1974’ten beridir marksistlerin arasındayım. (Ateist olduğum için
muhazakarların ilk işi, katl-i vaciptir, olmakta, dolayısıyla onların arasında
olamamaktayım.)
40 yıldır inatla anti-marksist kaldım.
Kimse beni zorla bile bir mitinge veya (o zamanlar bol olan) bir cenazeye
götüremedi.
O zamandan beridir bunu açımlamam günümüze kaldı. Kısmet.
Konuyu ikiye bölelim: Öznel ve nesnel. Ve devam edelim:
Öznel:
Bireyciyim.
Bencil değilim. Dahi olduğum için bireyciyim. Düşünce nakli henüz
becerilemediği için, beynimi korumak için yalnız kalmak zorundaydım ve
zorundayım. Öyle de öleceğim.
1974’te dahiliğim, 1 milyon 300 bin kişide 26.’lık, yani yüzbinde 5’lik bir
dilimde kanıtlandı. Kural, on binde bire girmektir, hala da öyledir. O zamandan
beridir zekam, birçok vesileyle kanıtlanagidiyor.
Negatif ve antipatik biri olduğum hep söylenir ama bundan hiç mi hiç
rahatsız olmam. Çünkü bana en büyük zararları beni sevenler verdi. Bu negasyon
da (yakın çevremdekileri değilleyerek) beni anti-marksist kılmış olabilir.
Olmayabilir de.
Bilgi ve zeka takıntım var. Bunlar hiç mi hiç toplumcu değil, marksizm ise
koyutsal olarak toplumcu.
Nesnel:
Diyalektik berbat bir mantık düzensizliği. Geçersiz. Başı sonu bir değil.
(Kant üçlemesinden alınmış Hegel triyalektiğini, güya ayakları üzerine oturtup
diyalektik yaparsan, böyle olur.)
Onun antitezi ise kompleks poliyalektik.
Marx, iktidarperverliği marksizme sokarak, kendi ideolojisinin faşistliğini
baştan koyutladı. Bunu geçiyorum.
Uygulamada ise:
Dünya’nın ilk devrimini yapan Lenin, Troçki ve Stalin üçlüsü, inanılmaz tiran bir üçleme idi. Troçki, Kronstadt
1921’i düzledi. Oranın artıkları Lenin’i zehirledi. Stalin Troçki’yi öldürttü.
Orjiden beter bir hikaye yani.
Haa, evet reel sosyalizm böyle olmak zorunda idi, yoksa devrim güme giderdi.
Stalin’in Rusya’ya az çektirdiği,
1989’dan beridir ortada.
Ancak Luxemburg’un eleştirisi haklı: Bu denli ve bu biçimde (acımasız) olunmak
zorunda değildi.
Devamında, ne Rusya Devrimi’ne, ne de Çin Devrimi’ne karşı değilim.
Başarısızlığa uğramış falan değiller. SSCB uzaya ilk gitti ve Putin
diktatörlüğü sayesinde hala sağ ve esen, Çin ise şu an dünyada 1 numara.
Amma ve de lakin: Devrim, ilk olarak benim gibileri gömüyor. Mayakovski
gibileri yani. Ya da intihar edebiliyorsun tabii ki. (Yesenin intiharı,
Mayakovski’nin ona karşı şiiri ve onun
da intiharı, bir devrim ağıdıdır bence.)
Dolayısıyla beni gömecek türden bir devrime ve marksizme, sağ kalma içgüdülerim nedeniyle
karşıyım. Yoksa devrim beni gömse, olur böyle şeyler, derdim yalnızca.
Gelelim zurnanın zırt dediği yere:
Bugün, marksist tarihçilerin kurduğu dünya
sistemi modeli de, anti-marksist
neo-globalist neo-liberallerin kurduğu 30 yıllık bu düzen de ekonomik
determinist. Yani, her iki tarafın da dinleri imanları para. Oysa, tarihsel sabit-kesin
bir ekonomik birikim hiç olmadığı için, aslolan yalnızca altın ve dünya
ekonomosinde üretilen herşey 10 yıl çinde sıfırlanıyor. O nedenle, bakilik
anlamında aktarılan tek şey düşünce: Bilim, sanat ve felsefe olarak.
Haa, her 2 tarafa da sor: İnsanı insan yapanın düşünce olduğunu önesürer ama özgür
düşünceyi gömmek için katliam dahil herşeyi yapar her ikisi de.
Zaten Hegel bile, karşıtların ayırtsızlaşabildiğini daha 1850’de görmüştü.
Onlar da bu konuda ayırtsız.
Şerh: Makyavelli-Neçayef
ayırtsızlığı (özellikle de hesaba Hasan Sabbah katılırsa), belki bir milenyum
daha geçerli kalacak gibi. artı, her üçüne de saygım sonsuzdur.
Eh, insanları mesai ile yargılarsan ve boş zamanlarında yarattıklarıyla
yargılamazsan, onları yalnızca para makinası olarak görürsün, marksist bile
olsan. Eh, güya Marx bunu 1844’te yazmştı ama kendi yaşamına bakarsınız, imamın
dediğini yap, yaptığını yapma, durumunu izlersiniz açıkça.
Geriye kalan bilim, sanat ve felsefe; ne satın alınabilir, ne de
yönetilebilir.
Doğrudan sonuca gittim. İşin özü budur. O nedenle anti-marksistim.
Özgürce düşünürüm, özgürce yazarım,
öyleyse anti-marksistim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder