Çarşamba, Temmuz 24, 2013

Wallerstein’ın 12 İlkesi ve Şerhleri




Alıntı: Dünya Sistemi, İmge Kitabevi, 2003, sayfa: 385-386.

12 ilke:

1.        Kapitalist dünya ekonomisinin motor gücü olan kesintisiz sermaye birikimi.

2.        Uzamsal açıdan eşitsiz bir alışverişin doğurduğu merkez-çevre gerginliğini içeren omurga niteliğindeki işbölümü; bu eşitsiz alışverişin Arguri Emmanuel’in tanımladığı gibi olması zorunlu değildir.

3.        Yarıçevresel bir bölgenin yapısal varlığı.

4.        Ücretli emeğin yanısıra ücret-dışı emeğin önemli ve sürekli rolü.

5.        Kapitalist dünya-ekonomisinin sınırlarının egemen devletlerden oluşan devletlerarası sistemin sınırlarıyla çakışması.

6.        Bu kapitalist dünya ekonomisinin kökenlerinin 19. Yüzyıl’dan daha eskilere, olasılıkla 16. Yüzyıl’a yerleştirilmesi.

7.        Bu kapitalist dünya-ekonomisinin dünyanın bir bölümünde (büyük ölçüde Avrupa’da) başladığı ve daha sonra birbiri ardından gerçekleştirilen ‘sistemle bütünleştirmeler’ aracılığıyla yerkürenin tümüne yayıldığı görüşü.

8.        Tam anlamıyla meydan okumayla veya hiçbir meydan okumayla karşılaşmaksızın, hegemonya dönemleri yaşayan hegemonik devletlerin, bu dünya-sistemindeki varlıklarının görece kısa ömürlü olduğu.

9.        Tümü sürekli olarak yaratılan ve yeniden yaratılan devletlerin, etnik grupların ve ailelerin, türlerinin ilk örneği olmaması.

10.     Sistemin örgütleyici ilkeleri olarak, ırkçılığın ve cinsiyet ayrımcılığının önemi.

11.     Sistemi aynı zamanda hem çürüten hem de güçlendiren sistem karşıtı hareketlerin doğuşu.

12.     Sistemin doğasında bulunan çelişkileri açığa çıkaran çevrimlerin ritmlerini ve sürekli eğilimlerini içeren ve şu anda yaşamakta olduğumuz sistem krizinin nedenlerini açıklayan bir düzenek.

12 şerh:

1.        Kesintisiz sermaye birikimi, bir tek altın türü uzun dönemli  kesin saklanabilir değerli metaller için sözkonusudur ama Wallerstein’ın kastettiği sermaye, toprak rantı olmadığı gibi, değerli metal rantı da değildir. Jentrifikasyonlaştırılan büyükkentlerdeki üssel büyüyen toprak rantı da kastedilmiyor. Bildiğimiz sanal sektör kastediliyor ki o da habire çöker durur.

2.        Bir: Alışveriş, oyun kuramı gereği % 90 olasılıkla sıfır toplamlı olmayan bir oyundur. Çünkü 2 taraftan birinin göreli kazancının diğerinin göreli kaybından (aktarılan malların ve/ya hizmetlerin fırsat maliyetinden) yüksek olması olasılığı çok yüksektir ve öbür taraf bunu bilemeyebilir (zaten ticaretin birincil amacı, en azından bir taraf için, savaştan daha karlı bir alışveriştir). İki: Merkez-çevre ilişkisi, tamama yakın raslantısal, çoğunluk rasgeledir (belirgin bir örüntüye limitlenmez). Örneğin, 1500’den sonra İspanya’dan İngiltere’ye, 1750’den sonra İngiltere’den ABD’ye güç odağı kayışının öyküsü gibi.

3.        Biz buna ‘sistem-dışılık’ diyoruz. Emperyalist kuramcı Barrett da öyle diyor ve onları asimile etmeye çabalıyor ama yine de başaramıyor: 65 yıllık global ABD hegemonyasının sonucu % 50’den az başarı (ayda bir internete giren 1,5 / 7 milyar nüfus oranı asıl çekirdek kazanç nüfus kesimi).

4.        Biz buna da ‘ekonomi-dışı ekonomi’ diyoruz, ‘kayıtdışı ekonomi’ değil. Ekonomi-dışı ekonomik değerler her zaman yüksek düzeyde olmuştur. Buna bir de boş zamanlarda yaratılabilen ekonomik ekstra artı-değerli icatları katarsak, ekonomi-dışı (kayıt-dışı ve kayıt-içi dahil) ekonomi, ekonomi-içi (düzenli) ekonominin boyutlarını geçer, sonucuna varabiliriz pekala.

5.        Tarihi artık 5.000 yıllık tek bir sistem sayıyoruz. Batı’yı 1500 veya 1750 başlangıçlı almak, sonucu etkilemiyor. Sonunu da 1950 veya 2000 almak sonucu etkilemiyor.

6.        Bir tane sonul makro öğe olması matematiksel limit olarak makul. Bunun Batı olması, onun ne kadar Batı olduğunu sorgulamamızı durdurmuyor. (Batı, ancak 1500’te tam Batı oldu ve 1945’te artık Batı, eksik-Batı idi, yani Batı artık Batı’nın makro kültürel değerlerini uygulamıyordu ve temsil etmiyordu.)

7.        Dünya sistemi modelleri, bütünleşme içermek zorunda değildir, çünkü zaten kendileri çöküş dönemleriyle tanımlıdır. Çok basit: Sibirya, doğal gaz bulunana kadar, 5.000 yıl boyunca dünya sistemi dışı idi, ekonomik keşfi ancak 20. Yüzyıl’da tamamlandı. Şimdi üstüne bir de, küresel ısınmanın getirdiği artı-tarım toprakları olabilir ama yeni bir buzul dönemi gelirse Sibirya yine devreden çıkar ve bu süreçler dünya sistemi modelinin kendisinden bağımsızdır. Yani bazı parçalar, sistemle hiçbir biçimde istatiksel karşılıklı ilinti içermez, Büyük Sahra sulanabilene kadar öyleydi, şimdi de öyle ve gelecekte de öyle kalacak.

8.        Buna en uygun karşı-örnek Cengiz Han devletidir. Ayrıca, burada kastedilen tekkutupluluktur ve ABD’nin tekkutuplu dünyadaki beceriksizliklerine, verisel olarak fazlasıyla bağlı bir saptamadır. Yine burada kastedilen şey, budanan ağaçların daha uzun yaşadığı gerçeğidir ama bazı ağaçlar kendini budayabilir ya da başka bir deyişle Roma’yı ve Bizans’ı uzun yaşatan şey, dış hegemonyalarla savaşları kadar, kendi iç hegemonya çekişmeleri de oldu.

9.        Bir, melezlemelerin safkanlılık yaratması ve tersi de imlenmiş oluyor. İki, etnik gruplarla ulusların fazla farklı olmadığı, örneğin homojen olmadığı ortak yönü kastediliyor. Bu ayrışmanın yapaylığı kastediliyor. Dolayısıyla, bunların o denli etkili parametreler oluşunun, insanların onların öyle olmasına ilişkin inancı olduğu gösterilmiş oluyor, din de böyledir.

10.     Buna hiçbir zaman katılmadım, çünkü global GSMH saptamaları % 10 aşağı ve yukarı oynarken, kadın ücretinin de erkek ücretinden % 10 aşağıya oynamasının, o denli önemli bir kriter olmayabileceği düşüncesi burada mevcut ve geçerli. (Sonuçta bazı meslekler de, hala kadın tekelinde sayılır ki bu da onların hanesine (diyelim) artı % 10 oran yazar.)

11.     Marjinallerin toplumsal değişimlerin aşağı yukarı tümünü gerçekleştirdiği ve değişimi yaratanların değişimi isteyenler olmayabileceği gözlemi, bu konuda bizi ikircikli bırakıyor. Marjinalliğin isyanlarının sistemi ne zaman, nasıl, vd güçlendirip zayıflattığı, istatiksel açıdan zayıf ilintili kalıyor yani. (Bunun hala az çalışılmış bir konu olması çok çok ilginç, bir tek işsiz kalan işçileri irdeleyen ‘İleri Marjinaller’ diye bir kitap var.)

12.     Çevrimlerin ortaya çıkışı, aklımıza düzensiz devinimlerin düzenli, düzenli devinimlerin düzensiz devinmeler yaratığı kaotik modelleri getiriyor.

Art-çıkarsamalar:

Böyle bir genel panoramada epeyi çatlaklar dizisi resimleyince, sistemin aslında hiçbir zaman bütünleşmemiş olduğu ortaya çıkıyor ve dünya sistemi ile dünya sistemleri anlayışları, pratik olarak bizim gözümüzde ayırtsızlaşıyor. Sistemin, tektonik plakalar gibi birbiriyle sürtünerek, değişerek, birbirini iteleyen parçalar olması modeli de, kulağa mantıklı geliyor. Dolasıyla Batı’nın nasıl Batı olmayandan evrildiğini de açıklayabilir duruma geliyoruz.

Böylelikle, neo-globalizmin ve ‘dünya sistemicilik’in ayırtsızlaştığı koşulların dışına çıkmayı bir derece olsun beceriyoruz. Bize bu sıralarda en çok gereken farklı düşüncelerin eksodusu, 2 antitezin sentezi değil. Yani, negatif diyalektik ve/ya tersine kompleks poliyalektik gerek bize, düz diyalektik değil.

Sermaye birikimi, tarihin tüm dönemlerinde vardı ve belki 5.000 yıl, yani bir tarih kadar daha var olmayı sürdüreceğe benzer ama bunun için kesin konuşamayız. İnsan-değil’in gelecekteki 5.000 yılının devletle ilintisini henüz bilmiyoruz. Belki şak diye kesiliverir.

5.000 yıllık dünya sistemi, limit görüngüye ancak % 50 oranında vardı. O nedenle makro harita hala belirsiz. Ancak bu genel sonucu (örneğin insan-öteyi) değiştirmeyecek. Yani tarihin nereye varacağı belirsiz, zaten gelecekbilim ilkeleri açısından da böyle, geçmişbilim ilkeleri açısından da böyle ve ikisinin bireşimi zamanbilim yapmıyor, dikkatleri bu duruma çekmek isteriz.

Tarihin nereye varacağının da önemi yok. Tarihi tarih ve devleti devlet yapan olumsuz nedenlerin pekala ayıklanabileceğini hep biliyorduk. Ayrıca, bunların ayıklanmasının (örneğin şiddetin ve savaşın önlenmesinin) gerektiği (veya savaşın bazı durumlarda ekonomik zararsızlığı) konusu, sonucu belirsiz ve tümdengelimsel bir önerme olarak duruyor.

Evet, global kriz var ama biz onu kendimiz düzeltmek veya kendiliğinden düzelmesini istiyor muyuz?

Tarihe yapılan yüzlerce, hatta binlerce yıllık sert müdahaleler, tarihte potansiyel gerilimler ve patlama potansiyelleri olarak yerleşti. Onların bir bölümünün tarihsel depremler yaratarak boşalmasında sakınca yok, bize gereken durum limit sıfır gerilim (ki o da AB 1945-2010 gibi sıfır kültürel evrim yapabilir). İnsan türünün acı çekmesinde sakınca yok. O nedenle global kriz olmasında da şimdilik sorun yok gibi. Ön-insan türü, 1 milyon yılda 10 küsur kez Afrika’dan eksodus yaptı ve ancak 50.000 yıl önceki sonuncusu ile, şimdiki 5.000 yıllık tarihi yarattı (ayrıca tarih-önce ile tarih arasında sıkı geçişimler olduğu giderek ortaya çıkıyor, çünkü artık nerelere bakmamız gerektiği belirginleşiyor). Yani, insan türü birkaç kez tümüyle yok olma tehlikesi atlattı ama bu yeni kriz bunu içermiyor, vereceği zarar maksimum % 20 (1,5 milyar) global nüfus kaybı ve 500 yıllık bir tarihsel duralama olabilir ki bunlar zaten daha önce de oldu ve tür evrilerek sürdü, bitmedi. Ayrıca, türün bitmesinde hiçbir sakınca yok.

Böylelikle, tümdengelimsel olarak koyduğumuz ‘insan imkansızdır’ savımızı, yaklaşık 30 yıl sonra, bu modelde de ortaya koymuş oluyoruz. İnsan olmuş olduğu gibiliğiyle evrimsel bir çıkmaz durumunda. Ancak ve ancak ‘insan-sonra’lar onu değiştirecek 8ki belki o da yetmez). İnsan-sonra’lardan biri de hümanist barışı kalıcı olarak sağlayacak ve böylelikle Dünya ev-gezegeninin sonsuz dek radyoaktif olması belki engellenebilir. Şimdilik çok fazla kan davası var, yine de belli olmaz yani.

Liberalizm buydu galiba?:

Bırakınız öçlerini alsınlar, alabiliyorlarsa eğer, yoksa yine yenilirler, hep olduğunca.

Bir anti-marksistin gayet marksistçe davranarak, ezilenlere verdiği sonul şanstır.

Dipnot 1, metin çıkış ve hatta başka metine çıkma:

Wallerstein, 13. madde sayabileceğimiz biçimde, aynı metnin 386.-387. sayfalarında şöyle bir saptama yapar.

“Avrupa Orta Çağ dünyasıyla modern dünya modelleri arasındaki özelliğin rahatsız edici bir biçimde bulanıklaştığı...”

Bunu, Le Goff ‘Orta Çağda Entellektüeller’ eseriyle birleştirince, 2 sonuç ortaya çıkar:

Bir: Engizisyon-rönesans çakışıklığının Avrupa’da 4 + 4 kez ayrı yerzamanlarda yaşanmışlığına karşın, Asya’da en az 1 kez (11. Yüzyıl’da Maveraünnehir’de) çakışık / faz binişik yaşandığı durumu var ve bunu bu durumlar ve modeller açıklar duruma geliyor.

İki: Le Goff’un Orta Çağ Avrupa’sında dünyevi ve uhrevi bilgi ayrılırken, aynı zamanda entellektüellerin halktan kopup üniversitelerine / fildişi kulelerine çekilmelerinin de, çakışık / faz binişik yaşanması saptaması, kimi bu durumların birbirinden bağımsız yorumlanması / kabul edilmesi gerektiği ortaya çıkar.

2. dipnot: 1. dipnot tümüyle başka bir metnin konusu olsa gerekse de, bunun muhtemelen bu konuda yapılan ilk kezki bir saptama olması ve konuya entegre olması nedeniyle, buraya şerh ve ek düşüldü.


(23-24 Nisan 2012 + 23 Temmuz 2013)

Hiç yorum yok: