Çarşamba, Mayıs 01, 2013

Nokta Atışı Metin


Blog yazdığım sitelerden biri, Mart 2013 için okurların hangi arama sözcükleriyle o siteye ve yazılara geldiklerine ilişkin bir döküm yayınladı.

Bu konu uzun süredir aklımda idi. Düşüncelerim de o verilerin desteklediği yönde idi ama elimde dayanak yoktu. Bu dayanağı o veriler sağladı.

Arama başlıklarından 100 tanesinin 80 tanesi, tahmin edilebileceği gibi, tek bir ödev konusu idi. Gerisi tek tek, nokta atışı sorular idi, çoğu da yine geçici gündemle ilgiliydi.

Konunun 4 çapraz yönü var:

Bir: Aramalar kel alaka nedenlerle, burada ödev nedeni ile yapılıyor. Yani kimse oturup da, herhangi bir şeyi gerçekten öğrenmek için, alan taraması ve araştırması yapmıyor. Eğer bir metin kazara bulunduysa, bu ikinci bir taramada anlaşılamasın diye değiştirilerek ödev yapılacak ve arama durdurulacak.

İki: Hala bu konu ile ilgili, arama motoru taraması açısından kullanılabilecek, bunun (80 tanenin) katları kadar işlevsel başlık var üretilebilir olarak. Bu da durumu rasgeleleştiriyor, yani bu başlıkları güvenilmez kılıyor.

Üç: Türkçe’de sıfır düzeyde olan, yakın anlamlı konuda, 1. ve en uzak 6. anlam ilintileri arasında kalan başlıkların listelenmesi, ilginç bir dilbilim tartışması olurdu. Asıl hedef de bu nokta.

Dört: Aramaların bir bölümü soru kipinde. Bu alanda ilk Hakia deneme yaptı ama başarıya ulaşamadı. Sorudan yanıt kipine yönelik arama ve tarama yapma, olağan insanlar için bile zor, dilbilim açısından zor ve buna hiç dikkat edilmedi şimdiye kadar. Sorunsalın çözümü, daha önce çeviri süreçleri ve cümle parçalama sırasında karşılaşılan zorluklardan, benzetme yoluyla çıkarsama yoluyla bulunabilir.

Gelelim kendi yazarlığıma:

13 yıldır blog yazıyorum. Son 7 senedir gelecekbilim konusunda yoğunlaştım. Son 2-3 senedir yazdıklarımın toplu bilisizlikte kendine kalıcı yer bulduğuna ikna oldum. Deneme amacıyla yayınladığım İngilizce metinler bile, 50’nin üzerinde ülkeden okur / bakar buldu.

İzlediğim kadarıyla, bu toplu bilisizlik konusu şöyle işliyor:

Olağan bir insan, ilk duyduğu şeyi hemen kabul etmiyor, hatta onu  reddediyor ama bilinçaltında da o düşünce yer ediyor ve o düşünce beyninde değişime uğruyor. Sonra daha çok sözlü olarak, az da yazılı olarak bunu paylaşmaya başlıyor. İşte bunu okurlarımın tepkilerinden izlemeye fırsat buldum.

Şimdi can alıcı noktaya geldik:

Bu momentte nokta atışı metinler yazmaya başladım mı?:

2 kez hayır.

Bir: Zaten çok dar bir açıdan okura hitap edegeldim. Bunu aha da abartmanın gereğini görmedim.

İki: Bu türden bir atış, hedefi parçalar. Yani, tek bir dinleyiciye, diyelim çömeze sürekli aynı ve dar bir diskur çekersen, onun beyni dümura uğrar, senin düşüncen de yiter gider. Bunun yerine açısal yaylım atışla, ‘ya tutarsa’ yaklaşımı işledi, demek ki işleyebilir / işleyebilecek. Not: Bunu kopya çektim, Aristo’nun ve Lao Tzu’nun düşüncelerinin uzun zamanlar ve mekanlar içinde yolculuğunu örnek aldım.

Tersine bakalım:

Türkiye’de düşünce içeren bir makalenin okuru zaten üniversite mezunu düzeyinde. Ne yazık ki hala kimse etkin dil biliyor durumda değil, o aşama kullanılamamış henüz. (Bunu da okurlarımdan izledim.) İkisinin birleşiminde, herhangi bir okur fragmanındaki okur tepkileri aşağı yukarı belli oldu, internet için yani, üstelik Facebook için ayrı, bloglar için ayrı olarak ve aynı okurlar için.

Belli olan şu:

İnanılmaz bir dağınıklık var. Bu Wikipedia okuru için de geçerli. En çok aranan başlıklara baktığınızda, tüm bunların hepsini birarada okuyan birinin, düşüncesel açıdan hiçbir yere varmayacağını görürsünüz, tıpkı bin polisiye roman okumanın insanı pek bir yere vardırmadığı gibi.

Bundan ne çıkar?:

Düşüncesel evrim olarak Aristo’dan beridir fazla bir yol almadığımız ortaya çıkar. Ancak şu sıralar yeni bir Orta çağ’a girdiğimiz için de, bu olağan bir durum. Sonuçta, Aristo ölür ölmez de, Antik Yunan çökmeye başlamıştı.

Çok daha eski bir yol, metinleri taşa falan işleyip gömmek.

İkinci bir yol, olabildiğince çok internet sitesine metin yüklemek. 10 yılda 10’un üzerinde, onlar için yazdığım site kapandığı için, Blogger gibi daha büyük odaklar tercih nedeni oluyor tabii ki. Yine de garantisi yok.

Ancak ikinci şık önemli: Bir düşünce, eğer yeterince yoğun olarak ve uygun biçimde formüle edilmiş ve ifade edilmiş ise, o düşünce 5.000 yıla kadar artabilen bir süre boyunca, toplu bilisizlikte korunup kuşaktan kuşağa aktarılabiliyor. Örneğin, bugün birçok klasik eserin orijinaline sahip değiliz, aktarma olarak onlardan haberdarız ama o kadarı bile bize yetiyor.

Gelecekbilim konusuna dönersek, 2 ustam vardı: Flechtheim ve Asimov. İkisi de iktidarla, yani partilerle çalıştılar, yani entellektüel açıdan bağlandılar. Boynuz kulağı geçermiş, (ister BDP, ister MHP olsun) herhangi bir parti için parayla rapor yazarım ama herhangi bir partiye üye de olmam, oy da vermem, onlar için çalışmam da. Yazdığım raporları da, kamuya açık olarak yayınlamış olurum. Tarafsızlık veya kronik oy vermezlik anlayışım böyle bir şey, çoğu kimseye abuk sabuk gelebilir.

Sonuç:

Beyin özgürdür ve özgür kalması daha iyi oluyor gibi. Bakınız tüm tarih.

Bir de tuhaf bir gözlem var:

Senden nefret edenler veya etmesi gereken statüde olanlar, senin düşüncelerini daha iyi taşıyor ve yaşatıyor gibi.

Dipnot: İşte bu nedenle sosyal medya üzerinden reklamlar ve kullanıcı profili apartmaları pek bir işe yaramaz. Haa, belki bu düşünce odaklamalı metin, bir pazarlama şirketine ilham verir, onu bilemem.

Hiç yorum yok: