Cuma, Eylül 06, 2013

Metin Çulhaoğlu Güzellemesi: Bir 1968’linin Genel Tarih Bilinçsizliği

Tarih bilinçsizliği ayıp değildir, çünkü bilmemek ayıp değildir, öğrenmemek ayıptır.

(Sürekli geçişsel ve ara dönemlerin üstüste geldiği, özellikle ara ve ana dönemlerin birbirinin yerine ikame ettiği ve dönüştüğü zamanlarda yaşadık. O nedenle, böylesi dönemlerde sürüsel kafa karışıklığının artacağını da biliyoruz, diye de not düşmüş olalım.)

Sözünü ettiğimiz 1960-2010 Türkiye’si.

Çulhaoğlu tarih bilinçsizliğinin hası olan şöyle bir saptama yapmış:

“Örneğin 1960’lar ‘demokratların sosyalistleştiği’ dönem idiyse, bunun geri planında 1946’dan başlayarak ete kemiğe bürünen bir toplumsal-siyasal hareketlenme vardır. Bu hareketlenmenin daha sonra Demokrat Parti’den düş kırıklığına uğrayan bileşenleri yeni arayışlar içine girmiştir ve 1960’lı yıllarda Türkiye sosyalist hareketinin mücadeleyi ülke sathına yayan yeni unsurları arasında bu bileşenlerin önemli bir ağırlığı vardır.”


Üf ki ne üf.

Külliyen mafiş bir üf.

Dünya 1968’lileri, 2. Dünya Savaşı ertesi doğan kuşağın gençlik halidir. Onlar klasik feodal-patriarkal ailenin, G-7’de bile ilk kez tam çöktüğü, çocukların babasız büyüdüğü, devletin otoritesinin de, 2. Dünya Savaşı yıkımı nedeniyle, bir tür suçluluk duygusuyla gevşetildiği bir 20 yıllık sürenin ardından gelmiştir. Yani özgürlük verilidir, kazanılmış değildir, kazanılmış olan 1978’dir, onun bedeli de 1988’dir. Eğer 1978’deki 2. rauntta kazanılabilseydi, 1980 ertesi tarih atlası bambaşka çizilecekti. Bu bir.

Biz de ise, biraz ayrı ve bir dış kulvardan gelişen olaylar dizisi yaşandı: İnönü’nün Serbest Fırka olayından ders almadan yarattığı DP garabeti, çokpartililiği bugüne dek mümkünsüz kılmaktan başlayıp, 3 darbeye kadar uzanan rezaletler silsilesinin müsebbibi oldu. O 3 darbenin birincisi, tuhaf bir biçimde sol gösterip sağ vurunca, ortalıkta yine bir iktidar boşluğu oluştu. Başıboş kalan küçük burjuva ayaktakımı (bizde Ankaralılar) demokrasicilik oynamaya ve bunu yüzüne gözüne bulaştırmaya başladı. Sonraki 2 darbeyi de yine kendi yaratıp, yine kendi destekledi. Bu iki.

1960’ta sol sayılan güruh 300 kişiydi belki ama 500 kişi değildi.

1980’de sol sayılan, sempatizanlar dahil 100 bin kişiydi ama bunun vatandaşlıktan çıkarılan 30 bininin sonraki davranışlarına bakarsan, aslında pek pek 3 bindi.

Vee: Bunların içinden bir tek dişe dokunur kuramcı çıkmadı. Türk solunun yüzyıllık nafileliğinin ve beyhudeliğinin temel kanıtı budur bizce.

Çulhaoğlu da, kuramda tek tek basaraktan bade süzdüğünü gösteriyor bize.

En önemli vurgu: İronik artı komik paradoksal bir biçimde, Türk solu, 1960 ertesinde ya SSCB’ci oldu, ya da Kürdistan’cı. E, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu bilader?

Koskoca ‘1960’ın hemen ertesindeki’ TİP’in sonunu da bu çatışma getirmedi mi?

Mücadelenin ülke sathına yayılmasına gelince:

Eşkiya isyanı, zaten çok yüzyıllık bir gelenek bu altkıtada. Yani devlet, dağlarına bir türlü egemen olamıyor ki hala da öyle.

1978’lilerin ülke sathına isyansal yayılması ise, özgün bir vakaydı. Hala yeterince incelenmedi, özellikle de içeriden bakılarak. Birazını Halid Özkul yazdı o kadar.

Örneğin, hala kimse Ertuğrul Kürkçü’nün neden sağ olduğunun hesabını ödetemedi bir türlü.

Bakın, bir tek paragraftaki yanılsamalar zincirinin halkaları say say bitmiyor.

Konu günümüz aslında. O yüzden parça parça sekerek gidiyoruz:

Taksim Geziciler apolitikti, bunu kendileri söyledi. Bir de, aralarına moruk solcuları özellikle istemediler. Çulhaoğlu ve hempaları dahil bu kanattaki herkes, bu harekete sonradan angaje, trampa, yancı (Rus ruleti tipi kumarda çayı beleşe içen) oldu.

“Haziran direnişinin bu bakımdan ilginç bir yere oturtulması gerekir. İktidarın Gezi Parkı’na ilişkin niyetleri, bu hareketliliğin katılım anlamındaki boyutlarını ve coğrafi yaygınlığını açıklamaya yetmez. Ancak, bunun dışında ‘tikel’ bir tetikleyici bulup göstermek de güçtür. Haziran, bu bakımdan ilginçtir ve bugün için yapılabilecek tek saptama ‘ertelenmiş tepki’dir. Yani halk tepki duyduğu gelişmeleri ‘içine atmış’, açık tepkisini ertelemiş, uzun süren bu erteleme sürecinin bir noktasında da patlamıştır. Kim bilir, ‘yaprak kımıldamıyor’ döneminin duyulmayan sloganı belki de şuydu: ‘Birike birike patlayacağız!’ ...”

Ooff of, of ki ne of.

Öncelikle Taksim Gezi hareketi, 2007 anti-Gül hareketlerinden daha kalabalık bir kitleyi çekmedi meydanlara, daha genç bir kitleyi çekti o kadar ama 28 yaş ortalaması ne kadar genç sayılabilirse tabii ki.

Ara saptama 1: Bu 28 yaş ortalamalı kardeşlerimiz, tarihi ıskalayan 1988’li ve 1998’lilerin yanına 2008’li olarak karışık salata olmuşkene, artı 10 yıldır mesai yapan beyaz yakalı beyaz Türk ikene, tıpkı Red Kit’teki Rin Tin Tin gibi, kafasına taş düştükten 10 vakit sonra, ‘ah’ dedi. E tabi Rin Tin Tin, ahladıktan sonra, ahlatana yalakalık eder genelde ya da gider yanlış kişiyi ısırır. Bunlar ise hala kararsız.

Ara saptama 2: 1955-1965 doğumluların bu konudaki tepkisi, en yükseği lümpen / banal sayılabilecek bir adilikte oldu. Facebook’ta 5 yıl Farmville oynadıktan sonra, bu konuyu buldular geyik niyetine. Hala geyik yapıyorlar ama yerleri çoktan huzurevi oldu aslında.

Ara saptama 3: 1978’lilerin 1968’lileri sollayarak hegemonyayı ellerine almaları gibi, 2018’liler, bu 2008 kırması 2013’lüleri sollayıp, hegemonyayı ellerine alırlarsa, bu iş yeni bir mecra kazanır kanımızca. Yoksa, küllüm mafiş eksi tas eski hamam devam olur.

Gelelim ana kritere:

Devrim.

Devrim evet ama ne zaman?

1929’un dedesi olarak 2029’dan önceye alındı, onu biliyoruz. (Bunu başka metinlerde açımladık.)

Devrim-isyan ilintileri şu an için çok muğlak.

TC halkları devrimi tanımıyor.

İşin daha da kötüsü, savaşı tanımıyor.

Unutmayalım ki o sevgili Rosa’mız, Karl’a uyarak Adolf’u ve von Poppen’i imal etmişti tarih için. Bizimkiler de Bayar’ı tutmuş (ki bunu Çulhaoğlu satır arasında söylemiş oluyor), 1971 darbesini ilerici saymıştı.

Yani, hala öldüremediğin düşmanını güçlendiriyorsun.

Geliyoruz deneylere ve kobaylara:

1968’liler ve 1978’liler gönüllü kobaylardı. Tarih kıyması oldular. Ancak etleri, tuvalet kağıdı bile olamadı, ayrı konu.

Yeni kuşaklar ise, ‘ölümden önce bir yaşam yok’çu olarak, pek bir beyaz yakalı nihilist durumundalar.

Devrim, şavalak Lenin’le bile yapılır ama bunlarla zor be abem.

E, devrim yoksa, karşı-devrim vardır ki öyle de olacak gibi.

TC’nin sahte Müslümanlar’ı şeriatı bile beceremeyeceğini kanıtladı, o nedenle gelen faşizm dalgası sevgili tarih bilinçsiz takma dişli biladerlerim.

O nedenle Çulhaoğlu biladerim, tarihte yeterince hata eyledin: Gel sen, şu kantarın topuzunu bir kez daha ayarla...

Ya da, gel sen de ben de, o kantarın topuzu kafamızda yeniden kırılmadan bu ülkeden kaçalım...

Daha beter oluruz inşaallah...


Hiç yorum yok: