Cuma, Eylül 13, 2013

Gavur İstanbul



Roma ve İstanbul büyükkentleri; hem devletlerin, hem de uygarlıkların başkenti olabilmiş ve yüzyıllar boyunca hem uygarların, hem de barbarların iştahını kabartmıştır. Ne de olsa, hazıra konmak insanın doğasında var gibi.

İstanbul da, hiç olmazsa 400-1600 arasında, gerçekten dünyanın başkenti olmuş sayılabilir.

Dolayısıyla, hem Batılı, hem de Doğulu istilacıları cezbetmiş bu kent. Yani, bizler İstanbul’u fethetmeden önce, Latinler / Katolikler kentin epeyi canına okumuşlar. Gavur Beyoğlu, taa 1200’lerden ve Latin İmapratorluğu’ndan kalma bir yerleşim kurulumudur.

İstanbul’da 72,5 millet olduğu söylenir. Çingeneler, o buçukuncu sayılır ama bugün Kasımpaşa’da 3 Çingene altetnisi ve mahallesi bulunduğuna göre, onlar da 1’den çok gavur sayılabilir. Not: Eskiden insandan sayılmayan Çingeneler’in, Fatih İstanbul’u şeyttrirkene, tek onların zanaatı olan gemi mıhı yapımı sayesinde, Kartaca ve öküz derisi hesabı, sağ bacaklarıyla İstanbul’a Kasımpaşa üzerinden girmişler ve bir daha da çıkmamışlardır. (Eskiden İstanbul’a özel izinle ve pasaportla girilirmiş efenim.)

Çağlar boyunca kültürlerin yoğrulması ve harmanlanmasında temel faktör olan göç olgusu, 20. Yüzyıl’ın ikinci yarısında ayrı bir akış kazandı: Bugün 4 milyon Türk yurtdışında ki bu o zamanki nüfusun % 10’u eder. Alamancılar’ın ne denli gavur kırması olduğunu okurlarımıza bırakıyoruz.

1980’lerin iç savaşı ve neo-liberalizmi üstüste binince, Türkiye sınırları kevgire döndü. Şu anda kabul edilen resmi veri, yıllık 250 bin kişinin bizi transit-aktarma ülke olarak kullandığı yönünde.



Bu transitlerin bir bölümü elbette TC sınırları içinde istopluyor. Örneğin, 1980 sonrasında 1 milyon gayrımüslim / laik İran vatandaşı ülkülerinden tüymüş ve bir bölümü hala öyle olmak üzere, Türkiye’de istoplamıştı, bu olguya bizzat tanığımdır.

Evren sayesinde ülkemize gayrınizami çift dalan Arap lümpen küçük sermayesi, hala öyle olmak üzere, en azından ramazanlarda para yemek üzere, ülkemizi peçete niyetine kullanır oldu. Büyük olanı ise, bizi tuvalet kağıdı niyetine kullanıp, sevda tepelerimizi fethediyor ama Tayyip gibiler, onları yeniden fetih (reconquisition) eylemeye hiç mi hiç niyetlenmiyor nedense.

1990 ertesinde ise, önce Doğu Avrupa, sonrasında öyle denilen Türki cumhuriyetler vatandaşları da, ülkemizi ‘yine de şahlanıyor ammaan’ biçiminde resmen fetih eylediler.

Afrika konusu ise bambaşka bir alem. 1980 öncesinde BÜ yatakhanelerinde çürümelerini neredeyse seyredeceğimiz siyahiler, son 10 yılda ülkemizin kaçak parfüm ve saat pazarını tekellerine aldılar. Bugün Tarlabaşı, Dolapdere ve Kasımpaşa apartmanlarının bodrum dairelerinin neredeyse tamamında onlar mukim. Üstelik siyahi kardeşlerimiz, 1990’lı yıllarda ufak bir Silopi sürgünü ve linç dalgasını da göğüslemişlerdi.

Resmi abilerimiz arada bir ağızlarından, ülkemizde 1 milyon kaçak gavur işçi ve 500 bin kaçak hayat kadını (bilinen adıyla ‘Nataşa’) bulunduğu bilgilerini kaçırıveriyorlar.



Ülkemizdeki nüfus sayımlarında 1965’ kadar sorulan anadil sorusu sayesinde, ülkemizde 100’ün üzerinde halk olduğunu biliyoruz. Buna Roma zamanında Anadolu’ya savaşmaya gelip yerleşen 40 bin Katalon gibiler dahil değil.

Yukarıda sayılan göçsel akımlarla bu sayı 150’yi geçmiştir.

Devamında:

1965 ertesinde satımı yasaklanan Batı kökenli vatandaş mülkleri, son yıllarda kağıt üzerinde onların torunlarına geçince, sarıkafalar da İstanbul’da çoğaldı ve orayı yeniden ve bir daha gavurlaştırıyor.

Jentrifikasyon; kilise, Catehay vakfı, bürokrasi, vd sayesinde, mülkler kağıt üzerinde epeyi el değiştirip, büyük sermayenin koynuna giriveriyor. Örneğin, 5 yıl önce girilmez olan Beyoğlu ara sokakları, hostellerle ve ‘apart’larla dolup taştı şimdiden.

Devlet-i alimiz ise, bunu defterdarlık üzerinden yapıp, 100 yaşını geçmiş görünen mülk sahiplerinin mülklerini devletin hanesine kaydedip, sonra bunu ilk iktidar partisi destekçisine devir eylemekte de epey başarılı oldu.



Arada bir gerçek daha var:

1980 sonrasında kentlileşen 15 milyon kişi, her dini bayramda ve yaz tatillerinde şehirlerarası yolculuk yapıyor, yani ‘hadi köyümüze geri dönelim’ oluyor. Yazın İstanbul’da trafik falan kalmamasından bu belli zaten. Sevgili AKP hükümetlerimiz ise, okulların yaz tatil süreleriyle oynayıp, bunu ‘ceteris paribus’lu bir deney kıldı.

Böylelikle, 15 milyonluk İstanbul’un nüfusunun tamamına yakını yeni vatandaşlı oldu. O ‘eski İstanbullular’ geyiği de, saçmalığını kanıtlamış oldu. Sahiplerin kölelere semerlik etmesi, ancak Genet oyunlarında olur. Eskiğ İstanbullular da öyle yaptılar.

Bu durum, şahane bir açıkhava tımarhanesi sayın seyirciler, pardon muazzam bir antropolojik deney.

Neleri gözlüyoruz bu kobaylarda efenim?:

Bir: Köylü kente ve kentliye her daim düşmandı ve hala da öyle.

İki: Kent kültürü çok kırılgan.Yeni orta çağ dönemi, bir kez daha bu kültürün çöküşüne ve dağılmasına tanık oluyor. İstanbul ve öyle denilen İstanbullular da öyle.

Üç: İstanbul hala Türkiye’deki tek kent(-imsi), çünkü gavur...

Es.




Hiç yorum yok: