
bürokratı’ demenin daha makul olduğunu düşünecek denli, onun dilsel zayıflığını
görsem de, Zaven Biberyan’dan sonra hiçbir TC vatandaşı Ermeni yazarın
Türkçe’yi, böylesine Şensoy’vari kıvraklıkta kullandığını okumamıştım. Otobiyografinin
devam edeceği belirtildiğine göre, bize de ‘bis bis’ demek kalıyor.
Dipnot: Yazdıklarından dolayı hakkında dava açılan biri olarak, aynı
nedenle hakkında dava açılmış Nişanyan’ın işbu
eleştirilere bir dava açıp açmayacağını da merak ediyorum.
Yangına benzin dökmüş olalım:
Le Carre’nin tuhaf bir casusluk prensibi vardır:
En azılı-usta casus bile, birden çok taraf / kültür / kimlik / kişilik
değiştirdi mi yolunu yitirir, Nişanyan da yitirmiş. Bukowski’nin dediğince, bir
kişi olmak bu kadar zorken, çok kişi olarak yaşamış olmak da birini bitirir,
Nişanyan’ı da bitirmiş.
Bunun kanıtı, içeride birlikte yattığı derin devletçilerin, onun Çatlı’ya
en çok benzeyen kişi olduğunu, ona övgü
olarak söylemeleri.
Çok zombi gördüm. Çok ceset gördüm. Çok biyografi patolojisi (veya nekrografi)
çalıştım. Kafka’dan Fassbinder’e tüm marjinallerin, hangi noktada beden ve/ya
zihin ölümünden kurtulabileceğini, hep onların ölüme tam gaz giden yaşamlarından
izledim. Nişanyan ölüme gitmiyor ama zombiliğe gidiyor ki belki zombi oldu bile...
Bence Nişanyan, artık Şensoy gibi, bir zamanlar nefret ettiği ihtiyarlardan
biri oldu ve kendisine yapılmasından bir zamanlar nefret etmiş olduklarını, şimdi
kendisi başkalarına yapıyor. Daha ağır saptama: Geri dönüş veya kurtarma operasyonu da olamaz artık.
Yine de bunlar anlaşılacak denli, kendi
otobiyografinin bağırsaklarını deşmek, tebrike bir kez daha layık.
Kapanış epilogu:
Kuram hala eylemden üstün. Öyle olmasa daha makul
ama öyle hala...
Artı:
Praksise, kuram-eylem birliğine belki
yüzyıllar var hala...
Dipnot: Kitabın künyesi:
Aslanlı Yol, Sevan Nişanyan, Liberte Yayınları / Biyografi - Otobiyografi -
Monografi Dizisi, 2. hamur, 1. basım, İstanbul 2012, 360 sayfa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder