Tarih bilinçsizliği ayıp değildir, çünkü bilmemek ayıp değildir, öğrenmemek
ayıptır.
(Sürekli geçişsel ve ara dönemlerin üstüste geldiği, özellikle ara ve ana
dönemlerin birbirinin yerine ikame ettiği ve dönüştüğü zamanlarda yaşadık. O
nedenle, böylesi dönemlerde sürüsel kafa karışıklığının artacağını da
biliyoruz, diye de not düşmüş olalım.)
Sözünü ettiğimiz 1960-2010 Türkiye’si.
Çulhaoğlu tarih bilinçsizliğinin hası olan şöyle bir saptama yapmış:
“Örneğin 1960’lar ‘demokratların sosyalistleştiği’ dönem idiyse, bunun geri
planında 1946’dan başlayarak ete kemiğe bürünen bir toplumsal-siyasal
hareketlenme vardır. Bu hareketlenmenin daha sonra Demokrat Parti’den düş
kırıklığına uğrayan bileşenleri yeni arayışlar içine girmiştir ve 1960’lı
yıllarda Türkiye sosyalist hareketinin mücadeleyi ülke sathına yayan yeni
unsurları arasında bu bileşenlerin önemli bir ağırlığı vardır.”
Üf ki ne üf.
Külliyen mafiş bir üf.
Dünya 1968’lileri, 2. Dünya Savaşı ertesi doğan kuşağın gençlik halidir.
Onlar klasik feodal-patriarkal ailenin, G-7’de bile ilk kez tam çöktüğü,
çocukların babasız büyüdüğü, devletin otoritesinin de, 2. Dünya Savaşı yıkımı
nedeniyle, bir tür suçluluk duygusuyla gevşetildiği bir 20 yıllık sürenin
ardından gelmiştir. Yani özgürlük verilidir, kazanılmış değildir, kazanılmış
olan 1978’dir, onun bedeli de 1988’dir. Eğer 1978’deki 2. rauntta kazanılabilseydi, 1980 ertesi tarih atlası
bambaşka çizilecekti. Bu bir.
Biz de ise, biraz ayrı ve bir dış kulvardan gelişen olaylar dizisi yaşandı:
İnönü’nün Serbest Fırka olayından ders almadan yarattığı DP garabeti, çokpartililiği
bugüne dek mümkünsüz kılmaktan başlayıp, 3 darbeye kadar uzanan rezaletler
silsilesinin müsebbibi oldu. O 3 darbenin birincisi, tuhaf bir biçimde sol
gösterip sağ vurunca, ortalıkta yine bir iktidar boşluğu oluştu. Başıboş kalan küçük burjuva ayaktakımı (bizde
Ankaralılar) demokrasicilik oynamaya ve bunu yüzüne gözüne bulaştırmaya
başladı. Sonraki 2 darbeyi de yine kendi yaratıp, yine kendi destekledi. Bu iki.
1960’ta sol sayılan güruh 300 kişiydi belki ama 500 kişi değildi.
1980’de sol sayılan, sempatizanlar dahil 100 bin kişiydi ama bunun
vatandaşlıktan çıkarılan 30 bininin sonraki davranışlarına bakarsan, aslında pek
pek 3 bindi.
Vee: Bunların içinden bir tek dişe
dokunur kuramcı çıkmadı. Türk solunun yüzyıllık nafileliğinin ve
beyhudeliğinin temel kanıtı budur bizce.
Çulhaoğlu da, kuramda tek tek basaraktan bade süzdüğünü gösteriyor bize.
En önemli vurgu: İronik artı komik paradoksal bir biçimde, Türk solu, 1960
ertesinde ya SSCB’ci oldu, ya da Kürdistan’cı. E, bu ne perhiz bu ne lahana
turşusu bilader?
Koskoca ‘1960’ın hemen ertesindeki’ TİP’in sonunu da bu çatışma getirmedi
mi?
Mücadelenin ülke sathına yayılmasına gelince:
Eşkiya isyanı, zaten çok yüzyıllık bir gelenek bu altkıtada. Yani devlet,
dağlarına bir türlü egemen olamıyor ki hala da öyle.
1978’lilerin ülke sathına isyansal yayılması ise, özgün bir vakaydı. Hala
yeterince incelenmedi, özellikle de içeriden bakılarak. Birazını Halid Özkul
yazdı o kadar.
Örneğin, hala kimse Ertuğrul Kürkçü’nün neden sağ olduğunun hesabını
ödetemedi bir türlü.
Bakın, bir tek paragraftaki yanılsamalar zincirinin halkaları say say
bitmiyor.
Konu günümüz aslında. O yüzden parça parça sekerek gidiyoruz:
Taksim Geziciler apolitikti, bunu kendileri söyledi. Bir de, aralarına moruk
solcuları özellikle istemediler. Çulhaoğlu ve hempaları dahil bu kanattaki
herkes, bu harekete sonradan angaje, trampa, yancı (Rus ruleti tipi kumarda
çayı beleşe içen) oldu.
“Haziran direnişinin bu bakımdan ilginç bir yere oturtulması gerekir.
İktidarın Gezi Parkı’na ilişkin niyetleri, bu hareketliliğin katılım
anlamındaki boyutlarını ve coğrafi yaygınlığını açıklamaya yetmez. Ancak, bunun
dışında ‘tikel’ bir tetikleyici bulup göstermek de güçtür. Haziran, bu bakımdan
ilginçtir ve bugün için yapılabilecek tek saptama ‘ertelenmiş tepki’dir. Yani halk
tepki duyduğu gelişmeleri ‘içine atmış’, açık tepkisini ertelemiş, uzun süren
bu erteleme sürecinin bir noktasında da patlamıştır. Kim bilir, ‘yaprak
kımıldamıyor’ döneminin duyulmayan sloganı belki de şuydu: ‘Birike birike
patlayacağız!’ ...”
Ooff of, of ki ne of.
Öncelikle Taksim Gezi hareketi, 2007 anti-Gül hareketlerinden daha
kalabalık bir kitleyi çekmedi meydanlara, daha genç bir kitleyi çekti o kadar ama
28 yaş ortalaması ne kadar genç sayılabilirse tabii ki.
Ara saptama 1: Bu 28 yaş ortalamalı kardeşlerimiz, tarihi ıskalayan 1988’li
ve 1998’lilerin yanına 2008’li olarak karışık salata olmuşkene, artı 10 yıldır
mesai yapan beyaz yakalı beyaz Türk ikene, tıpkı Red Kit’teki Rin Tin Tin gibi,
kafasına taş düştükten 10 vakit sonra, ‘ah’ dedi. E tabi Rin Tin Tin,
ahladıktan sonra, ahlatana yalakalık eder genelde ya da gider yanlış kişiyi
ısırır. Bunlar ise hala kararsız.
Ara saptama 2: 1955-1965 doğumluların bu konudaki tepkisi, en yükseği
lümpen / banal sayılabilecek bir adilikte oldu. Facebook’ta 5 yıl Farmville
oynadıktan sonra, bu konuyu buldular geyik niyetine. Hala geyik yapıyorlar ama
yerleri çoktan huzurevi oldu aslında.
Ara saptama 3: 1978’lilerin 1968’lileri sollayarak hegemonyayı ellerine
almaları gibi, 2018’liler, bu 2008 kırması 2013’lüleri sollayıp, hegemonyayı
ellerine alırlarsa, bu iş yeni bir mecra kazanır kanımızca. Yoksa, küllüm mafiş
eksi tas eski hamam devam olur.
Gelelim ana kritere:
Devrim.
Devrim evet ama ne zaman?
1929’un dedesi olarak 2029’dan önceye alındı, onu biliyoruz. (Bunu başka
metinlerde açımladık.)
Devrim-isyan ilintileri şu an için çok muğlak.
TC halkları devrimi tanımıyor.
İşin daha da kötüsü, savaşı tanımıyor.
Unutmayalım ki o sevgili Rosa’mız, Karl’a uyarak Adolf’u ve von Poppen’i
imal etmişti tarih için. Bizimkiler de Bayar’ı tutmuş (ki bunu Çulhaoğlu satır
arasında söylemiş oluyor), 1971 darbesini ilerici saymıştı.
Yani, hala öldüremediğin düşmanını
güçlendiriyorsun.
Geliyoruz deneylere ve kobaylara:
1968’liler ve 1978’liler gönüllü kobaylardı. Tarih kıyması oldular. Ancak
etleri, tuvalet kağıdı bile olamadı, ayrı konu.
Yeni kuşaklar ise, ‘ölümden önce bir yaşam yok’çu olarak, pek bir beyaz yakalı nihilist durumundalar.
Devrim, şavalak Lenin’le bile yapılır ama bunlarla zor be abem.
E, devrim yoksa, karşı-devrim vardır
ki öyle de olacak gibi.
TC’nin sahte Müslümanlar’ı şeriatı bile beceremeyeceğini kanıtladı, o
nedenle gelen faşizm dalgası sevgili tarih
bilinçsiz takma dişli biladerlerim.
O nedenle Çulhaoğlu biladerim, tarihte yeterince hata eyledin: Gel sen, şu
kantarın topuzunu bir kez daha ayarla...
Ya da, gel sen de ben de, o kantarın topuzu kafamızda yeniden kırılmadan bu
ülkeden kaçalım...
Daha beter oluruz inşaallah...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder