GİRİŞ : TANIMLAR
Edebiyatı;
roman (en az 20 altdal: tarihi, nehir, fantazya, polisiye, korku, gerilim,
macera, erotik, porno, bilimkurgu, çocuk, genç, aşk; gerçeküstü, bilinç akışlı,
dışavurumcu, vb), kısa roman, uzun öykü, öykü, kısa öykü, anı, yaşamöyküsü,
özyaşamöyküsü, portre, günce, gezi, deneme, anlatı, düzyazı, monografi, makale,
risale, araştırma, inceleme, derleme, alıntı, montaj, kolaj, karma, söyleşi,
röportaj, fıkra, kronik, köşe yazısı, haber (en az 10 altdal), eleştiri,
polemik, mizah, hiciv, söylence, efsane, destan, epope, fabl, masal, cingıl,
mektup, özet, yorum, akademik tez, şarkı sözü (en az 5 altdal), dans
librettosu, opera librettosu, anket, çizgi roman metni, şiir (en az 20 altdal),
radyo skeci, oyun (en az 10 altdal), senaryo, sinopsis, libretto sinopsisi,
belgesel olmak üzere 100’ün üzerinde altküme olarak tanımlıyoruz. Bunlardan
roman, öykü ve şiir dallarında basılan kitapların sayısı, toplam kitap
sayısının üçte biri civarındadır. Bu da, edebiyatın epistemolojik değerini
baştan sıfırlamaktır, çünkü bu türler anti-epistemiktir.
Epistemoloji
(bilgibilim), düşünür Bedia Akarsu’nun ‘Felsefe Terimleri Sözlüğü’nde şöyle
tanımlanıyor: “1. Fransızca’da: bilimlerin koyduğu sorunları inceleyen felsefe
dalı. Bilim felsefesi ile eşanlamlı. Ancak bilim felsefesi, bilimlerin tarihini
felsefe açısından inceler. Epistemoloji ise, çeşitli bilimlerin ilkelerini,
varsayımlarını ve sonuçlarını eleştirerek inceler, onların mantıksal kökenini,
nesnel değerini belirlemeye çalışır. 2. İngilizce’de: bilgi kuramı (ki Fransızca’da
buna ‘gnozoloji’ denir), yani bilimin yapısını, yöntemlerini, ilkelerini,
varsayımlarını araştıran felsefe dalı.” (Şerh: Bugünkü anlamıyla epistemoloji,
her tür bilme eylemini inceliyor durumda.) Sanatsal ve felsefesel epistemoloji
de var. İnsanlar 20 Yüzyıl’ın bitimine dek, kültürel üstyapılar olan bilimde
doğru, sanatta güzel, ahlakta (düşünde) iyi aracılığıyla bir şeyler öğrenmeye
çabalarlar idi. Disiplinlerarasılık ve çokdisiplinlilik sonradan egemen oldu.
Estetik, bilimle sanatı birarada kullanırken; felsefesel anlamda epistemoloji,
teolojiden psikolojiye dek birçok alanda geziniyor. Ana problematik şu: İnsan
neyi ve nasıl bilir? Bu tartışmaya, insana bilme sınırı çizenler de kalabalık
olarak katılır ama skeptiklerden agnostiklere kadar hiç kimse insanı yeni ve
farklı şeyler bilmekten alıkoyamamıştır. İnsana bilme sınırı çizmeyenlerin bir
bölümü, insanın bilerek yeni bir tür, sonrasında yeni zeka, hatta ötecanlı olma
yolunda yürümesini tasarlar.
Aksiyolojiyi
(değerbilimi), herhangi bir yerzamanda ‘insanların neyi yapıp, neyi yapmamasını
öneren değerler toplamı’ olarak tanımlayabiliriz. Bu açıdan; din, ahlak,
siyaset ve hukuk, kendiliğinden değerbilimin alanında yer alırlar. Keza ‘iyi,
güzel, doğru’ da birer değerdir. Bunların neler ve hangileri olup olamayacağı
da, değerbilimin ilgi ve bilgi alanında kalır. Akarsu, değerbilimin değerler
alanının ilişkilerini, özellikle aşama düzeni bakımından aydınlatmaya
çalıştığını belirtir. Örnekse, iyi, doğru ve güzelin, başka bir deyişle
düşünün, bilimin ve sanatın hangisinin öncelik taşıdığını tartışmak
değerbilimin işidir. Keza, insan bilimleri - temel bilimler ayrımını ve 9 temel
sanat dalının hangisinin güzeli üretmede en yetkin olduğunu tartışmak da,
değerbilimin söylem alanında / düzleminde kalır. Edebiyatın toplumbilimsel bir
çalışma olmaması gerektiği moral bir önermedir. İyinin, güzelin, doğrunun
arakesitinin boş olduğu önesürümü değerbilimsel bir önermedir. Edebiyatın
doğrudan çok güzelle, örneğin okuru eğlendirmekle, onun yanılsamalarını doyurmakla
ve yeniden üretmekle ilgilenmesi gerektiğini önesüren bir yazar veya
eleştirmen, aslında örtük olarak bazı değer yargılarını empoze ediyordur.
Aksiyoloji, tüm bu argümantasyonların dayandığı değerleri açığa çıkarır,
tanımlar ve sınıflandırır.
‘Epistemolojik
aksiyoloji’ deyince, zihinlerde ve kültürlerde, bireylerde ve toplumlarda,
bilim, sanat veya düşün yoluyla bilginin üretilmesini, paylaşılmasını ve
etkileşmesini olumlayan bir değerler dizgesi anlıyoruz. ‘Edebiyatın
epistemolojik aksiyolojisi’ deyince de, bunların edebiyat dalları aracılığıyla
beceril(ebil(mesinden veya beceril(e)memesinden söz ediyoruz. Estetik
(‘güzelbilim’ diyen de var ama ‘sanatbilim’ ve/ya ‘sanatın kültürolojisi /
ekinbilimi’ diyelim) ve eleştiri, sanatçıyı, edebiyatı ve ürünlerini bu yönden
irdeler. Epistemik aksiyoloji, öğrenmeyi süperegosal değil, egosal ve idsel
sayar; duygusal denli, düşüncesel soyutlukları (zihinsel süreçleri) ve
somutlukları (davranışları) da irdeler.
Geleneksel
söylemlerde, edebiyat türlerinden çok azı, bilgi üretmekle doğrudan ilintili
sayılır. Araştırma veya inceleme yazılarını edebiyat saymayan çoktur. Keza,
almanakları, ansiklopedileri, ders kitaplarını da edebiyat saymazlar. En çok
güzelyazın sayılan dalın şiir olmasıyla, nitelikli en az yazarın şiir dalında
çıkması ve bizde 3 kişiden 5’inin şair olması arasında bir ilinti olsa gerek:
Kolay yapılan şey yazın değildir, sanatta böyle değildir, zanaatta da böyle
değildir. İronik ve paradoksal bir durum: Sıradan insanların yazım hatalı
mektupları, usta sayılan birçok şairin şiirinden daha liriktir, hem de
bilinçsizce onların duygularını daha estetik olarak dile getirmiştir. Ünlü
yazarların mektupları ise, çoğunluk anlatı açısından zayıftır.
Epistemolojik
aksiyoloji, 21. Yüzyıl’da edebiyatta yeni biçimler ve eski türleri yeni
biçimlerle ve içeriklerle tanımlamak durumunda. Roman, şimdiki biçimiyle hepi
topu 2 yüzyıllık bir yazın dalı. 20. Yüzyıl bilimkurgu romanın yeni bir tür
olduğu yüzyıl oldu. 21. Yüzyıl’da bilimkurgu roman artık gelecekbilim ile içiçe
geçme yolunda. Deneme, Montaigne zamanındakinden çok farklı bir içerikte. 20.
Yüzyıl’da eleştiri, araştırma ve inceleme ile gergefler çizdi. 21. Yüzyıl’da
bilimkurgu ve gelecekbilim ile gergefler çizebilir. Günce, 20. Yüzyıl’da daha
çok deneme gibi yazıldı. 21. Yüzyıl’da yıllık öznel-nesnel tarihçe (veya 1 Ocak
ve 1 Temmuz’da 50 yıl boyunca yılca) olarak yazılabilir. Reklamın sanat filmi
olabilmesi gibi, sivil toplum örgütleri için tasarlanmış kar amaçsız cingıllar
da sanat olabilir. 100 küsur dala yenileri eklenebilir, eskileri artık
sanat-değillenebilir.
GELİŞME : ÖRNEKLEMELER
Birinci
bölümde bıraktığımız yerden sürdürürsek, yazın dallarından birkaç örnek
sergileyeceğiz. Kritik örnekler oldukları için, roman-toplumbilim,
bilimkurgu-gelecekbilim, şiir-mantık konuları yeğlendi.
Örneklemeler
Roman ve Toplumbilim
Roman,
bugünkü tanımıyla ‘Don Kişot’la başlatılır ve 18. Yüzyıl’dan başlayarak
yaygınlaştığı izlenir. 19. Yüzyıl’da roman, okura toplumsal panoramayı aktaran
tür olur. Bu gelenek, 20. Yüzyıl’ın ilk yarısında da sürdürülmüş ama ikinci
yarısında post-modernist akımın muğlakçılığı sayesinde, gerçek(çi)likten
tümüyle uzaklaşılmıştır.
Toplumbilim,
Weber’den beridir tanımlanageliyor. Birarada yaşayan insanların toplum olduğu
kesin ama toplumbilimin ne olduğu ve bir bilim dalı olup olmadığı onyıllarca
tartışıldı. Bugün ise, 150 yıllık geçmişiyle ve onlarca ekolüyle bir insan
bilimi sayılıyor. Toplumbilim, aile gibi, sınıf gibi, her toplumda gözlenen
olguların oluşma ve birbirleriyle etkileşme süreçlerini irdeler. Toplayıcı veya
sanayisel toplum gibi farklı kültürel modlardaki oluşumları derler ve
sınıflandırır.
Roman ve
toplumbilim, uzun bir süre aynı bilginin farklı söylemlerle dilegetirilişi
olarak algılanmış. O nedenle de, romanın bir toplumbilim çalışmaması olmaması
gerektiği vurgulanarak dilegetirilmiş.
Bugün başyapıt olarak okutulan romanlar zamanında, istatistikli almanaklar da
vardı. Ansiklopedi türü ise, taa Fransız Devrimi’nden önce başlatılmıştı. Tüm
bunlar roman yazarları ve eleştirmenler tarafından pek dikkate alınmamış.
Bugün, geçmişe baktığımızda, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e dek Osmanlı’da roman
yazılmamış olmasının eksikliğini duymuyoruz, çünkü o döneme ilişkin almanaklar
var ve/ya Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanlarıyla onları karşılaştırdığımızda,
verilerde birbirine uygunluk görüyoruz.
Burada
epistemelojik bir arguman-örnek var: Marc Ferro, Sergey Eisenstein’ın ‘Potemkin
Zırhlısı’nın senaryosunu yazarken, gerçek Potemkin Zırhlısı’nın öyküsüne bağlı
kalmadığını, bunun da gerekli olmadığını yazar (Sinema ve Tarih, Kesit
Yayınları). Gerçek Potemkin Zırhlısı’nın denizcileri, filmdekinin tersine,
devrimcilerin tarafını tutmaya karar verememiş ve Karadeniz’de kaybolup
gitmişlerdir. Korkakları kahraman kılmak bir yalan söylemdir ve bunun gerçekçi
bir yazar tarafından eylenip, yine gerçekçi bir eleştirmen tarafından görmezden
gelinmesi, tarihin acı bir ironisidir.
İkinci
bir örnek: Shakespeare’in tarihi oyunlarında gerçek saptırılmıştır. Yazarın
vatandaşı biri, İngiltere’de taa 13. Yüzyıl’da gerçekçi ürünler verirken, yani
halkı yazına sokarken, Shakespeare tarihi ve insanı deliler, ölüler ve
krallardan ibaret duruma indirgemiştir. O nedenle Shakespeare, süslü ve içi boş
sözlerden ibaret şarlatanlıkları yeğler. Onun metinlerinin insanlığın en temel
durumlarını dilegetiriyor sayılması da, yine tarihin acı bir ironisidir.
İnsanlar acı-gerçek yerine, tatlı-yalanı yeğliyor.
Devamında,
bu bölümün bir altbölümü olarak, bilimkurgu ve gelecekbilimi irdeleyelim:
Bilimkurgu ve Gelecekbilim
Bilimkurgu
bir roman türüdür. 19. Yüzyıl’da H. G. Wells ve Jules Verne ile başladığı kabul
edilir ama aslında kökleri M.Ö. 100 yılında Eski Yunanlı bir yazarın aya
yolculuğu anlatmasına dek geriye götürülebilir. Bilimkurgu roman, dünya dışı
mekanlar ve gelecek zamanlar ile ilgilenirken, roman genelde şimdi ve burası
ile ilgilenegelmiş; böylelikle arakesitleri baştan boşküme olarak tasarlanmış
ama fantazya ve masal da burası ve geçmişle romanın destek öğesi olarak
varolagelmiş.
Gelecekbilim
bir toplumbilim ve insan bilimi türüdür. 2. Dünya Savaşı sürerken bir komünist
tarafından icat edilmiş, savaşın ertesinde büyük felaketleri önceden
öngörebilmek amacıyla, BM’deki Roma Klübü ile simgeleşen bir başlangıç yapılmış
ve sonunda yalnızca ABD’de yıllık 50 milyar dolarlık bir pazar durumuna
dönüştürülmüş ve aynı zamanda artık siyasetbilim kitaplarında yerini almıştır.
Almanaklarda, 2050 yılına dek uzanan kestirimler yapılmakta.
İkisi
arasında bazı karşılıklılıklar var: Bugün ABD’de uzay üssü, Jules Verne’in ‘Aya
Yolculuk’unda söylenen yerdedir. İlk atom denizaltısı ‘Denizler Altında 20.000
Kilometre’ romanındaki denizaltının adını taşır. Jules Verne bunları yazarken o
çağın temel bilimcileri, trenlerin 36 kilometreden hızlı giderse, yolcuların
soluksuzluktan boğulacağını veya havadan ağır taşıtların uçamayacağını
önesürüyorlardı. Keza 20. Yüzyıl’da bilgisayarlar, bilimkurgu romanlarda cirit
atarken, bilgisayarı tasarlayanlar, bir bilgisayarın asla bir ev büyüklüğünden
küçüklüğe indirilemeyeceğini önesürüyorlardı. Bu durumda sanatçı
toplumbilimcinin çok önüne geçmiş oluyor.
Mantık ve Şiir ve/ya Şiirin Yalan
Söylemi
Okura
anlamsız gelebilecek bir koyut önerme:
Mantıksal
önermelerle şiir dizeleri birçok açıdan birbirine benzer. Örnekse:
“Varım,
öyleyse düşünüyorum.
Düşünüyorum,
öyleyse yaşıyorum.
Yaşıyorum,
öyleyse öleceğim.
Öleceğim,
öyleyse yokum.”
...
metin parçası pekala ‘Descartes ve Sartre ve Möbiüs’ başlıklı bir şiir
olabilirdi ama aslında çıkış önermesinin karşıtına 4 adımda varan mantıksal bir
uslamlama örneğidir.
Şiirin
ve mantığın ortak yönleri olarak, kırık tümceler, mantıksal önermelerin ‘SiP’
simgeselliği ile şiirin simgeselliğinin çakışması, az ve öz söz sayılabilir.
Şiirin çok dereceli anıştırması aslında mantıksal bir olgudur. Bunu
zihinbilimsel çağrışım testlerinden biliyoruz. Şiirde çağrışımın ara adımları
örtükken ve öyle kalması güzel sayılırken, mantık ve zihinbilim aradaki
adımları açığa çıkarmayı yeğler.
Ondan
sonrasında mantığın ve şiirin yolları ayrılıyor. Şiir güzel uğruna doğruyu
hemen her daim harcarken, mantık mutlak doğru peşinde koşuyor. Ayrılan yollar
çatışan söylem düzlemlerine dek varıyor.
Buradan
şiirin yalan söylemine geçiyoruz. Türk şiirindeki en büyük şiirsel yalanlar,
başusta Nazım Hikmet’ten gelmiş: ‘Aslolan yaşamdır’ ve ‘hafız-ı Kapital olmak’.
Doğrusu: ‘Aslolan ölümdür’ (Kafka) ve (marksist tarihçi Fernand Braudel’in 3
ciltlik kapitalizmin ön tarihinin açımlaması aracılığıyla) ‘negasyonist-i
Kapital olmak’ olur.
Şiirin
doğruyu bozması veya bozmaması, tümüyle değerbilimin irdeleme alanıdır. Şairler
bilimci olmadıkları için, yalnızca güzel sözler etmek uğruna gerçekliğin canına
okumayı kendilerine hak görür ve üstüne bir de alkış beklerler. Ancak kimi
zaman da şairler, toplama kamplarından sonra şiir yazılmaması gerektiği gibi,
yine abartılı duygusal tepkiler gösterebilirler. Aynı insanlar, terör çağının
1946’da bugünkü İsrail topraklarında, bir Musevi’nin kendi 50 dindaşı da dahil
olmak üzere, içindekilerle birlikte bir oteli havaya uçurması ile başladığını
görmezden gelmiştir.
Bilgi Toplumunda Edebiyatın
Epistemolojik Aksiyolojisi
20.
Yüzyıl’da 12.000 yıllık tarihte tüm üretilen bilgilerin üssel katları ölçeğinde
bilgi üretildi ve birkaç paragdimatik eşik atlandı. 21. Yüzyıl’a girdiğimizde,
11 Eylül 2001’den beridir, global fetret devri içinde olduğumuzu
söyleyebiliriz. Buna karşın bilgi üretimi sürüyor. Önümüzdeki 200 yıllık dönem
artık 2. Sanayileşme ve/ya bilgi toplumu olarak adlandırılıyor. Bu kültürel
modda birincil aksiyolojik değer bilgi olacak.
Edebiyat
da bu başkalaşımından payını alacak, aslında aldı ve almakta bile... En basit
örnek, İkiz Kuleler faciası çoksatar romanların yazarlarınca, 5-10 yıl
öncesinde aynen tasarlanmıştı. Ancak aynı romanlar ve yazarlar kategorisi
yüzlerce uçuk düşünceyi, okurun adrenalinini yükseltmek için sundukları için,
buna gelecekbilimden çok, ‘kısa erimli bilimkurgu’ diyebiliriz.
Belgesel-bilimkurgu bireşiminin olası sonuçları başka bir metnin konusu.
Epistemoloji,
insanların neleri bilebilip, neleri bilemeyeceğiyle uğraştığı için, neyin bilgi
olarak sunulduğu da, epistemolojinin aksiyolojisinde yer alır. Yanısıra:
Bilinenleri bilmeyen birinin, bilinmeyenlerin bilinemeyeceğini bilemeyeceği
gibi, tutarlıdan çok, geçerli bir önerme varken, insanların neleri
bilebileceği, epistemoloji kadar bilisel zihinbilim, bilişim, iletişim kuramı,
yapay zeka yazılımları, evrende zeka arayışları gibi birçok disiplin tarafından
da irdelenir. Göründüğü kadarıyla, insanın bilme üst sınırı hala yok ve
edebiyat buna olumlu mu, olumsuz mu katkıda bulunacağına kendisi karar verecek.
Yeni milenyumun ilk 5 yılındaki global-yazar eğilimi, bilgiden ve gerçekten
kaçma yönünde.
SONUÇLAR : YOLLAR
Artık
toplumbilimsel çalışmalar, romanlar kadar güzel ve güzelyazınsal (edebi)
olabiliyor. Örnekse, Orhan Türkdoğan’ın alan çalışması olan ‘Gecekondu: İnsan
ve Kültür’ var. Latife Tekin’in veya Metin Kaçan’ın, gecekonduyu birinci tekil
kişi söyleminde anlatan romanları, bu çalışmanın yanında yalan söylem ve çirkin
kaçıyor.
Wright
Mills’in ‘İktidar Seçkinleri’, Fitzgerald’ın romanlarından daha estetiktir,
çünkü eskiden romanlar gazete haberlerine doğru giderken, Mills gazete
haberlerinden estetik bir derlemeyi toplumbilimsel bir çalışma kılmıştır.
Proleter kökenli bir roman yazarı, sınıf atlama arzuları gibi çelişkilerle
yanılsayabilirken, burjuva kökenli bir toplumbilimci kendi sınıfının aleyhine
çıkarsamalar yapabilmektedir.
Bunların
sonucu, romanın illa ki toplumbilimsel bir çalışma olması veya bunun amaç
edinilmesi demek değildir. Tersine, zaten bugün gerçekçi Avrupa klasikleri diye
okutulan eserler çok fazla gazete haberi havasında. Victor Hugo’nun
‘Sefiller’indeki 100 sayfalık Waterloo Savaşı ve 100 sayfalık Paris
kanalizasyonları bölümleri, tamamen o döneme ilişkin toplumbilimsel çalışmalar
olarak, ayrıbasım türünde yayınlanabilir durumda hala. Roman kendine yeni
konular ve yeni üsluplar yaratmak zorunda. Bilimkurgu roman bunu yapan ilk dal
oldu, romana geçmiş yerine geleceği, dünya yerine, uzayı soktu.
Bilimkurgu
ve gelecekbilim, gerçekçilik ve bilgi üretimi açısından içiçe gergef işliyor.
Belgesel ve bilimkurgu da, aynı alanda benzeri biçimde içiçe gergef işliyor. Bu
oluşumlar, önümüzdeki onyıllarda muhakkak yeni edebiyat türleri melezleyecek ve
harmanlayacak. Bu açıdan Willam Gibson’un ‘Neuromancer’i bir artı-değer
çalışmadır: İnternetten önce siberuzay kavramını tasarlamış ve yaratmıştır.
Romanın
yalan söyleme hakkı yoktur. Aynı zamanda bilgi amaç değil, bir araçtır.
Edebiyatın ve epistemolojinin bir teleolojisi, yani amaçbilimi yoktur.
Yalnızca, edebiyat ve edebiyatçı var olan bilgi düzenini azaltmamakla
yükümlüdür. Bunu yaparsa, reklamcılar ve/ya derin ‘devletçi propagandacı, beyaz
kuvvet gazeteciler’ gibi, kognitif-informatik faşist ve dekadant olur, olmuştur
da: George Orwell, Ernest Hemingway, Graham Greene gibi.
Bizden
bir örnek: Orhan Pamuk’un yazının illa ki gerçekliği anlatmak zorunda
olmadığını belirtip, gerçekçi-dışı post-modern romanlar yazıp da, yurtdışında
Türkiye’deki işkenceden dem vurması, sanatçının dekadansına veya çok cami
arasında binamazlığına bir örnektir.
Diğer
bir örnek, Orhan Kemal, ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ romanında, Abidin
Dino’nun dedesinin Adana civarında el koyduğu toprakları anlattığı için,
yıllarca onun romanlarının yabancı dillerde yayınlanmaması için kulis
yapmasıdır.
Bilimkurgu
asla yazınaltı olmadı. Hugo ve Nebula ödülünü alan tüm bilimkurgu romancılar,
Nobel edebiyat ödülünü alan tüm romancılardan daha nitelikli eserler verdiler.
‘Neuromancer’in benzeri 21. Yüzyıl’da bile henüz yazılmadı. Aynı konudaki
eserler, hala onun açtığı yolu izliyor.
Gerçekçi
polisiye olabilir: Lawrence Sanders’in ilk dönem ürünleri (Edward Delaney),
Michael Connely (Hyeronomous Bosch), Henning Mankell (Kurt Wallander), Maj
Sjöwall + Per Wahlöö (Martin Beck), George Simenon (Maigret) bu tür yazarlar ve
kahramanlarıdır. Agatha Christie gerçekçilikle hiç ilintisi olmasa bile, onun
romanlarıyla Victoria döneminin batan dünya imparatorluğu İngiltere’sinin
kültürü arasında ilinti kurulabilir. Aynı biçimde, Ian Fleming’in ‘James Bond’
ve John Le Carre’nin ‘Smiley’ tiplemeleri, casusluk romanlarında, ABD’nin yeni
sömürgesi İngiltere’yi değil, eski dünya egemeni İngiltere’yi yaşatmaya
çabalar. Nitelikli bir polisiye romanın % 10 felsefe içermesi gerektiği savı,
artık ‘% 10 olay - % 90 felsefe’ içeriği biçiminde de okunabilir, çünkü
ortalama bir 21. Yüzyıl okuru 25 yaşında şiddet konusunda olaya doymuş durumda
oluyor.
Eleştiri
ve deneme, güzelyazın alanında kalıyor. Bir yazarın artık yalnızca eser vermesi
yetmiyor. 20. Yüzyıl’da bile yazarın yaşamının ve eserlerinin hesabını verebilmesi
isteniyordu. Eleştiri açısından 21. Yüzyıl’da bu, eleştirmenin hem yazarlığın,
hem de kendinin yaşamının ve eserlerinin dökümünü birarada ve güzelyazınsal
olarak yapabilmesi anlamına geliyor. Artık öznel-nesnel eleştiri içiçe geçmiş
durumda, tıpkı (oto)biyografi-tarihçe içiçeliği gibi..
‘Tema
Larousse’ türü ansiklopediler de güzelyazın alanında kalıyor, özellikle sanat
konusundaki son 2 cildi. Keza, tüm sanat ansiklopedileri öyle.
Sözlü
tarih ve sıradan insanların mektupları (Benjamin’in ‘Alman İnsanları’
derlemesi) gibi altyazın sayılan ürünler de, artık güzelyazın alanında kalıyor.
Onlardaki dil düzensizliği tam da o yerandaki kültürel bozunumu imlediği için
gerçekçidir. Bir de, akademisyenlerin bu konuyu modalaştırıp, son onyıllarda
çok nitelikli alan taramaları yapmış olmaları bu durumu yarattı.
20.
Yüzyıl patentli ‘günce-mektup-öykü/roman’ (1., 2., 3. tekil kişi kipi anlatı ve
18., 19, 20. Yüzyıl’da zirveye ulaşma) dizisi, 21. Yüzyıl’da
‘günce-mektup-deneme’ olarak kurulabilir. Buna ilişkin ilk örnekleri, taa 100
yüzyıl önce Walter Benjamin verdi.
Nazım’ın
dediği gibi ‘Hafız-ı Kapital’ olunmaz. Olunca, Stalin’in ‘Gulag Takımadaları’
oluyor. Mao’nun Eva Siyau’su oluyor. Bu durumda Gorki gerçeküstü-absürd oluyor.
Bu durumda ‘Jokond ile Siyau’ geçersiz oluyor.
Salman
Rüşdi’nin dönekliği olunmaz. Ölüm fetvasından 15 yıl sonra, o zamanlar
kendisini desteklemiş yazarları ölüm tehdidi altında bırakan bir Yankicilik
seçmiş durumda. Kimliksizlik özgürlüğünü seçen Amin Maalouf, Edward Said ve
Tarık Ali’nin yanında informatik-kognitif faşist durumda ama onlar da
oryantalist kalıyor.
Çıkış
Sevginin
karşıtı, nefret değil, AcıIdır. Acı’nın karşıtı, sevgi değil, nefret değil,
bilgidir. Bu nedenle bilgi, sevgiye (ve güzele) iki kez karşıttır. Sevgi
kategorisine insan sevgisi (hümanizm) de dahildir. İnsan bilgisi, insan
sevgisine, çirkin gerçek güzel faşizmine yeğdir. Bilgi, gerekirse iyiyi ve
güzeli ezebilir ama bu bilimin sanatı ve düşünü ezmesi demek değildir, çünkü
21. Yüzyıl momentinde bilimin üretmeyi beceremediği bazı bilgileri hala
metafizik üretiyor. Bilim, 2.500 yılda metafiziği ezemedikten sonra, sanatı ve
düşünü hiç mi hiç ezemez. Bugün bilimin üretemediği ‘doğrusal dışı zaman’
tanımlarını sinema üretti bile. O nedenle bilgi, yalnızca yeni bir yol imliyor.
Gelecekbilimin
epistemolojisi, Aristo-Lao Tzu sentezini, disiplinlerarası-uzman sentezini,
bilim-metafizik sentezini, bilim-sanat-düşün sentezini üretecek ve daha
ötelerine geçecektir. Edebiyat, buna katkıda bulunur bulunur, bulunmazsa şiir
gibi, tiyatro gibi tarihdışı kalır. Edebiyatın epistemolojik aksiyolojisi,
bunun olmaması için çabalar ve açar yol imler.
(Ekim 2004 + Mart 2007)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder