Priska Furrer, Sevgi Soysal hakkında akademik bir tez
yazmış. Eksikleri var ama ciddi ve yerini bulmuş bir yapıt.
Onu okurken şunları düşündüm:
Soysal, dilsel ve konumsal (statü, pozisyon) olarak, Sevim
Burak ile Oğuz Atay arasında bir yerlerde kalmış / durmuş. Üzerine de, Ahmed
Hamdi Tanpınar’ın ‘kıtipil’liği, beyhudeliği ve nafileliği binmiş.
Açımlayalım:
Soysal, Özlü birlikte, 1960-1980 dönemi Cumhuriyet yazınının
kadın yazarları içinde en asi konumda.
Adalet Ağaoğlu ve Leyla Erbil ise, statükocu, uzlaşıcı, ailesel kadın’cı
konumda. Hepsi de, Ankara üzerinden birbirini tanıyor. Ankara’nın bozkırlığı,
nafileliği, beyhudeliği, kahverengililiği, Kafka’esk Prag’sallığı, itaatkarlığı,
evlere şenlik ayrı bir konu.
En yakınları onları destekler görünürken, dolaylı / görünmeyen
en büyük tırpan / ihanet onlardan gelmiş gibi. Bu da, Soysal’ı ‘Tante Rosa’nın
konumunda bırakmış oluyor.
Atay, yine bir yabancı yazarın saptadığı üzere, bir
entellektüel değil, bir entelejensiya, yani yine bir Ankaralı: Hani, Osmanlı
yazarlarının, sürgüne mutasarrıf gidip, devletten maaş alması gibi bir şey.
Burak ile Soysal’ın benzerliği ise dilsel. İkisi de azınlık
kökenli. Ancak, azınlık olsa da olmasa da, hatta kadın olsa da olmasa da,
Cumhuriyet yazarlarının Türkçe ile ilgili büyük dertleri var ve edebi sınavı geçemiyorlar.
Açılım: O dönemde genç Türk yazarları, Türkçe’ye 18 bin
sözcük kazandırıyor. Bunlar devlet arşivlerinde (TDK listelerinde) mevcut ama
yayınları yasak ya da telif izinsiz.
Yani, bu dönemin yazarları olmayan bir Türkçe ile başlayıp
onu bambaşka bir dile dönüştürmeyi, isyandan devrime dönüştüremiyorlar, aynı
asıl devrimi yapamadıkları gibi.
Bir soru:
Erken ölmek, bir insanı beyhude ve nafile yapar mı?
Kafka ve Fassbinder için tam hayır.
Soysal ve Özlü için de az hayır.
Yani Soysal ve bu yazarlar, Furrer’in kitabının alt başlığı
olan bireysellikten toplumsallığa açılamamışlar, ikisini de yarım yarım değil,
çeyrek çeyrek bile becerememişler. Sonuç, tıpkı Kafka’nın ‘Babama Mektup’una
karşı, Atay’ın ‘Babama Mektup’u ve biraz da ‘Bir Bilim Adamının Romanı’ndaki
İnan kırar dökerliği durumu olmuş.
Bunları yazdıktan sonra, acıyla gülümsedim ve Soysal için
gözlerim doldu:
Hala sağ ve yazıyor olabilirdi.
Aranot: Onun Barbara Sukowa’ya bu denli benzediğini
bilmiyordum. İşin tuhafı, konuşması (Almanca’sı) da benziyor, annesi Alman imiş
zaten.
Soysal ayrılmadı / kopmadı öldü, Özlü ayrıldı / koptu ama
yine öldü. Her ikisi de Almanca idi.
Tuhaf...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder