Blog yazdığım sitelerden biri, Mart 2013 için okurların hangi arama
sözcükleriyle o siteye ve yazılara geldiklerine ilişkin bir döküm yayınladı.
Bu konu uzun süredir aklımda idi. Düşüncelerim de o verilerin desteklediği
yönde idi ama elimde dayanak yoktu. Bu dayanağı o veriler sağladı.
Arama başlıklarından 100 tanesinin 80 tanesi, tahmin edilebileceği gibi, tek
bir ödev konusu idi. Gerisi tek tek, nokta atışı sorular idi, çoğu da yine
geçici gündemle ilgiliydi.
Konunun 4 çapraz yönü var:
Bir: Aramalar kel alaka nedenlerle,
burada ödev nedeni ile yapılıyor. Yani kimse oturup da, herhangi bir şeyi
gerçekten öğrenmek için, alan taraması ve araştırması yapmıyor. Eğer bir metin kazara
bulunduysa, bu ikinci bir taramada anlaşılamasın diye değiştirilerek ödev
yapılacak ve arama durdurulacak.
İki: Hala bu konu ile ilgili, arama
motoru taraması açısından kullanılabilecek, bunun (80 tanenin) katları kadar işlevsel
başlık var üretilebilir olarak. Bu da durumu rasgeleleştiriyor, yani bu
başlıkları güvenilmez kılıyor.
Üç: Türkçe’de sıfır düzeyde olan,
yakın anlamlı konuda, 1. ve en uzak 6. anlam ilintileri arasında kalan
başlıkların listelenmesi, ilginç bir dilbilim tartışması olurdu. Asıl hedef de
bu nokta.
Dört: Aramaların bir bölümü soru
kipinde. Bu alanda ilk Hakia deneme yaptı ama başarıya ulaşamadı. Sorudan yanıt
kipine yönelik arama ve tarama yapma, olağan insanlar için bile zor, dilbilim
açısından zor ve buna hiç dikkat edilmedi şimdiye kadar. Sorunsalın çözümü,
daha önce çeviri süreçleri ve cümle parçalama sırasında karşılaşılan
zorluklardan, benzetme yoluyla çıkarsama yoluyla bulunabilir.
Gelelim kendi yazarlığıma:
13 yıldır blog yazıyorum. Son 7 senedir gelecekbilim konusunda yoğunlaştım.
Son 2-3 senedir yazdıklarımın toplu bilisizlikte kendine kalıcı yer bulduğuna
ikna oldum. Deneme amacıyla yayınladığım İngilizce metinler bile, 50’nin
üzerinde ülkeden okur / bakar buldu.
İzlediğim kadarıyla, bu toplu bilisizlik konusu şöyle işliyor:
Olağan bir insan, ilk duyduğu şeyi hemen kabul etmiyor, hatta onu reddediyor ama bilinçaltında da o düşünce yer
ediyor ve o düşünce beyninde değişime uğruyor. Sonra daha çok sözlü olarak, az
da yazılı olarak bunu paylaşmaya başlıyor. İşte bunu okurlarımın tepkilerinden
izlemeye fırsat buldum.
Şimdi can alıcı noktaya geldik:
Bu momentte nokta atışı metinler yazmaya başladım mı?:
2 kez hayır.
Bir: Zaten çok dar bir açıdan okura
hitap edegeldim. Bunu aha da abartmanın gereğini görmedim.
İki: Bu türden bir atış, hedefi
parçalar. Yani, tek bir dinleyiciye, diyelim çömeze sürekli aynı ve dar bir diskur
çekersen, onun beyni dümura uğrar, senin düşüncen de yiter gider. Bunun yerine
açısal yaylım atışla, ‘ya tutarsa’ yaklaşımı işledi, demek ki işleyebilir /
işleyebilecek. Not: Bunu kopya çektim, Aristo’nun ve Lao Tzu’nun düşüncelerinin
uzun zamanlar ve mekanlar içinde yolculuğunu örnek aldım.
Tersine bakalım:
Türkiye’de düşünce içeren bir makalenin okuru zaten üniversite mezunu
düzeyinde. Ne yazık ki hala kimse etkin dil biliyor durumda değil, o aşama
kullanılamamış henüz. (Bunu da okurlarımdan izledim.) İkisinin birleşiminde,
herhangi bir okur fragmanındaki okur tepkileri aşağı yukarı belli oldu,
internet için yani, üstelik Facebook için ayrı, bloglar için ayrı olarak ve
aynı okurlar için.
Belli olan şu:
İnanılmaz bir dağınıklık var. Bu Wikipedia okuru için de geçerli. En çok
aranan başlıklara baktığınızda, tüm bunların hepsini birarada okuyan birinin,
düşüncesel açıdan hiçbir yere varmayacağını görürsünüz, tıpkı bin polisiye
roman okumanın insanı pek bir yere vardırmadığı gibi.
Bundan ne çıkar?:
Düşüncesel evrim olarak Aristo’dan beridir fazla bir yol almadığımız ortaya
çıkar. Ancak şu sıralar yeni bir Orta çağ’a girdiğimiz için de, bu olağan bir
durum. Sonuçta, Aristo ölür ölmez de, Antik Yunan çökmeye başlamıştı.
Çok daha eski bir yol, metinleri taşa falan işleyip gömmek.
İkinci bir yol, olabildiğince çok internet sitesine metin yüklemek. 10
yılda 10’un üzerinde, onlar için yazdığım site kapandığı için, Blogger gibi
daha büyük odaklar tercih nedeni oluyor tabii ki. Yine de garantisi yok.
Ancak ikinci şık önemli: Bir düşünce, eğer yeterince yoğun olarak ve uygun
biçimde formüle edilmiş ve ifade edilmiş ise, o düşünce 5.000 yıla kadar artabilen
bir süre boyunca, toplu bilisizlikte korunup kuşaktan kuşağa aktarılabiliyor.
Örneğin, bugün birçok klasik eserin orijinaline sahip değiliz, aktarma olarak onlardan
haberdarız ama o kadarı bile bize yetiyor.
Gelecekbilim konusuna dönersek, 2 ustam vardı: Flechtheim ve Asimov. İkisi
de iktidarla, yani partilerle çalıştılar, yani entellektüel açıdan bağlandılar. Boynuz kulağı geçermiş, (ister
BDP, ister MHP olsun) herhangi bir parti için parayla rapor yazarım ama
herhangi bir partiye üye de olmam, oy da vermem, onlar için çalışmam da. Yazdığım
raporları da, kamuya açık olarak yayınlamış olurum. Tarafsızlık veya kronik oy vermezlik anlayışım böyle bir
şey, çoğu kimseye abuk sabuk gelebilir.
Sonuç:
Beyin özgürdür ve özgür kalması daha iyi oluyor gibi. Bakınız tüm tarih.
Bir de tuhaf bir gözlem var:
Senden nefret edenler veya etmesi
gereken statüde olanlar, senin düşüncelerini daha iyi taşıyor ve yaşatıyor
gibi.
Dipnot: İşte bu nedenle sosyal medya üzerinden reklamlar ve kullanıcı
profili apartmaları pek bir işe yaramaz. Haa, belki bu düşünce odaklamalı
metin, bir pazarlama şirketine ilham verir, onu bilemem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder