Roma ve İstanbul büyükkentleri; hem devletlerin, hem de uygarlıkların
başkenti olabilmiş ve yüzyıllar boyunca hem uygarların, hem de barbarların
iştahını kabartmıştır. Ne de olsa, hazıra
konmak insanın doğasında var gibi.
İstanbul da, hiç olmazsa 400-1600 arasında, gerçekten dünyanın başkenti
olmuş sayılabilir.
Dolayısıyla, hem Batılı, hem de Doğulu istilacıları cezbetmiş bu kent.
Yani, bizler İstanbul’u fethetmeden önce, Latinler / Katolikler kentin epeyi canına
okumuşlar. Gavur Beyoğlu, taa 1200’lerden ve Latin İmapratorluğu’ndan kalma bir
yerleşim kurulumudur.
İstanbul’da 72,5 millet olduğu söylenir. Çingeneler, o buçukuncu sayılır
ama bugün Kasımpaşa’da 3 Çingene altetnisi ve mahallesi bulunduğuna göre, onlar
da 1’den çok gavur sayılabilir. Not: Eskiden insandan sayılmayan Çingeneler’in,
Fatih İstanbul’u şeyttrirkene, tek onların zanaatı olan gemi mıhı yapımı sayesinde, Kartaca
ve öküz derisi hesabı, sağ bacaklarıyla İstanbul’a Kasımpaşa üzerinden
girmişler ve bir daha da çıkmamışlardır. (Eskiden İstanbul’a özel izinle ve
pasaportla girilirmiş efenim.)
Çağlar boyunca kültürlerin yoğrulması ve harmanlanmasında temel faktör olan
göç olgusu, 20. Yüzyıl’ın ikinci yarısında ayrı bir akış kazandı: Bugün 4
milyon Türk yurtdışında ki bu o zamanki nüfusun % 10’u eder. Alamancılar’ın ne
denli gavur kırması olduğunu okurlarımıza bırakıyoruz.
1980’lerin iç savaşı ve neo-liberalizmi üstüste binince, Türkiye sınırları
kevgire döndü. Şu anda kabul edilen resmi veri, yıllık 250 bin kişinin bizi transit-aktarma ülke olarak kullandığı
yönünde.
Bu transitlerin bir bölümü elbette TC sınırları içinde istopluyor. Örneğin,
1980 sonrasında 1 milyon gayrımüslim / laik İran vatandaşı ülkülerinden tüymüş
ve bir bölümü hala öyle olmak üzere, Türkiye’de istoplamıştı, bu olguya bizzat
tanığımdır.
Evren sayesinde ülkemize gayrınizami çift dalan Arap lümpen küçük sermayesi, hala öyle olmak üzere, en azından
ramazanlarda para yemek üzere, ülkemizi peçete niyetine kullanır oldu. Büyük
olanı ise, bizi tuvalet kağıdı niyetine kullanıp, sevda tepelerimizi fethediyor
ama Tayyip gibiler, onları yeniden fetih (reconquisition) eylemeye hiç mi hiç
niyetlenmiyor nedense.
1990 ertesinde ise, önce Doğu Avrupa, sonrasında öyle denilen Türki
cumhuriyetler vatandaşları da, ülkemizi ‘yine de şahlanıyor ammaan’ biçiminde
resmen fetih eylediler.
Afrika konusu ise bambaşka bir alem. 1980 öncesinde BÜ yatakhanelerinde
çürümelerini neredeyse seyredeceğimiz siyahiler, son 10 yılda ülkemizin kaçak parfüm ve saat pazarını
tekellerine aldılar. Bugün Tarlabaşı, Dolapdere ve Kasımpaşa apartmanlarının
bodrum dairelerinin neredeyse tamamında onlar mukim. Üstelik siyahi
kardeşlerimiz, 1990’lı yıllarda ufak bir Silopi sürgünü ve linç dalgasını da
göğüslemişlerdi.
Resmi abilerimiz arada bir ağızlarından, ülkemizde 1 milyon kaçak gavur işçi ve 500 bin kaçak hayat kadını (bilinen adıyla
‘Nataşa’) bulunduğu bilgilerini kaçırıveriyorlar.
Ülkemizdeki nüfus sayımlarında 1965’ kadar sorulan anadil sorusu sayesinde,
ülkemizde 100’ün üzerinde halk olduğunu biliyoruz. Buna Roma zamanında
Anadolu’ya savaşmaya gelip yerleşen 40 bin Katalon gibiler dahil değil.
Yukarıda sayılan göçsel akımlarla bu sayı 150’yi geçmiştir.
Devamında:
1965 ertesinde satımı yasaklanan Batı kökenli vatandaş mülkleri, son yıllarda
kağıt üzerinde onların torunlarına geçince, sarıkafalar da İstanbul’da çoğaldı
ve orayı yeniden ve bir daha gavurlaştırıyor.
Jentrifikasyon; kilise, Catehay vakfı, bürokrasi, vd sayesinde, mülkler kağıt
üzerinde epeyi el değiştirip, büyük sermayenin koynuna giriveriyor. Örneğin, 5
yıl önce girilmez olan Beyoğlu ara sokakları, hostellerle ve ‘apart’larla dolup
taştı şimdiden.
Devlet-i alimiz ise, bunu defterdarlık üzerinden yapıp, 100 yaşını geçmiş
görünen mülk sahiplerinin mülklerini devletin hanesine kaydedip, sonra bunu ilk
iktidar partisi destekçisine devir eylemekte de epey başarılı oldu.
Arada bir gerçek daha var:
1980 sonrasında kentlileşen 15 milyon kişi, her dini bayramda ve yaz
tatillerinde şehirlerarası yolculuk yapıyor, yani ‘hadi köyümüze geri dönelim’
oluyor. Yazın İstanbul’da trafik falan kalmamasından bu belli zaten. Sevgili
AKP hükümetlerimiz ise, okulların yaz tatil süreleriyle oynayıp, bunu ‘ceteris
paribus’lu bir deney kıldı.
Böylelikle, 15 milyonluk İstanbul’un nüfusunun tamamına yakını yeni vatandaşlı oldu. O ‘eski İstanbullular’ geyiği de,
saçmalığını kanıtlamış oldu. Sahiplerin
kölelere semerlik etmesi, ancak Genet oyunlarında olur. Eskiğ İstanbullular da öyle yaptılar.
Bu durum, şahane bir açıkhava
tımarhanesi sayın seyirciler, pardon muazzam bir antropolojik deney.
Neleri gözlüyoruz bu kobaylarda efenim?:
Bir: Köylü kente ve kentliye her daim düşmandı ve hala da öyle.
İki: Kent kültürü çok kırılgan.Yeni orta çağ dönemi, bir kez daha bu
kültürün çöküşüne ve dağılmasına
tanık oluyor. İstanbul ve öyle denilen İstanbullular da öyle.
Üç: İstanbul hala Türkiye’deki
tek kent(-imsi), çünkü gavur...
Es.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder