Sinema alanında bu başlıkla bir kitap yayınlanmış:
Bu başlık daha önce de tanımlıymış, gözümüze çarpmamış:
Kurmaca-belgesel ilintisi üzerine daha önce bir dizi metin
yazmış ve yayınlamıştık. Bu metin, onlara zeyl gibi oldu.
Öncelikle, Türkçe’deki ‘sahte’ sözcüğünün, yukarıdaki 3
belgeselimsi türüne de karşılık gelebileceğini imleyelim.
Biz de, başka türleri ve alttürleri de bu başlığa dahil
edeceğiz.
Resmi tanımlardan gidelim:
Sahte-belgesel, belgesel gibi yapılıp, gerçek olmayan
olayları anlatan filmlere denirmiş.
Mokumentary (ki motamot o da ‘sahte-belgesel’ demek),
kurmaca olayların belgesel üslubu içinde sunulması demekmiş.
Döküdrama ise, gerçek olayların yeniden canlandırımı
biçimindeki belgeselimsiler için kullanılıyormuş.
Sonra kendi vurucu girişimizi yapalım:
Bize göre, belgesel sinemanın başlangıcı ve bir başyapıtı
sayılan Flaherty’nin ‘Kuzeyli Nanook’u bir sahte-belgeseldir, çünkü içinde bir
kurmaca plan belgeselmiş gibi sunulur. Açık açık yalan söylenir yani.
Savaş fotoğrafçısı Nachtwey’i anlatan filmde de, Nachtwey
savaş fotoğraflarını rötüşlüyor, fluluyor ve fonluyordu. Bu da sahte-belgesel
olmakta.
Burada kastedilen naturalizm, çekildiği gibi olan demek
değil. Roman açısından naturalizmin, realizmin sonrasında ve onu aşan bir akım
olarak lanse edildiğini imleyelim yetsin. Yani, değişik sanat dallarında
değişik sanat akımı momentleri var ve/ya müziksel izlenimcilik ile modern resimsel
izlenimcilik, eşdeğer / eşlenik kategoriler değildir ve bu konu, başka ve
oldukça uzun bir metnin konusudur.
Öncelikle, bir kazanın fotoğraflanmasında olduğu gibi, bir
olayın anında sinemasal filmsel belgeselleştirilmesi bile, birbirine tümüyle
karşıt 2 savı da destekleyecek biçimde / içerikte olabilir.
Bizi asıl ilgilendiren, kurmaca-belgesel ayrımıdır. Burada
ayrım, kimsenin görmediği ama apaçık biçimde, duygu-düşünce ayrımında seyreder.
Kurmaca duygulara seslenir, belgesel düşüncelere seslenir.
Bilgi toplumunda bu da, bir tür aksiyoloji kazanır: Sanat
yoluyla doğru bilgiyi değil de, (doğru ve/ya yanlış) tümel bilgiyi aktarma değer yargısı.
Bir ayrımı ve semantik bir fay hattını da imleyelim:
Bilimkurgu ve gelecekbilim nüansı: 20. Yüzyıl boyunca
bilimkurgu, epistemik açıdan
gelecekbilimin önünde yer aldı, çünkü gelecekbilimciler; bir, çokdisiplinli
değildi; iki, Dünya Sistemi’ci / geçmişbilimci değildi; üç, bilimkurgucuların
çıplak derili duygusallığı gelecekbilimcilerin çıplak derili duygusallığını da,
düşünceselliğini de çok aşmıştı. 21. Yüzyıl’da 2015 gibi, şimdi şimdi
gelecekbilim bilimkurguyu geçmeye başladı. (Tabii bunda, gelecekbilimin iş
hacmi cirosunun çok büyümesi önemli bir etken.)
Aynı karşılaştırma, belgesel ve kurmaca için de yapılabilir.
Bu açıdan, sahte-belgeselin hem kurmacayı, hem de belgeseli, gerçeklik temsili
/ ifadesi açısından aşabileceği gerçeğini vurgulayalım. Sonuçta sahte-belgesel
bir melez tür ve böylelikle ana bileşenlerini geçebilir pekala sentez veya
praksis olarak.
Tabii, bir de Woody Allen’ın ‘Zelig’de yaptığı gibi,
belgesel ve kurmaca parodisi de var. Nasıl ki ironi varsa, sahte-belgesel
parodisi de var.
Çıkış olarak, sözü geçen kitabı okumadan, başlığı için bir
şerh koyalım:
Belgesel-kurmaca arasındaki ayrım, gerçek-düş arasındaki
ayrım değildir, olabilir ama olması zorunluca gerekmez.
Tam tersine, neo-liberalizmin geleceği ipoteklediği bir
gerçeklikte düş ve hayal gücü eksodusu yaratabilir pekala. Anımsayalım ki
bilimkurgu da başlangıçta bir kaçış ve hayal yazınıydı ama bize 2. Sanayileşme’nin
tüm avangard altkültürlerinin veri tabanını sağladı.
Sorunsal, bilim-sanat ve/ya düşünce-duygu ikilemlerinde
değil, bunların hangi yeranlarda ne denli kültürel ve zihinsel işlev
taşıyabildiklerinde. Eğer yol tıkalıysa, o zaman hiç denenmemişi düşlersiniz, o
da olmazsa alay edersiniz, parodi yaparsınız.
Sahte-belgeselin 2015 kültürolojik momenti şimdilik budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder