Salı, Temmuz 09, 2013

Şu Benim Güzel Anti-Marksizmim

1974’ten beridir marksistlerin arasındayım. (Ateist olduğum için muhazakarların ilk işi, katl-i vaciptir, olmakta, dolayısıyla onların arasında olamamaktayım.)

40 yıldır inatla anti-marksist kaldım.

Kimse beni zorla bile bir mitinge veya (o zamanlar bol olan) bir cenazeye götüremedi.

O zamandan beridir bunu açımlamam günümüze kaldı. Kısmet.

Konuyu ikiye bölelim: Öznel ve nesnel. Ve devam edelim:

Öznel:

Bireyciyim.

Bencil değilim. Dahi olduğum için bireyciyim. Düşünce nakli henüz becerilemediği için, beynimi korumak için yalnız kalmak zorundaydım ve zorundayım. Öyle de öleceğim.

1974’te dahiliğim, 1 milyon 300 bin kişide 26.’lık, yani yüzbinde 5’lik bir dilimde kanıtlandı. Kural, on binde bire girmektir, hala da öyledir. O zamandan beridir zekam, birçok vesileyle kanıtlanagidiyor.

Negatif ve antipatik biri olduğum hep söylenir ama bundan hiç mi hiç rahatsız olmam. Çünkü bana en büyük zararları beni sevenler verdi. Bu negasyon da (yakın çevremdekileri değilleyerek) beni anti-marksist kılmış olabilir. Olmayabilir de.

Bilgi ve zeka takıntım var. Bunlar hiç mi hiç toplumcu değil, marksizm ise koyutsal olarak toplumcu.

Nesnel:

Diyalektik berbat bir mantık düzensizliği. Geçersiz. Başı sonu bir değil. (Kant üçlemesinden alınmış Hegel triyalektiğini, güya ayakları üzerine oturtup diyalektik yaparsan, böyle olur.)

Onun antitezi ise kompleks poliyalektik.


Marx, iktidarperverliği marksizme sokarak, kendi ideolojisinin faşistliğini baştan koyutladı. Bunu geçiyorum.

Uygulamada ise:

Dünya’nın ilk devrimini yapan Lenin, Troçki ve Stalin üçlüsü, inanılmaz tiran bir üçleme idi. Troçki, Kronstadt 1921’i düzledi. Oranın artıkları Lenin’i zehirledi. Stalin Troçki’yi öldürttü. Orjiden beter bir hikaye yani.

Haa, evet reel sosyalizm böyle olmak zorunda idi, yoksa devrim güme giderdi. Stalin’in Rusya’ya az çektirdiği, 1989’dan beridir ortada.

Ancak Luxemburg’un eleştirisi haklı: Bu denli ve bu biçimde (acımasız) olunmak zorunda değildi.

Devamında, ne Rusya Devrimi’ne, ne de Çin Devrimi’ne karşı değilim. Başarısızlığa uğramış falan değiller. SSCB uzaya ilk gitti ve Putin diktatörlüğü sayesinde hala sağ ve esen, Çin ise şu an dünyada 1 numara.

Amma ve de lakin: Devrim, ilk olarak benim gibileri gömüyor. Mayakovski gibileri yani. Ya da intihar edebiliyorsun tabii ki. (Yesenin intiharı, Mayakovski’nin ona karşı  şiiri ve onun da intiharı, bir devrim ağıdıdır bence.)

Dolayısıyla beni gömecek türden bir devrime ve marksizme, sağ kalma içgüdülerim nedeniyle karşıyım. Yoksa devrim beni gömse, olur böyle şeyler, derdim yalnızca.

Gelelim zurnanın zırt dediği yere:

Bugün, marksist tarihçilerin kurduğu dünya sistemi modeli de, anti-marksist neo-globalist neo-liberallerin kurduğu 30 yıllık bu düzen de ekonomik determinist. Yani, her iki tarafın da dinleri imanları para. Oysa, tarihsel sabit-kesin bir ekonomik birikim hiç olmadığı için, aslolan yalnızca altın ve dünya ekonomosinde üretilen herşey 10 yıl çinde sıfırlanıyor. O nedenle, bakilik anlamında aktarılan tek şey düşünce: Bilim, sanat ve felsefe olarak.

Haa, her 2 tarafa da sor: İnsanı insan yapanın düşünce olduğunu önesürer ama özgür düşünceyi gömmek için katliam dahil herşeyi yapar her ikisi de.

Zaten Hegel bile, karşıtların ayırtsızlaşabildiğini daha 1850’de görmüştü. Onlar da bu konuda ayırtsız.

Şerh: Makyavelli-Neçayef ayırtsızlığı (özellikle de hesaba Hasan Sabbah katılırsa), belki bir milenyum daha geçerli kalacak gibi. artı, her üçüne de saygım sonsuzdur.

Eh, insanları mesai ile yargılarsan ve boş zamanlarında yarattıklarıyla yargılamazsan, onları yalnızca para makinası olarak görürsün, marksist bile olsan. Eh, güya Marx bunu 1844’te yazmştı ama kendi yaşamına bakarsınız, imamın dediğini yap, yaptığını yapma, durumunu izlersiniz açıkça.

Geriye kalan bilim, sanat ve felsefe; ne satın alınabilir, ne de yönetilebilir.

Doğrudan sonuca gittim. İşin özü budur. O nedenle anti-marksistim.

Özgürce düşünürüm, özgürce yazarım, öyleyse anti-marksistim.


Hiç yorum yok: