Çarşamba, Aralık 24, 2014

Sentetik Diyalektikte İdea ve Form



Lao Tzu, formsuz idea gibi bir şey dilegetirir.
Çin felsefe tarihçileri, onun bu ve diğer felsefi düşüncelerinin onun yaşadığı varsayılan zamandaki Çin kültürü konseptine uymadığını savunur. Ancak sonuçta bugün Aristo için de böyle, onun olup olmadığı kesin olmayan düşünceleri ona atfetmiş oluyoruz. Bu nedenle, formsuz idea’nın yerzaman momentinin kesinliği o denli önemli değil bizim için.
Ara şerh: Bunun nedeni, her 2 yönün de önemli düşünürlerinin eserlerinin özgün kopyalarının, Batı’da İskenderiye’de Romalı Sezar, Çin’de ise Çin’i ilk kez birleştiren ve ülkenin bugünkü adını veren Qin eliyle yok edilmiş olması gibi ironik ve paradoksal bir durum.
Platon’da form ve idea aynı şey sayılmış gibi ama biz buna muhalefet etmiş olalım. Aristo’da ise aslolan form, madde değil.
Doğusal ve sentetik diyalektikte, Aristo’nun koyutunun tersine, bir şey hem kendi’si, hem de karşıtı / kendi-değil’i olabilir.
Bu durumda töz, formsuz ve maddesiz olabilir. Türk kültürümüzde, tasavvuf yoluyla aktarılmış olarak, bu bakış açılı Doğu felsefe geleneğine toplu bilisizliğimizde gayet yatkın ve açık konumdayız. Analitik Batı düşüncesi, bunu anlamakta / sezmekte zorlanabilir.
Dönelim formsuz ideaya:
Bu bizi, Batı mutlağından daha mutlak bir mutlağa götürür ama orada bir ilk neden varsayılmadığı için bizi tektanrıya götürmez. (Ayrıca, Batı’da da, hem İslam’da, hem de Hristiyanlık’ta Aristo ideolojisi bilinçsizlikte yedirilmiş olduğu için, şu anki tektanrı nitelikleri gayet Aristo’saldır, haa biraz aşırı-yorumsaldır, ayrı konu.)
Formsuz idea, bir biçimde gövdesiz zihinle çakışır ama ölümsüzlükle çakışmaz, çünkü yazılım ve donanım ölümsüzlükler, fiilen ayrı ayrı tanımlanmıştır bu yeranda.
Gövdesiz düşünce, yine doğu diyalektiğinin hoş bir tasarımı. Bu sayede, nirvana gibi, meditasyon gibi, yoga gibi şeyler olabiliyor. Olağandışı koşullarda, dakikadaki nabzını (aslında insanı öldürebilecek olan) 46’ya düşürebilmiş biri olarak, bunu hoşnutlukla belirtiyorum.
Sonuçta gövde, yine biz alaturkaların dilegetirdiği, ‘ye, iç , mala vur’ gibi oldukça bayağı bir biçimde özetlenebilecek bir yaşama indirgiyor.
Tersi de, gövdesiz düşünce, oldukça şavalak bakire-frijidmisi bir püritenliğe indirgiyor (bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla).
İnsan düşüncesinin seviyesi, görüldüğü sürece, bayağıyla yüce arasında oldukça büyük genliklerle salınabiliyor. Varlıkta var-varlık ile eksi-varlık arasında rahatça salınabiliyor.
Buradan eksi-varlık’lı gövdesiz / formsuz idea’ya varıyoruz ki bu bildiğimiz kadarıyla felsefe tarihende henüz işlenmemiş bir konu.
Şerh: Yalnızca butocular (Japon erkek modern dansçıları), ‘ma’ kavramı yoluyla, kendilerini eksi sonsuz kez yok ettikleri tuhaf bir başkalaşım ile bu eksi varlık’ı fikren değil ama fiilen tanımlamışlardı. Ardından Japonya, başkenti Tokyo’ya füze yerleştirince, Japonya’nın 2 atom bombası mazlumluğu ve onun getirdiği eziklik ortadan kalktı. Japonlar, butocular da, artık mazlum değil, zalimler.

Bu durumda; formsuz idea, yazılım ölümsüzlere, yapay zekalara, siberuzaylara, sanal varlıklara (ki bu kök eksi bir tipi bir sanallık değil, yalnızca adları aynı) kaldı ve bizi onlara taşıdı.

Hiç yorum yok: