Ne
olursa olsun, 1870’lerden 1960’lara ve 1970’lere uzanan bir, Osmanlı-Cumhuriyet
edebiyat geleneğimiz var, daha doğrusu var idi. Bu, 1980’lerde kesintiye
uğradı: Hem 1980 askeri darbesi, hem de 1983 Özal-1. Neo-Liberalizm dalgası
nedeniyle.
1983’te
2 yeni-uç vardı: Orhan Pamuk ve Latife Tekin.
2017’de
Pamuk Nobel edebiyat ödülü almış durumda. Tekin ise, yazının epeyi dışında
kaldı.
Tümüyle
mental ve kültürel konfüzyonlu bulduğum, epeyi şizofrenik bir dille yazan Yalçın
Küçük, ‘İtirafçıların İtirafçıları’nda, kitabın konusunun dışına taşarak, yeni
dönem Türk yazarları için şunları söyler:
“1980
darbesi olmasaydı, bunlar yazar olamazdı.”
Doğrudur
ama bu onu da kapsayan bir saptama: 1980 olmasaydı, Küçük bugün okunuyor
olmazdı, negatif anlamda, oradan entelejensiya’ca
nemalandı kendisi yani.
İşte bu
entelejensiya’ca maddi ve/ya manevi nemalanma, 1983 ertesi tüm yazarların ortak
karakteri ve/ya karaktersizliği oldu çıktı.
Tekin,
fakirliğini korumaya çabaladığını söyledi ama büyük erkek kardeşleri onu
finanse ettiği için, aslında yazarken hiç zorlanmamıştı ve gerçekten hiç aç ve/ya
evsiz kalmamıştı, bunu da kendi ağzıyla kendisi açıklamıştı.
Pamuk
ise, bildiğimiz işbirlikçi-lümpen orta burjuva mensubu. Tipik 3. Dünyalı. Dar
ufuklu, hatta ufuksuz.
İşte bu
bilgi ve zeka eksikliği, en son 78 kadın şair-yazar’lı söyleşi kitabının açıkça
koyduğu üzere, internet gelip, globalizm varken bile, Türk yazarının kafasını
kumdan asla ve kata çıkarmadığını imler. Tarihin yönü, tarihte ilk kez bu kadar
belirgin tanımlıyken, herkes mental ve kültürel konfüzyona sığındı, çünkü 1.
Cumhuriyet politik olarak tasfiye olunca, bunun özgürlüğü bizim entelejensiyayı
aştı.
Anarşist
ve/ya bireysel özgürlük de bu durumda, hırsız-yazar Mehmet Kartal’a kaldı ve o
da geleneği bozmayarak erken öldü. Yani o, özgürlüğü ancak kriminal alanda
denedi.
Tersi durum
aslında, Sait Faik’in 1936 saptaması olan, ‘bizim Türk aydını kravatı sola
kaysa, kendini solcu sanır’ saptaması, 2016’da da aynen geçerliydi.
Feodal
tutuculuktan, sanal cemaat tutuculuğuna yapay ve yatay kayış yaptı yeni
münevver kırmalarımız.
1980
sonrası gündem, hem yerel gündem, hem global gündem, hegemonların tekelinden
çıkarak, kutupsuz bir Dünya’da kıblesiz epistemiklikler yarattı. Felsefeciler
ve bilimciler biraz daha çok somut bilgi sahibi iken, sanatçılar bildiğimiz
realite ile zaten kolay kolay doğrudan temas kuramadıkları için, kaotik bir
realite dinamizmi, bizim yazarların beynini ve zihnini hallaç pamuğu gibi attı.
Bir tür
geçmiş yitimini yaşıyor bizim yazarlarımız bu sıralar. Bu yiten geçmiş,
silinmeye çabalanan 1. Cumhuriyet kültürü aslında tabii ki: 500 yazarlık ve 50
yıllık sol bir gelenek, ne yaparsan yap silinemez. Olsa olsa, Ahmet Hamdi
Tanpınar ve Oğuz Atay gibi, yanlış anlaşıldırılabilir.
1990’larda
ve 2000’lerde yayınevlerinin vahşi kapitalizmi sayesinde, ortalığa yazar diye
salınan, 20’li yaşlar kuşakları, çok değil 20 yılda, 4-5 kuşak birden silinerek
elendiler çoktan.
Onun
dışında asıl çok-satar olup sonradan 0 satan çok yazar da türedi:
Turgut
Özakman (1 milyon satış), Elif Şafak gibi.
Yazarlarımız
modaya yüklendiler, demoda da onları sildi. 1 yazar, 3 yıl dayanamıyor artık.
Ancak bu
hız sahte: Günümüz yazarlarının ve okurlarının yaşam temposu, 1960’lardakinden
çok daha hantal, yavaş, vd. Tarih akar, okur-yazar Türk bakar, durumu var. Yani
inekler, treni seyrediyor.
Ancak
Sait Faik, hala ve hep okunuyor, gönüllüce üstelik, tavsiyeyle değil.
Esendal’ın 1905 Türkçe’si hala açıkseçik ortada, onun metinlerini tek bir kişi
okumasa da farketmez.
Bu
durumda ne olur?
Nasıl ki
1968’liler ve 1978’lilerden sonraki 1988’liler, 1998’liler, 2008’liler, ölü
üniversite kuşağı oldular; yazarlarda da 1970’ler yazarlarından sonra,
1980’ler, 1990’lar, 2000’ler ve 2010’lar kuşakları yazarlar da, aynen birer
çukur olarak tarihe geçtiler.
ABD’liler
buna ‘yitik kuşak’ demiş, biz ‘doğmamış ve doğmayacak kuşak’lar’ diyoruz.
Sonuçta, Osmanlı-istibdat dönemi yazarı da yoktur, gazetecisi de. Koskoca Roma’dan
tek bir ciddi-yazar çıkamayabilmiştir veya ABD’den. (ABD’de ödül alan,
çok-satar veya ciddi yazın ödüllü yazarların belki 20’de 1’i Dünya dillerine
çevrilecek denli ciddiye alınıyor, üstelik ABD bir kültürel Dünya empozecisi
iken bile.)
Ancak bu
yerellik, bizde de öldürücü. Yabancı dillere pratikte 0 yazar çevriliyor ve AB
dillerinde yayınlanmış yazar-kitap sayımız hepi topu 80 yılda 100 küsur.
Yani,
bir tarafta Pamuk ikilemi, bir tarafta koloniyalizm takınağı.
Dolayısıyla
tam 40 yıldır, sen ben bizim oğlan, kapalı devre bir yazınımız var, büyükkentin
ortasında köy köy, taşra taşra.
Burjuva
yazarımız yok örneğin. Son 40 yıldır böyle. İlk öyle sayılan Özlü, bir Arap
aslında, MHP’li ve Nobel’li bilimcimiz Sancar gibi. Bu, 21. Yüzyıl’ın
Suriyeliler’i varken, ancak faşizm ve engizisyon demek olmakta.
Yani:
Son 35
yılın Türk yazını ve yazarı, Türk halklarını ümmileştirdi, çünkü kendi daha
okumayazma bilmiyor, Pamuk dahil.
Sonuç:
Okunmayan,
koltuk altında taşınan yazar-kitap oldu.
(21 Şubat 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder