Alıntı: Dünya Sistemi, İmge Kitabevi, 2003, sayfa: 385-386.
12 ilke:
1.
Kapitalist dünya ekonomisinin motor gücü olan kesintisiz
sermaye birikimi.
2.
Uzamsal açıdan eşitsiz bir alışverişin doğurduğu
merkez-çevre gerginliğini içeren omurga niteliğindeki işbölümü; bu eşitsiz
alışverişin Arguri Emmanuel’in tanımladığı gibi olması zorunlu değildir.
3.
Yarıçevresel bir bölgenin yapısal varlığı.
4.
Ücretli emeğin yanısıra ücret-dışı emeğin önemli ve
sürekli rolü.
5.
Kapitalist dünya-ekonomisinin sınırlarının egemen devletlerden
oluşan devletlerarası sistemin sınırlarıyla çakışması.
6.
Bu kapitalist dünya ekonomisinin kökenlerinin 19.
Yüzyıl’dan daha eskilere, olasılıkla 16. Yüzyıl’a yerleştirilmesi.
7.
Bu kapitalist dünya-ekonomisinin dünyanın bir bölümünde
(büyük ölçüde Avrupa’da) başladığı ve daha sonra birbiri ardından
gerçekleştirilen ‘sistemle bütünleştirmeler’ aracılığıyla yerkürenin tümüne
yayıldığı görüşü.
8.
Tam anlamıyla meydan okumayla veya hiçbir meydan okumayla
karşılaşmaksızın, hegemonya dönemleri yaşayan hegemonik devletlerin, bu
dünya-sistemindeki varlıklarının görece kısa ömürlü olduğu.
9.
Tümü sürekli olarak yaratılan ve yeniden yaratılan
devletlerin, etnik grupların ve ailelerin, türlerinin ilk örneği olmaması.
10. Sistemin örgütleyici
ilkeleri olarak, ırkçılığın ve cinsiyet ayrımcılığının önemi.
11. Sistemi aynı zamanda hem
çürüten hem de güçlendiren sistem karşıtı hareketlerin doğuşu.
12. Sistemin doğasında
bulunan çelişkileri açığa çıkaran çevrimlerin ritmlerini ve sürekli eğilimlerini
içeren ve şu anda yaşamakta olduğumuz sistem krizinin nedenlerini açıklayan bir
düzenek.
12 şerh:
1.
Kesintisiz sermaye birikimi, bir tek altın türü uzun
dönemli kesin saklanabilir değerli
metaller için sözkonusudur ama Wallerstein’ın kastettiği sermaye, toprak rantı
olmadığı gibi, değerli metal rantı da değildir. Jentrifikasyonlaştırılan
büyükkentlerdeki üssel büyüyen toprak rantı da kastedilmiyor. Bildiğimiz sanal
sektör kastediliyor ki o da habire çöker durur.
2.
Bir: Alışveriş, oyun kuramı
gereği % 90 olasılıkla sıfır toplamlı olmayan bir oyundur. Çünkü 2 taraftan
birinin göreli kazancının diğerinin göreli kaybından (aktarılan malların ve/ya
hizmetlerin fırsat maliyetinden) yüksek olması olasılığı çok yüksektir ve öbür
taraf bunu bilemeyebilir (zaten ticaretin birincil amacı, en azından bir taraf
için, savaştan daha karlı bir alışveriştir). İki: Merkez-çevre ilişkisi, tamama yakın raslantısal, çoğunluk
rasgeledir (belirgin bir örüntüye limitlenmez). Örneğin, 1500’den sonra
İspanya’dan İngiltere’ye, 1750’den sonra İngiltere’den ABD’ye güç odağı kayışının
öyküsü gibi.
3.
Biz buna ‘sistem-dışılık’ diyoruz. Emperyalist kuramcı
Barrett da öyle diyor ve onları asimile etmeye çabalıyor ama yine de başaramıyor:
65 yıllık global ABD hegemonyasının sonucu % 50’den az başarı (ayda bir
internete giren 1,5 / 7 milyar nüfus oranı asıl çekirdek kazanç nüfus kesimi).
4.
Biz buna da ‘ekonomi-dışı ekonomi’ diyoruz, ‘kayıtdışı
ekonomi’ değil. Ekonomi-dışı ekonomik değerler her zaman yüksek düzeyde
olmuştur. Buna bir de boş zamanlarda yaratılabilen ekonomik ekstra artı-değerli
icatları katarsak, ekonomi-dışı (kayıt-dışı ve kayıt-içi dahil) ekonomi,
ekonomi-içi (düzenli) ekonominin boyutlarını geçer, sonucuna varabiliriz pekala.
5.
Tarihi artık 5.000 yıllık tek bir sistem sayıyoruz. Batı’yı
1500 veya 1750 başlangıçlı almak, sonucu etkilemiyor. Sonunu da 1950 veya 2000
almak sonucu etkilemiyor.
6.
Bir tane sonul makro öğe olması matematiksel limit olarak
makul. Bunun Batı olması, onun ne kadar Batı olduğunu sorgulamamızı
durdurmuyor. (Batı, ancak 1500’te tam Batı oldu ve 1945’te artık Batı, eksik-Batı
idi, yani Batı artık Batı’nın makro kültürel değerlerini uygulamıyordu ve
temsil etmiyordu.)
7.
Dünya sistemi modelleri, bütünleşme içermek zorunda
değildir, çünkü zaten kendileri çöküş dönemleriyle tanımlıdır. Çok basit:
Sibirya, doğal gaz bulunana kadar, 5.000 yıl boyunca dünya sistemi dışı idi, ekonomik
keşfi ancak 20. Yüzyıl’da tamamlandı. Şimdi üstüne bir de, küresel ısınmanın
getirdiği artı-tarım toprakları olabilir ama yeni bir buzul dönemi gelirse
Sibirya yine devreden çıkar ve bu süreçler dünya sistemi modelinin kendisinden
bağımsızdır. Yani bazı parçalar, sistemle hiçbir biçimde istatiksel karşılıklı
ilinti içermez, Büyük Sahra sulanabilene kadar öyleydi, şimdi de öyle ve
gelecekte de öyle kalacak.
8.
Buna en uygun karşı-örnek Cengiz Han devletidir. Ayrıca,
burada kastedilen tekkutupluluktur ve ABD’nin tekkutuplu dünyadaki
beceriksizliklerine, verisel olarak fazlasıyla bağlı bir saptamadır. Yine
burada kastedilen şey, budanan ağaçların daha uzun yaşadığı gerçeğidir ama bazı
ağaçlar kendini budayabilir ya da başka bir deyişle Roma’yı ve Bizans’ı uzun
yaşatan şey, dış hegemonyalarla savaşları kadar, kendi iç hegemonya çekişmeleri
de oldu.
9.
Bir, melezlemelerin safkanlılık yaratması ve tersi de
imlenmiş oluyor. İki, etnik gruplarla ulusların fazla farklı olmadığı, örneğin
homojen olmadığı ortak yönü kastediliyor. Bu ayrışmanın yapaylığı kastediliyor.
Dolayısıyla, bunların o denli etkili parametreler oluşunun, insanların onların
öyle olmasına ilişkin inancı olduğu gösterilmiş oluyor, din de böyledir.
10. Buna hiçbir zaman
katılmadım, çünkü global GSMH saptamaları % 10 aşağı ve yukarı oynarken, kadın
ücretinin de erkek ücretinden % 10 aşağıya oynamasının, o denli önemli bir
kriter olmayabileceği düşüncesi burada mevcut ve geçerli. (Sonuçta bazı
meslekler de, hala kadın tekelinde sayılır ki bu da onların hanesine (diyelim)
artı % 10 oran yazar.)
11. Marjinallerin toplumsal
değişimlerin aşağı yukarı tümünü gerçekleştirdiği ve değişimi yaratanların
değişimi isteyenler olmayabileceği gözlemi, bu konuda bizi ikircikli bırakıyor.
Marjinalliğin isyanlarının sistemi ne zaman, nasıl, vd güçlendirip zayıflattığı,
istatiksel açıdan zayıf ilintili kalıyor yani. (Bunun hala az çalışılmış bir
konu olması çok çok ilginç, bir tek işsiz kalan işçileri irdeleyen ‘İleri
Marjinaller’ diye bir kitap var.)
12. Çevrimlerin ortaya
çıkışı, aklımıza düzensiz devinimlerin düzenli, düzenli devinimlerin düzensiz
devinmeler yaratığı kaotik modelleri getiriyor.
Art-çıkarsamalar:
Böyle bir genel panoramada epeyi çatlaklar dizisi resimleyince, sistemin
aslında hiçbir zaman bütünleşmemiş olduğu ortaya çıkıyor ve dünya sistemi ile
dünya sistemleri anlayışları, pratik olarak bizim gözümüzde ayırtsızlaşıyor.
Sistemin, tektonik plakalar gibi birbiriyle sürtünerek, değişerek, birbirini
iteleyen parçalar olması modeli de, kulağa mantıklı geliyor. Dolasıyla Batı’nın
nasıl Batı olmayandan evrildiğini de açıklayabilir duruma geliyoruz.
Böylelikle, neo-globalizmin ve ‘dünya sistemicilik’in ayırtsızlaştığı
koşulların dışına çıkmayı bir derece olsun beceriyoruz. Bize bu sıralarda en
çok gereken farklı düşüncelerin eksodusu, 2 antitezin sentezi değil. Yani, negatif
diyalektik ve/ya tersine kompleks poliyalektik gerek bize, düz diyalektik değil.
Sermaye birikimi, tarihin tüm dönemlerinde vardı ve belki 5.000 yıl, yani
bir tarih kadar daha var olmayı sürdüreceğe benzer ama bunun için kesin konuşamayız.
İnsan-değil’in gelecekteki 5.000 yılının devletle ilintisini henüz bilmiyoruz.
Belki şak diye kesiliverir.
5.000 yıllık dünya sistemi, limit görüngüye ancak % 50 oranında vardı. O
nedenle makro harita hala belirsiz. Ancak bu genel sonucu (örneğin insan-öteyi)
değiştirmeyecek. Yani tarihin nereye varacağı belirsiz, zaten gelecekbilim
ilkeleri açısından da böyle, geçmişbilim ilkeleri açısından da böyle ve
ikisinin bireşimi zamanbilim yapmıyor, dikkatleri bu duruma çekmek isteriz.
Tarihin nereye varacağının da önemi yok. Tarihi tarih ve devleti devlet
yapan olumsuz nedenlerin pekala ayıklanabileceğini hep biliyorduk. Ayrıca, bunların
ayıklanmasının (örneğin şiddetin ve savaşın önlenmesinin) gerektiği (veya
savaşın bazı durumlarda ekonomik zararsızlığı) konusu, sonucu belirsiz ve
tümdengelimsel bir önerme olarak duruyor.
Evet, global kriz var ama biz onu
kendimiz düzeltmek veya kendiliğinden düzelmesini istiyor muyuz?
Tarihe yapılan yüzlerce, hatta binlerce yıllık sert müdahaleler, tarihte
potansiyel gerilimler ve patlama potansiyelleri olarak yerleşti. Onların bir
bölümünün tarihsel depremler yaratarak boşalmasında sakınca yok, bize gereken
durum limit sıfır gerilim (ki o da AB 1945-2010 gibi sıfır kültürel evrim
yapabilir). İnsan türünün acı çekmesinde sakınca yok. O nedenle global kriz
olmasında da şimdilik sorun yok gibi. Ön-insan türü, 1 milyon yılda 10 küsur
kez Afrika’dan eksodus yaptı ve ancak 50.000 yıl önceki sonuncusu ile, şimdiki
5.000 yıllık tarihi yarattı (ayrıca tarih-önce ile tarih arasında sıkı
geçişimler olduğu giderek ortaya çıkıyor, çünkü artık nerelere bakmamız
gerektiği belirginleşiyor). Yani, insan türü birkaç kez tümüyle yok olma
tehlikesi atlattı ama bu yeni kriz bunu içermiyor, vereceği zarar maksimum % 20
(1,5 milyar) global nüfus kaybı ve 500 yıllık bir tarihsel duralama olabilir ki
bunlar zaten daha önce de oldu ve tür evrilerek
sürdü, bitmedi. Ayrıca, türün bitmesinde hiçbir sakınca yok.
Böylelikle, tümdengelimsel olarak koyduğumuz ‘insan imkansızdır’ savımızı,
yaklaşık 30 yıl sonra, bu modelde de ortaya koymuş oluyoruz. İnsan olmuş olduğu
gibiliğiyle evrimsel bir çıkmaz durumunda. Ancak ve ancak ‘insan-sonra’lar onu
değiştirecek 8ki belki o da yetmez). İnsan-sonra’lardan biri de hümanist barışı
kalıcı olarak sağlayacak ve böylelikle Dünya ev-gezegeninin sonsuz dek
radyoaktif olması belki engellenebilir. Şimdilik çok fazla kan davası var, yine
de belli olmaz yani.
Liberalizm buydu galiba?:
Bırakınız öçlerini alsınlar,
alabiliyorlarsa eğer, yoksa yine yenilirler, hep olduğunca.
Bir anti-marksistin gayet marksistçe davranarak, ezilenlere verdiği sonul
şanstır.
Dipnot 1, metin çıkış ve hatta başka metine çıkma:
Wallerstein, 13. madde sayabileceğimiz biçimde, aynı metnin 386.-387.
sayfalarında şöyle bir saptama yapar.
“Avrupa Orta Çağ dünyasıyla modern dünya modelleri arasındaki özelliğin
rahatsız edici bir biçimde bulanıklaştığı...”
Bunu, Le Goff ‘Orta Çağda Entellektüeller’ eseriyle birleştirince, 2 sonuç
ortaya çıkar:
Bir: Engizisyon-rönesans
çakışıklığının Avrupa’da 4 + 4 kez ayrı yerzamanlarda yaşanmışlığına karşın,
Asya’da en az 1 kez (11. Yüzyıl’da Maveraünnehir’de) çakışık / faz binişik
yaşandığı durumu var ve bunu bu durumlar ve modeller açıklar duruma geliyor.
İki: Le Goff’un Orta Çağ Avrupa’sında
dünyevi ve uhrevi bilgi ayrılırken, aynı zamanda entellektüellerin halktan
kopup üniversitelerine / fildişi kulelerine çekilmelerinin de, çakışık / faz
binişik yaşanması saptaması, kimi bu durumların birbirinden bağımsız
yorumlanması / kabul edilmesi gerektiği ortaya çıkar.
2. dipnot: 1. dipnot tümüyle başka bir metnin konusu olsa gerekse de, bunun
muhtemelen bu konuda yapılan ilk kezki bir saptama olması ve konuya entegre
olması nedeniyle, buraya şerh ve ek düşüldü.
(23-24 Nisan 2012 + 23 Temmuz
2013)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder