Lao Tzu, formsuz idea gibi bir şey dilegetirir.
Çin felsefe tarihçileri, onun bu ve diğer felsefi
düşüncelerinin onun yaşadığı varsayılan zamandaki Çin kültürü konseptine
uymadığını savunur. Ancak sonuçta bugün Aristo için de böyle, onun olup
olmadığı kesin olmayan düşünceleri ona atfetmiş oluyoruz. Bu nedenle, formsuz
idea’nın yerzaman momentinin kesinliği o denli önemli değil bizim için.
Ara şerh: Bunun nedeni, her 2 yönün de önemli düşünürlerinin
eserlerinin özgün kopyalarının, Batı’da İskenderiye’de Romalı Sezar, Çin’de ise
Çin’i ilk kez birleştiren ve ülkenin bugünkü adını veren Qin eliyle yok edilmiş
olması gibi ironik ve paradoksal bir durum.
Platon’da form ve idea aynı şey sayılmış gibi ama biz buna
muhalefet etmiş olalım. Aristo’da ise aslolan form, madde değil.
Doğusal ve sentetik diyalektikte, Aristo’nun koyutunun
tersine, bir şey hem kendi’si, hem de karşıtı / kendi-değil’i olabilir.
Bu durumda töz, formsuz ve maddesiz olabilir. Türk
kültürümüzde, tasavvuf yoluyla aktarılmış olarak, bu bakış açılı Doğu felsefe geleneğine
toplu bilisizliğimizde gayet yatkın
ve açık konumdayız. Analitik Batı düşüncesi, bunu anlamakta / sezmekte
zorlanabilir.
Dönelim formsuz ideaya:
Bu bizi, Batı mutlağından daha mutlak bir mutlağa götürür
ama orada bir ilk neden varsayılmadığı için bizi tektanrıya götürmez. (Ayrıca,
Batı’da da, hem İslam’da, hem de Hristiyanlık’ta Aristo ideolojisi
bilinçsizlikte yedirilmiş olduğu için, şu anki tektanrı nitelikleri gayet
Aristo’saldır, haa biraz aşırı-yorumsaldır, ayrı konu.)
Formsuz idea, bir biçimde gövdesiz zihinle çakışır ama
ölümsüzlükle çakışmaz, çünkü yazılım ve donanım ölümsüzlükler, fiilen ayrı ayrı
tanımlanmıştır bu yeranda.
Gövdesiz düşünce,
yine doğu diyalektiğinin hoş bir tasarımı. Bu sayede, nirvana gibi, meditasyon
gibi, yoga gibi şeyler olabiliyor. Olağandışı koşullarda, dakikadaki nabzını
(aslında insanı öldürebilecek olan) 46’ya düşürebilmiş biri olarak, bunu
hoşnutlukla belirtiyorum.
Sonuçta gövde, yine biz alaturkaların dilegetirdiği, ‘ye, iç
, mala vur’ gibi oldukça bayağı bir biçimde özetlenebilecek bir yaşama
indirgiyor.
Tersi de, gövdesiz düşünce, oldukça şavalak
bakire-frijidmisi bir püritenliğe indirgiyor (bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma
asla).
İnsan düşüncesinin seviyesi, görüldüğü sürece, bayağıyla
yüce arasında oldukça büyük genliklerle salınabiliyor. Varlıkta var-varlık ile
eksi-varlık arasında rahatça salınabiliyor.
Buradan eksi-varlık’lı gövdesiz / formsuz idea’ya varıyoruz
ki bu bildiğimiz kadarıyla felsefe tarihende henüz işlenmemiş bir konu.
Şerh: Yalnızca butocular (Japon erkek modern dansçıları),
‘ma’ kavramı yoluyla, kendilerini eksi
sonsuz kez yok ettikleri tuhaf bir başkalaşım ile bu eksi varlık’ı fikren
değil ama fiilen tanımlamışlardı. Ardından Japonya, başkenti Tokyo’ya füze
yerleştirince, Japonya’nın 2 atom bombası mazlumluğu ve onun getirdiği eziklik
ortadan kalktı. Japonlar, butocular da, artık mazlum değil, zalimler.
Bu durumda; formsuz idea, yazılım ölümsüzlere, yapay
zekalara, siberuzaylara, sanal varlıklara (ki bu kök eksi bir tipi bir sanallık
değil, yalnızca adları aynı) kaldı ve bizi onlara taşıdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder