Bir:
Kathryn Bigelow.
Alıntı 1:
(‘Hurt Locker’ için): “Savaşın küçük kirli sırlarından biri, bazı
erkeklerin onu sevdiğidir. Açığa çıkarmaya çabaladığım şey, 21. Yüzyıl savaşı
kavramı içinde, kahraman olmaya bakmaktır.”
Yorum 1:
İyi de o film, tümüyle faşo-maçoluğu güzellemedir.
Bir de, savaşı bazı erkeklerin sevmesi, pek sır değildir. Ayrıca, yine bu
film bir savaş güzellemesi, yani 21. Yüzyıl’ın savaş kavramı içinde, bir
kadının savaşı sevmesi olmuş.
Alıntı 2:
(Yine ‘Hurt Locker için, aynı sayfada): “Bu kazanılamaz bir savaş, peki
niye oraya asker gönderiyoruz?”
Yorum 2:
İlk saptama gibi, bu da totolojik. Soru şöyle sorulabilirdi: “ABD,
kazanılamaz bir savaşa asker göndererek, ne kazandı?”
Bu sorunun farklı yanıtları var. Kimi kalıcı bir ABD tekkutuplu global
hegemonyasını öneriyor, kimi en güçlü devletlerin kendi sonlarını
kazanamayacakları savaşlara girerek kendilerinin getirdiklerini öneriyor. İkisi
de, pekala parça parça ve/ya birarada geçerli olabilir.
*
İki:
Cavani.
‘Gece Bekçisi’ zamanında epeyi gürültü çıkartmıştı.
Buradaki temel kadın-değil konsepti şu:
Bir kadın bir kadını onun klasik
mazlum rolünden başka, zalim erkeklerle gönüllü işbirliğine giren bir rolde
göstermişti. (Bunu dolaylı olarak, proleterya ve burjuvazi için, vatandaşı
Gramsci de savunur.)
İşbirlikçi kadın ve onun zalim erkeği, diğer zalim erkeklerce
cezalandırılıyordu öyküde. Bir de ikili, kaçabilecekken kendi kısırdöngülü
kişisel yaşamlarını sürdürmeyi yeğliyorlardı.
Cavani’nin Arendt ile benzerliği, ikisinin de aykırı bir şeyler söylemekten
dolayı cezalandırılması.
Cavani’nin Arendt ile karşıtlığı, Arendt gibi mücadeleci-devrimci bir kadın
tipini değil, teslimiyetçi-işbirlikçi kadın tipini öne çıkarması.
Hangisinin nerede, ne zaman, ne kadar, nasıl kadın davasına yarar ve zarar
sağladığının yol gergefi, ilginç izlekler çizmiş.
Cavani’nin kadın-değil sayılmasının nedeni, kadıncı kadın değil olması.
Bunun da nedeni, eserin özgün durumunun başka bir kadın (Barbara Alberti)
olması. Alberti, kadının klasik kaybeden rolüne karşı yazan biri olarak
görürmüş kendini. Bu yazarlarca yaratılan klişe-tip’ler de, cinsel özgürlüğü abartı yönünde yaşama
olarak tezahür etmiş kabul ediliyor bazılarınca.
*
Üç:
Ursula K. Le Guin.
Toplumsal statüsü olarak, ödüllendirilmiş bir baba ve ödüllendirilmiş bir
koca ile ödüllendirilmiş bir yaşam sürer iken, cezalandırılmış tipleri
olumlayarak yazması ikilemi, ancak ona bu denli cuk oturabilirdi.
Erkek faşo-maçoluğunu tersyüz edip, ev-gezegene
bağımlı bir insan türünün global annesi olan bir matriyarkal faşist kadın imajı
üretti.
En önemli sayılan eserinın özü ve bir eserinin adı ‘daima eve dönmek’tir.
Ev de kadındır. Büyük K ile Kadın.
Yeryüzü Üçlemesi’nde de erkek kadına geri döner en en sonunda.
Guin, yönetmen değildir ama birkaç eseri filme çekilmiştir. (Çok şükür ki
‘Mülksüzler’ hala çekilmedi.) ‘Yerdeniz’in filmi de, animesi de fecaattir.
Sanki ona inat yapılmışçasına, eserin anafikrinin çürüklüğü, ikisinde de
sürekli öne çıkarılır.
Ancak kabul edelim:
3’ü içinde entellektüel olan odur: Geçeri olmasa da, ‘geleceğin
arkeolojisi’ kavramını icat temiştir, ABD’nin atom bombalarının günahını
yüklendiğini beyan etmiştir.
Ancak bu kadarı, onun düşüncesel hatalarını ödemiyor.
*
Çıkış:
Kadınlar neden böyle?
Neden yetersizliğe sığınıyorlar?
Niçin savaşmıyorlar?
Niçin sevgilerini faşistleştiriyorlar?
Niçin düşünmüyorlar?
Şavalak erkek Borges’in dediği üzere:
‘Metafizik (öteleme / aşkınlaşma) duygularının olmadığı’ndan dolayı mı?
Metfizik, nasıl ki fiziki değilleyerek, ontoloji’yi bir bilim dalı
kılıyorsa; kadınların da, ister metafizik kullanarak, ister bir yol bulup ve/ya
yaratıp, dişil-düşünce’yi bilim
kılmaları gerekli.
Ayrıca, bunun için:
Dün, tarihte çok geçti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder