Perşembe, Aralık 24, 2015

Bitpazarı Şerefsizliği

Önnot: Alıcı ve satıcı olarak, o bitpazarı şerefsizliğini yaklaşık 30 yıldır yaşayan ve yaşatan biriyim. İğneyi önce kendime, çuvaldızı sonra başkalarına...
Oya Baydar, Doğu Almanya çöktüğünde oradadır. Oradaki bitpazarlarını şöyle anlatır:
“Sonra Frankfurt’ta nehir kenarından kurulan bitpazarının o yıllardaki hali... Doğu’dan gelenler neler çıkarmamışlardı ki pazara: delinmiş, yırtılmış, ortalarındaki komünizm simgeleri kesilip çıkarılmış Doğu Almanya ve Romanya bayrakları; yırtılmış parti afişleri, halk milislerinin kızıl yıldızlı kasketleri...”
Liste uzayıp gidiyor. Aradan 25 yıl geçti ama biz TC’de onları hala satıyoruz.
Bu durum, Dünya’da da böyle, Türkiye’de de böyle yani...
TC, bunu bildiğim kadarıyla en az 2 dalga olarak yaşadı:
Bir:
1928-1929’da eski yazı tasfiye edildiğinde.
İki:
1990’larda köyleri yakılanlar, İstanbul’da azınlıkların evlerini yağmaladığında. Kapılar bile söküldü.
Bitpazarlarında herşey satılır, bir evden çıkabilecek herşey.
Bunların önemli bir bölümü kişilerin mahrem eşyalarıdır.
Ayrıca bunların içerikleri, tam bir gayrıresmi tarihtir ve gündelik yaşamın kültürolojisidir.
Ölmüş insanların nasıl yediğini, nasıl içtiğini, nasıl ettiğini, nasıl aşk yaptığını öğrenirsiniz onlardan.
Bunu fotoğraflardan okumayı Kaan Akoba iyi yapıyor.
Bunu kişisel / mahrem mektuplardan okumayı Reha Ülkü yapıyor.
Ancak, biz yine de belli saygı kalıpları içinde kalıyoruz bunları yaparken.
Asıl satıcılar, herşeyi parçalıyor, aşağılıyor, özellikle de meslek-içi sohbetlerinde, vd, vb...
3 sol cenah kişisinin terekesinin hurdacılarda ve ardından bitpazarlarında ayaklar altında ezildiğini bizzat gördüm:
Mehmet Ali Aybar, Tarık Zafer Tunaya ve Emil Galip Sandalcı.
İlki ailesinin, diğer ikisi terekelerin bağışlandığı kurumların bilgisi dahilinde.
Ve o sayede bugün o 3 kişinin öznel tarihçesi, asla ve kata yazılamayacak duruma geldi.
Osmanlı’nın önemli kişilerinin de başına aynı şeylerin geldiğini, yakılan (arkaları eski yazılı) Fruchtermann kartpostallarından biliyoruz, torunlarının anlatılarından biliyoruz.
2015’te satılan Enver Paşa terekesine devlet el koydu ki hukuken böyle bir hakkı yoktur.
En acı bölüm, ümmilerin okumuşların herşeyine karşı olan aşağılık kompleksinde.
Bir de esnafın kendi malına karşı olan saygısızlığında ve kişisel şeysellişmişliğinde.
Çünkü Osmanlı-ardı dönemde ilk adım antikacılardı, bitpazarları değil.
Kendimce, sıradan insanlara saygı ve ilgi duyarım epistemik açıdan, Enver Paşa gibilere değil. 2 tane, sıradan insanların mektuplarından oluşan kitap hazırlamış durumdayım. Ölümümden sonra yayınlanacaklar.
Bu bir günah çıkarma değil, ‘yangında kurtarılabilir ne var?’, sorusunun yanıtını arama, şahsi yanıtımda.
Teselli ikramiyesi ise şöyle:
Onları alan ilk kuşak koleksiyonerler ölmeye başladı. Artık aynı malları ikinci ve üçüncü devir olmak üzere satar olduk. Ki bu batıda da aynen ve kezlerce böyle yaşanmış.
Yani:
Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?
Bu yazıyı tüm esnafa ve koleksiyonerlere ithaf ediyorum...

Siz başkalarının mezarına ederseniz, birileri de sizin mezarınıza eder...

Hiç yorum yok: