Tarihte
kurulan ve batan devletlerin epeyi ortak yanı vardır. Bunlardan birkaçı da
şunlardır:
Yıkılma,
bayağı uzun sürer. Bildiğimiz, Yeşilçam
filmi can çekişme repliği melokomiği gibi olur. Osmanlı da öyle oldu, 1.
Cumhuriyet de öyle oldu, AB de öyle olmakta, ABD de öyle olmakta.
İşte
böyle, irili ufaklı, 1. ve 3. Dünyalı çökme dönemleri birleşirse, tarihte genel
çöküş dönemleri olur ve 2000-2200 arası öyle tanımlandı.
Ancak,
yazın açısından pekala doruklar tanımlı olabilir. Bilim-sanat-düşün üçlüsü ile
ekonomi-politika-askeriye çizgisi doğrudan ilintili değil. Her zaman doruk-politik-hegemon
birileri var ama doruk sanat veya bilim, tarihte birkaç kez mevcut yalnızca.
Osmanlı’nın
çöküşü, savaşlar nedeniyle ekonomik nedenli oldu. Demokrasi denenseydi,
batmazdı, geyikleri yalnızca zırvalık.
Birinci
Cumhuriyet’in çöküşü, son 57 yıldaki 3 askeri darbe üzerine 3 liberalizm ile
oldu. Unutmamak gerekir ki 1. Cumhuriyet 1938’den sonra, 75-80 yıl dayandı.
Atatürk’ün ilkelerine, ne İnönü-Bayar, ne de ordu-işadamları kani oldu. (Ordu,
asla ve kata laik ve Atatürkçü olmadı, Atatürk askeri darbe olmasın diye,
üniformaları çıkarttıran biriydi. Orduda günde 3 öğün yemek için Tanrı’ya
şükredildi.)
Bu süreç
içinde, 1838’den beridir Tanzimat ve batılılaşma krizimiz var. Gerçek anlamda
Batı, 1914 gibi bitirildi ve tasfiye edildi. AB’nin sonu, 2014 gibi olduğuna
göre, o da 100 yıl sürmüş demek.
Bu
durumda, TC’nin ve yazınının kıblesi kalamadı.
1940’lar
Köy Enstitüsü kökenliler ve diğer kentliler ile 1940 kuşağı ve 1960’lar-1970’ler
arasındaki yalnızca yazın yazarlarının yarattığı 18 bin sözcükle ikinci bir
kültürel, dilsel rönesans demek oldu.
Sonra,
1971’den sonra, hep kafa aşağı gittik. Herkes dağıldı, herkes çözüldü, herkes
dejenere oldu, yazarlar da.
1980’ler;
Tekin, Pamuk, Eroğlu ile başladığında, durum o kadar berbat değildi. Sonra,
1988’liler, 1998’liler, 2008’liler edebiyata girdiler ve sanatın da, kültürün
de ırzına topluca geçtiler. Dili katlettiler, içeriği katlettiler.
O dönem,
çocukerkil, hatta pedopatik bir dönemdi. 1975 ve sonrası doğumlular, bugün 40
yaşlarını geçmişken bile, ezeli ve ebedi ergen, embesil obez, çocuk irisi bedenli ve beyinli kalakaldılar.
Türk yazınını
bunlar mahfetti işte. Üretici de, tüketici de onlar oldu.
Duygu Asena,
Kürşat Başar gibi, yazınla uzak yakın hiçbir ilintisi olmayanlar, best-seller
oldu ama bugün ‘seç al 1 lira’da kitapları satılmıyor.
Bu
hengamede, 2 yazar-kitap 1’er milyon satıldı: O zamanki 1 dolardan Ahmet Altan’ın
‘İçimizdeki Yer’i ve ‘Turgut Özakman’ın ‘Çılgın Türkler’i. 2’si de bugün yine ‘seç
al 1 lira’da satılmıyor, bakılmıyor bile.
Moda ve
demode çılgınlığı, Elif Şafak gibi, pekala ciddi çizgide sürebilecek yazarları
bile bozdu.
Yazınımız,
1940-1980 yaratıcılık selinden sonra, çöle döndü.
Bir
kadın yazarın derlediği, 78 kadın şairin, 18 soruya verdiği yanıttan oluşan,
panoramik kitap, Türk yazınının çöllüğünün bilançosunu bir açıdan çıkarmış
oldu. Gerçekten hiçbirinin hiçbir şeyden haberi yok.
Çünkü,
Türk yazarı okumaz. Görmez değil, bakmaz bile.
Osmanlı’da
da bu böyle olmuş. Bugün o yazarlar basılmıyor.
Ancak tersine
yorumla; Muzaffer Buyrukçu, Necati Cumalı, Mehmet Seyda, Reşat Enis gibi çok
değerli yazarlar da, bugün basılmıyor bile. Tezer Özlü ve Sevgi Soysal
okunuyorsa da, temsilcisi oldukları çizgi görmezden geliniyor.
Bunu
yerine kült, put, idol, neo-best-seller yazarlar var. Oğuz Atay bunlardan biri.
3 kere
bahtsız kendisi: Bir: 0 okurla öldü. İki: 1995 gibi Müslümanlar tarafından
keşfedildi, Ahmet Hamdi Tanpınar ile aynı kefeye konarak. Üç: Şeyselleşmiş
ezeli ve ebedi ergen kuşak dizisi, 2010 gibi Atay’ı bir kez daha keşfetti ve
ortalığa bilek kalınlığında, 3 bukleli ve üzeri tüylü, kültürel bir feçes
dikilmiş oldu.
Görüldüğü
gibi, bizi ilgilendiren dönem, 1971-2017 arasındaki dekadans dönemi.
Bir
ölünün anotomisi ile uğraşıyoruz açıkçası.
Yasını
tutuyoruz ayrı konu ama onu gömenleri de biz gömeceğiz doğrusu.
Bu;
kasıtlı, hileli, zulümlü bir oyundu. Haksız rekabetti.
Yanısıra,
edebiyat cemaatleri demek oldu. Okurlar, yazarlar, editörler, basımcılar, vd
kümeleri olarak.
İkindi
vakti gölgesini görünce, kendini NBA oyuncusu sanan cüceler kapladı ortalığı.
Yaşar Kemal’in
saptadığı bir gerçek var:
Onlar da
1 milyon satıyor 1 yılda, ben de 1 milyon satıyorum 1946-1996 arasındaki 50
yılda.
Dediği
doğru. Bugün onlar 0 okunuyor ama Kemal hala okunuyor. Hep okunacak mı onu
bilemeyiz.
Vurgularız:
Biz
1955-1960 doğumlular yaşlanırken, klasikler eskidi, klasik klasik oldu, araya
Kafka ve London girdi, onlar da modern klasik oldu.
Aynı durum,
ölü 1. Cumhuriyet için de geçerli:
Osmanlı
ve erken Cumhuriyet yazarları, klasik klasik oldu, Özlü ve Soysal ise, modern
klasik. Ancak modernler yok ortada. Çöl var.
Bir
edebiyatta 50 yıl yazar çıkmıyor diye üzülecek durumumuz yok. 500-900 yıllık
Roma’dan tek bir edebiyatçı çıkmadı, nolcek ki?
Okunacak
edebi yazar ve kitap eksiğimiz yok, fazlamız var. Nicedir, arz talebi fersah
fersah geçti.
Geri
kalanı, Warhol’un saptaması:
Bir gün
gelecek, herkes 15 dakikalığına ünlü olacak.
Hepinizi
kubura ve kabire gömdüm son 30 yılın yazarcıkları.
Dipnot:
Gelecek
hep gelir ve uzun sürer. 2. Cumhuriyet de öyle olacak. Ancak şimdiden, o
toprakta da polisiye ve bilimkurgu yeşermeyeceğini öngörmüş olalım. 200 yıldır
böyle bu. Tanzimat gibi, yitirilmiş Batı kıblesi gibi.
(25 Şubat 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder