Sıfır: Giriş:
Daha önceki fotoğraf eleştirilerimizde, klasik yağlıboya resim geleneğinin
görsel dili, bugünün fotoğrafından daha farklı, daha derin ve en önemlisi daha
metaforik kullanabildiğini, ressamların kurmaca-derleme konusunu,
fotoğrafçılardan çok daha iyi becerdiğini ve bunun nedeninin tek bir tablo
yapımına aylar ayrılırken, zamansal ve mekansal derinlik ve kolajlama
olanaklarının çok daha fazla kullanıldığını, ayrıca resim geleneğinde felsefe
ve metafor olduğunu imlemiş ama doğrudan bu konuyu pek irdelememiştik.
Aslına bakılırsa, aralarındaki ilinti, en az 100 başlığa yayılacak kadar geniş
bir alana yayılmış durumda. Bu 100 metin yazılsa bile, yazılmamış bir şeyler
geriye kalırdı, çünkü her ikisinin de anlatı olanakları, tümüyle henüz
haritalanmamış durumda.
O nedenle, elimizden geldiğince geniş bir yelpazede gezinen örneklemelerle
yol alacağız ama metinlerin sonunda konuyu da boşta bırakacağız.
Bir: Klasik yağlıboya resimlerden
fotoğraflar yapmak:
Vermeer’in küpeli kızın 3 fotosu (biri filmden ama onu en iyi o
resmediyor).
Burada tuhaf olan şey, 21. Yüzyıl Holywood oyuncusu kadın tiplemesinin,
klasik tablodaki tiplemeden daha çok, o dönemin tipine benzemesi.
İki: Resme veya fotoğrafa bir şey
saklamak:
Resim örnek: Elçiler tablosunda saklı kurukafa.
Klasik yağlıboya resimde, resmin içine bir şeyler saklamak bir gelenek.
Bunun nedenleri olarak, saklanan şeyin doğrudan resmedilmesi durumunda ters
karşılanacağı, bu tür akıl oyunlarının çekici gelmesi gibi birçok neden
sayılmıştır.
Fotoğraftan örnek var mı?
Üç: Ünlüler geçidi panoraması:
Bir tane de fotoğrafın önde olduğu bir konu seçelim dedik. Onlarca ünlü
sinema oyuncusunun birarada olduğu geniş panoramalar böyle bir örnek. Eskiden
bunları düzenlemek br zanaatmış, çünkü malumunuz oyuncular birbirini pek
çekemedi için, aynı kadraj içinde değilse bile, birbirine yakın olarak
fotoğraflanmayı pek sevmezlermiş. Fotoğrafçının bir işi de bunu gözönüne
almakmış.
Resim açısından bu, ilginç bir örnek olsun diye böyle düşündük, belli bir
zaman dilimi (diyelim 10 yıl içinde), zamanın ünlü ressamların otoportrelerini
ayın kadraj içinde kolajla çerçevelemek.
Asıl önemlisi bu, bugünün fotoğraf düzeltisi yazılımlarıyla /
programlarıyla çok daha rahat becerilebilir.
Resimde ise bu, Platon’u ve Aristo’yu biraraya getiren Raphael’in
tablosunda gayet açıkseçik gözleniyor. İşin içine bir de o dönemin Antik Yunan
kültürel yorumu da giriyor. Ayrıca, resmin görsel dili açılım gereği, o dönemki
görsellik anlayışını da izleyebiliyoruz.
Resimde Platon’lu tablo.
Dört: Hiperrealizm:
Yüksek çözünürlüklü bir fotoğraf çözünürlüğünde yağlıboya tablo yapma akımı.
“postmodern ve hatta daha da ötesi, çağdaş sanat dalları içerisinde
nitelendirilebilecek 1970-80 ler dönemlerinde; bir takım amerikalı ressamların,
fotoğraf gibi çizdikleri resimleri barındıran sanat türü.”
Bu konu, Ingres’de ve resimlerinde simgelenen bir biçimde, 19. Yüzyıl’da
klasik yağlıboya resmin görüntü mükemmeleşmesi ile fotoğrafın icadının
çakışması durumunda dondurulmuş bir kültürel gelenek içermekte. (Ingres, resim
yaparken fotoğraf kullanmamıştı, en azından bildiğimiz kadarıyla.)
Burada gözden kaçan nokta, fotoğrafın resme karşı ilan edilmiş görsel
çözünürlük üstünlüğünün hiç tartışılmamış olması. Başka bir nokta var ki o da
gözden kaçıyor (ama teknik bir konu): 2 x 4 metre gibi ebatlardaki bir
fotoğrafın seri üretiminin çok zor, maliyetinin de çok yüksek olması gerçeği
mevcut. Oysa klasik yağlıboya için, böyle bir ebat artışında, üssel artan sorun
sözkonusu değil.
Daha da ilginç bir durum var: Klasik yağlıboya (biraz da duvar resmi /
fresk geleneğinden gelen bir biçimde), böylesi devasa kadrajlı anlatımlara
zaten açık. Fotoğraf içinse, bu kadar büyük kadrajlı konu anlatımı geleneği
yok: Sonuçta, bin veya on bin insanı birarada portrelemek pek farketmez.
Fotoğraf rötüşlandığında çözünürlüğü, hiperrealizminki kadar veya altında
olabiliyor. Dolayısıyla, ikisinin arasındaki sınır yok gibi.
Hiperrealizm buna (her iki alanı da tatmin eden) ara bir çözüm getirebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder