Yaklaşık
30 yıllık seyyar sahhafım.
Yaklaşık
30 yıldır kitap müzayedelerini izlerim. Raslantıyla, benim kitapçılığa
başlamamla, yeni kuşak kitap müzayedeleri akımı da çakıştı.
Kitap
mezatları Osmanlı’dan beridir varsa da, yeni anlamıyla yaklaşık 2000’den beridir,
çöp mezatı / tepsi mezatı olarak, süregelmekte ve kitabın yanında efemera ve
obje de satılmakta.
Yani,
kültür ürünleri koleksiyonerliği son 30 yıldır epeyi yaygınlaştı gibi ülkemizde.
1989
gibi tanıştığım galerici Yahşi Baraz, Türkiye’de doğru dürst resim koleksiyoneri
olmadığından yakınmıştı. Oysa bugün, her ay 1-2 resim müzayadesi var. Satış
oranları da 0 değil tabii ki.
Müzayade,
mezatın daha büyüğüdür ve daha pahalısıdır. Nitelik olarak da, mezatlarda ürün,
daha çok satıcılar arasında el değiştirir.
Yayıncı
Fatih Erdoğan, 1995 gibi yazdığı ‘Mantıcıda Kitap Satmak’ başlıklı yazısında, o
zamanlar yeni başlayan kitapçıların, kitap hariç her şeyi satması konusunu
ironik bir dille irdelemişti ve o zaman henüz süpermarketlerde portakalların
yanında kitap satılmıyordu.
Olay
kapitalistleşince, biraz da şovlaştı. Münadi olarak konuyu şovlaştırma alaturka
çizgisinin patenti Uğur Bey’de sayılır.
Eskilerden
o varsa, yenilerden de Ziyaver Bey piyasaya girdi, 2009 gibi.
Kendisi,
şair olacakken satış mümessili olmuş bir zat. Emekli olunca da, nedense
profesyonel münadi olmaya yöneldi. Kendisi, ‘buna ‘kültür şov’diyormuş,
öğrendik. Kültürün şovu olur mu, olursa nasıl olur,u bir kenara bıraktık
şimdilik.
Bense,
avam çizgide kaldığı için, Şişko Mehmet’in şovmenliğini yeğlerim. Kendisi büyük
otel müzayedelerinden birinde, rakılı kafayla, Aydemir Akbaş filminin bir
liralık afişini elli küsur liraya satarak, sıkı şov yapmıştı, çünkü izleyiciler
epeyi gülmüştü, oradan biliyorum. Seks filmi afişi hakkındaki esprileri tahmin
edebilirsiniz.
Bu otel
müzayedeleri içimde derin bir yaradır:
Çünkü
onlardan birinden karides zehirlenesine uğramış ve halen süregelen bir biçimde,
kronik ürtiker olmuş durumdayım. Ancak
oralarda içtiğim rakıları hala unutamam, bugün onun içn 300 kaadı gözden
çıkarmak gerekir, o kadar yani. Artık kalmadı maaflesef onlardan, herkes AKP’sel
hidayete erdi sonunda.
Gelelim
zurnanın zırt deliğine:
Kitap
satışının şov olmasına karşıyım. Çünkü sululuğa karşıyım. Çünkü ciddi bir insanım.
Çünkü müşterimi eğledirmek veya ona hoş vakit geçirtmek gibi bir kaygım hiç
olmadı. Çünkü koleksiyonerlik ciddi bir iştir. Çünkü karılarının evden kovduğu kart horozlar ile bu iş, şovla da olmuyor
(cümle içindeki deyimin patent sahibi, meslektaşımız Deniz Bey’dir). 30 yıldır
elif ile merteği birbirinden ayırmaya öğrenemediler.
Uğur
için sorun yok. Kişilik yapısı belli.
Gazanfer
Bey, emekli Ceo olduğu için, daha ağırbaşlı münadilik yapar ama onun da vitesi,
sizin motoru istop ettirecek denli küçüktür.
Ziyaver
Bey ise, benim gözümde fenomen biri. Türkçe’yi çok özgün bir kullanış biçimi
vardı. Dil yetisi baki ama satış mümessilliği, ona gerçek bilgi çizgisini epeyi
geçirttiriyor. Fodepar yani.
Bunları
niye yazdım?
Bir:
Zaten
yazılacaklardı ve koleksiyonerlik üzerine üçüncü kitabımı yazmaktayım ama % 95’inin
yayınını ölümümden sonraya bıraktım. Bizim işte, doğru söyleyeni çarmıha
geriyorlar çünkü.
İki:
Ziyaver
Bey, münadiliği haftada üçlüyor bugün kısmetse. Tatlı dilini ve güleryüzünü
sevmeyen yok ama ben hala doğru bilgiyi yeğlerim ve artı bilmediğini açıkça söylemeyi
de.
Anlatıda
ne kadar kıvırttım ona okur karar versin ama bu işin bu kadar cıvıtılmasına çok
çok karşıyım. Bu, bizim işin geleceğini öldürüyor. Kısa vadede yukarı zıplama olur
ama orta ve uzun vadede aşağı çöküş görünüyor ufukta.
Ek:
Bugün
baba parasıyla vintaj dükkan açanlar da, bizim işi katledenlerin başında
gelmekte.
Ben de
zorunlu olunca, kendi malımı kendim satmacasına münadilik yaparım. Kimi berbat
sesime katlanamaz, kimi Feneon tipi tarzımı beğenir.
İğneyi
kendimize, çuvaldızı başkasına.
Ne
yapalım, kalkıp Ziyaver Bey’i görelim bir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder