Salı, Temmuz 30, 2013

Tarih Şeysileri


Benim gibi gelecekbilimci birinin, Türkiye gibi koyunun bulunmadığı yerde keçinin Abdurrahman Çelebi sayıldığı bir yerde bile, tarih / geçmişbilim metinleri yazıp, bunun için bir de telif alması ve üzerine bir de alamaması durumu, ‘Muppet Show’un huysuz ihtiyarlar gösterilerini ve esprilerini geçti çoktan.

Bu metinler, ‘Atlas Tarih’ gibi bir dergide imzam ile yayınlandı. İkinci metnin telifini ve konu için belge olarak kullanılan haritamı editör Kansu Şarman’dan yıllardır hala alabilmiş değilim.

Bitmedi daha var:

Dilim sivridir.

Mekanlardan bir mekanda, İstiklal Caddesi Parmakkapı Sokak’taki ‘Kelepir’ kitapçısında, günlerden bir gün ‘Tarihlenk’ kitabının mefailü faili Hakan Erdem ile toslaştım. Kendisi tarihi, kitabında belirttiği üzere, nakil ve tefsirden ibaret sanmakta ve adı geçen kitabında bunu övünerek vurgulamakta. Oysa tarih, özellikle ‘Annales Okulu’ mensuplarının ve son dönemde de dünya sistemici Wallerstein’ın kanıtladığı üzere, telif metin yazmaktan oluşmakta ki zaten bilim de öyledir, eğer tarihi bir bilim sayacaksak, o da öyledir.

Bendeniz çeyrek yüzyılı aşan bir süredir seyyar satıcı olduğum ve tipim bir entellektülden çok, pamuk kabzımalını andırdığı için, Hakan Efendi’yi, on bin kitap okumuş, 180 IQ’lu biri olduğuma pek ikna edemedim. Tam tersine, gözümün içine baka baka beni yok saydı. E tabii, kendince aşağıladı da...

Bu minval üzere:

Bir uzman olmadığımı, bir disiplinlerarasıcı ve çokdisiplinli olduğumu 18 yaşımdan beridir söylerim ki o zamanda beridir öyle bir bilim dalı olan gelecekbilime sardırmış durumdayım zaten.

O zaman global moda uzmanlıktı, sonra sonra Batı ve G-7 benim gibilerin gerekliliğine aydı. Sonuçta, bugün bile hala, o devasa ve dipsil bilgi gayya kuyusunda, kuantum fiziğinin bir sorusu (zaman kuantaları diyelim) sinema gibi kel alaka bir alanda yanıtlanmış oluyor ve ne yönetmenler sinemanın ve kendi filminin ne yaptığını ve kuantum fiziğini biliyor, ne de fizikçiler sinemadan haberdar. İlintiyi kurmak, benim gibilere düşüyor, üstüne bir de sopa yiyoruz... Ossun...

Geçmişbilim olarak tarih olsun, geleckbilim olsun, çokdisiplinli bir çokdisiplinli alan. Yani; permütasyon ve kombinasyon olarak değil (çünkü bilgi çeşitleme olasılıkları limit sonsuzu geçti çoktan), bir bakışta birkaç kavramsal çerçevede eldeki bilgileri sınayıp, tutarlılıklarının değil de, geçerliliklerinin veya geçersizliklerinin dağılımlarını sezebilmek gerek (sezgi, çünkü bilgi pratikte bu denli hızlı işlemez).

Tarih için bu, genelde tümleşik bir tarih atlası ve özel bir örnekte de Chandler’ın tarihin en büyük kentlerinin kronolojik sıralaması örneği oldu. (Tarihin en büyük kentlerinin 50-100 yılda bir habire değişmesi, uygarlığın ne denli konar göçer olduğu konusunda bizi aydınlatır: Örneğin bugünkü en büyük global 50 kentin tamamına yakını 50 yıl önce öyle değildi.

Dolayısıyla editör Şarman ve büdütör Erdem’in bunları bilmesi imkansız, çünkü belki Osmanlıca biliyorlar ama İngilizce’ye vakıf değiller ve sanıldığının tersine, Osmanlı dönemi ve önceki Türk tarihine ilişkin malzemenin tamamına yakını İngilizce. Bu arada tarih öncesine ilişkin global bilgiyi değiştirip, Neolitik Devrim’e yeni şerhler ekleyen, sevgili eski hocam Aslıhan Yener de, bu konuda yazdıklarını İngilizce yazdı.

Şarman ve Erdem için durum olağan: Çünkü kılavuzları olan kargalar, Ortaylı ve ondan bir önceki kuşakta da Cemal Kutay olmakta. Kendileri, tarihi hikaye ile karıştırmakta hala ki zaten ikisi yabancı dillerde aynı kökten gelmekte (story ve history).

Tabii bendeniz de ‘Atlas Tarih’te hikaye yazmıştım: İstanbul’a düşen ilk uçak ve İstanbul Boğaziçi’ne yapılması düşünülen ilk metro konularını. Tabii ki malzemeler yine gavur dillerinde idi.

Sözü toparlarsak:

Yazık...

Kansu Bey, müşterim de aynı zamanda ve arkadaşım da sayılır (böylesine çılgınca eleştirsem de öyledir, ayı yavrusunu severken boğarmış, ne de olsa). Yine de yazık.

Hakan Bey ise benim konu manyağım oldu. Yaşadıklarımızı anekdot yapıp yapıp, herkese anlatıyorum. Kendisi beni görünce, yolunu henüz değiştirmese de, bu yazıdan sonra bunu yapabilir.

Neden yazık?:

Yine yakından tanıdığım bir arkadaşım, kendisiniilk kez tanıdığım çeyrek yüzyıl önce, birlikte müzecilik lisansüstü okurken bile, Bizans konusunu çalışmak istiyordu ve bugün o konuda yepyeni ve global bilgiyi yeniden yazacak bir takıma dahil durumda (ad vermiyorum özellikle).

Eh, şakayla karışık hicvettiğim ikili de Türk, hocam ve sınıf arkadaşım da Türk.

21. Yüzyıl’dayız. Bilgi toplumu çağını geçtik, öte-bilgi çağına girdik. Türkler novum-bilgi üretti ürrtti. Üretmedi, Tanzimat’ın ‘altı kaval, üstü Şişhane’ yarı-aydın modeline devam...

Şarman ve Erdem, Ortaylı ve Kutay hala ve hala o modeldeler... İki asır sonra bile, onların izlekçileri hala olaacak, bundan adım denli eminim..


Hiç yorum yok: