‘Karşılaştır-karşıtlaştır’ yöntemiyle, bir kez daha epeyi bir ezber bozalım
bakalım:
Orta Çağ, MS 400-1500 tarihli ve Avrupa mekanlı bir dönemdir.
Engizisyonlar, Avrupa’da 4 zamanda ve mekanda yoğunlaştı.
Rönesanslar da, Avrupa’da 4 zamanda ve mekanda yoğunlaştı.
(Bunlar, daha önceki metinlerde açımlandı, burayı geçtik o nedenle.)
Ancak, klasik anlamdaki engizisyonların ardından rönesansların geldiği
savı, en azından bunlar arasında ardışıklık ve/ya neden-sonuç ilintisi kurmak
açısından işlemiyor. Bu bir.
Orta Çağ’ın bir Hristiyan dönemi olduğu savı da işlemiyor. Bu iki.
Bunu açımlayalım:
400’de Hristiyan olan Batı Roma, yani asıl Roma
değil, Doğu Roma, yani Bizans idi. 476’daki ikiye ayrılmadan sonra Bizans, Doğulu
ve Asyalı oldu. Ayrıca Bizans, bildiğimiz anlamda Hristiyan engizisyonu
yaşamadı. (Ortodoksluğun engizisyonu, Tarkovski’nin ‘Andrey Rublov’unda aşırı
yorumlu ve sanatsal bir biçimde dilegetirilir.)
Onun yerine, az bilinen bir biçimde, diğer Avrupa’nın
hristiyanlaşması milenyum, evet tam bin yıl sürdü. Nordik / Baltık’sal
ülkelerin bazıları, ancak 1500 civarında Hristiyan oldu ki bu bir bakıma yine
onların ilk önce ve en bir Protestan olmasını da açımlayabilir.
Almanya-İsviçre-İtalya, kuzey-güney / dikey
ekseninde kurulan Kutsal Roma İmparatorluğu’nu tarafından, 500 yıl boyunca, bir
türlü tam Roma’laştırılamamış Germenler’ce (bugünkü Almanlar’ca kurulmuşluğu
da) ilginç bir olgu. Yani, ana merkezi
iktidara en çok karşı savaşan odak, onun tarihsel bayrağını alıp ardılı olan odak oldu. (Aslına bakılırsa, Çinliler
ile en çok savaşmış olan Türkler de bugün Çinlilik değereni, onlardan daha önce
ve daha çok taşımış durumda gibi.)
Almanya, aynı zamanda Katolik-Protestan savaşının
başladığı ve en ağır kayıplı olarak sürdüğü (30 Yıl Savaşları) olaylara mekan
oldu.
Bu sırada Doğu Avrupa, Katolik-Ortodoks
ayrımındaydı ama bu ayrım taa Orta Çağ’sal başlangıçta, 423 İznik Konsülü’nde
ve daha da ilginç olarak Bizans’ta başladı.
Bunlara ek olarak, Avrupa dillerinin alfabelileşmesi süreci var ki bu taa 1000’e kadar
sürdü, yine güneyden kuzeye doğru olarak. Yani alfabelileşme, engizisyonun bir nedeni sayılabilir pekala ki bu
asıl Orta Çağ’daki entellektüel-halk kopuşunu da açımlar ama bunu açımlamak bu
metin onun yeri değil. (Bir de, sözlü-yazılı
kültür savaşı var ki bunun Orta Çağ’a etkilerini açımlamak bizi aşar, bunu
işi iyi bilen uzmanların yapması gerekli.)
Bunların toplamında:
Kendini Doğu Roma sayan ama Batı Avrupa tarafından Bizans olarak dışlanan
(Bizans çalışmaları doğru dürüst ancak 21. Yüzyıl’da ve Müslüman Türkiye’de başladı ama yine eski Bizans toprağında)
Bizans’ın İstanbul’u, belki bir milenyum boyunca, bilimin ve sanatın destekçisi
ve çoğunluk global merkezi oldu ve onu yakıp yıkan (belki de densentralize
eden) hep Katolikler oldu. (Burada da Türkler İstanbul kültürünü, onu
fethederek ve yeniden fethedip
(İspanya’nın engizisyonsal ‘reconquisita’sı gibi) engizisyonlayarak, en çok
yaşatan ve İstanbul kültürüne en düşman
kültür olageldi.)
Bizans, Eski Yunan geleneğini üstlenip, ülkesel / kitapsal dilini
Yunanca’ya çevirirken Avrupa, Eski Yunan klasiklerini Latince üzerinden tanıdı
ve ancak 1200’lerde falan, o da epeyi engizisyon yargılamalarından ve Aristo
yasaklarından sonra. Daha da ilginci Aristo metinleri, Latince’ye Arapça’dan,
yani Müslümanlar’dan geldi. Demek ki 11. Yüzyıl’da Ön Asya’da
engizisyon-rönesans binişikliğini yaşayan Müslüman kültürü, Hristiyan kültüründe hem rönensansı, hem de
bir kültürel iç savaşı (belki de engizisyonu) tetiklemiş oldu ki bu bir
dış-epsilon-katır öğedir.
Şimdi, asıl soruna geliyoruz:
Aristo Mantığı’nı tama limitte yükseltgeyen Avrupa, aynı zamanda
üniversiteleri aynı dönemde kurarken, Le Goff’un imlediği ama tam açımlayamadığı
üzere, bir biçimde bilgisel metamorfozda iken, entellektüellerin halktan
kopuşunu da sağladı. Bunun nedeni şu olabilir: Sonuçta, bilgiyi korumak için
onu odaklamak / yoğunlaştırmak ve kitleden yalıtmak (yani ondan korumak)
gerekti.
İşte bunlar, tam da Orta Çağ süreçleri veYeni Orta Çağ’da benzer / koşut
durumlar yaşanmakta.
Ancak, yukarıda tüm sayılan öğeler ve panoramalar, asıl fail durumunda.
Yani:
Rönesanslar ve engizisyonlar arasında gerçek neden-sonuç ilintisi yok. Bu üç.
Hem rönesanslar, hem de engizisyonlar, yalnızca görüngüsel (fenomenik).
Asıl varlıksal (ontik) neden-sonuç ilintileri, ironik bir biçimde, hem daha
mikro, hem de daha makro ölçeklerde yer alıyor ki bu metnin göstermek istediği,
tam da bu. Bu dört.
Daha da ilginci, bugün ve burada, tam da bu durum geçerli. Yani, bakmamız
gerekenler, engizisyonlar ve rönesanslar değil, diğer birçok kültürel süreç
aslında.
Bilginin üssel artışının, yeniden bir neo-entellektüel ve neo-kitle /
neo-proleterya yalıtımının getirmesi de, şimdi ve burada geçerli gerçek bir
durum .
Aynı zamanda, eski kampüslerin / üniversitelerin yerini alan internetin,
bilgiyi yayan değil, tam da yalıtan ve odaklayan / deriştiren ama yine de ve
aynı zamanda kitleden / proleteryadan koparan bir olgu olması gerçeği mevcut.
Halkın bilgiden nefreti için bunlar gerekmiyor. Yalnızca, bu daha parlak ve
dikkati çeken bir olgu durumunda. İnternetin insanları daha cahilleştirmesi,
özellikle de (Orta Çağ’ın yarattığı) akademisyen gibi maaşlı bilgicileri öyle yapması, tam da halkın bilgiden ve
nefretinin kanıtıdır bizce: Yani imam yellenirse, halk ishal olmakta.
İşte biz, eski Orta Çağ’dan yeni Orta Çağ için bunları öğrendik.
Ne mi yapmalı?
‘Fahrenheit 451’deki gibi asal yalnızlar, kendi başlarına birer kitap
olmalı ve toplumdan kopmalı ve gitmeli, yani bilgi densentralize olmalı. Yoksa,
bilgi birikimi toptan silinebilir. Daha önce böyle çok oldu tarihte.
Eski Yunan, MÖ 200 - Miladi 0 arasında çökerken, o bilgiyi ilk olarak
sırtlanan, en eski toptan Hristiyan
Asyalı ve prematüre kültürlü Süryaniler olmasaydı, ne Araplar, ne de
Avrupalılar, Aristo metinlerini biraz zor görürdü, çünkü onlar densentralize
bir dönemde ve yerde Aristo’yu yalnızca sakladılar ve taşıdılar ama yaymadılar
(sonra Araplar gelip, bilgiye el koydular.) Yani Aristo metinleri, epeyi yüzyıl
boyunca uykuya yattı ve o nedenle de bugün oldukça aşırı yorumlara tabi. (
Teolojik olsun veya olmasın, hermenötik- Orta Çağ ilintisi de üzerinde
çalışılması gereken bir süreçler toplamı.)
Ek:
Ana metnin anlamsal vektörüyle ilgisiz bazı özel olgular daha var:
1500’de İspanya, engizisyonun doruğu ile yeniden fetih ve dünyayı fetih
(ilk ve gerçek global kolonilizasyon)
sürecindeyken, aynı zamanda manen bitti de, yani 1600’den beridir İspanya bir
hiç. Aynı durumda, onu yenen ve dünya egemeni olan İngiltere 1945’te bitti ve
şimdi İngilizler sürünüyorlar. Artı, tek gerçek dünya imparatorluğu olan Cengiz
Han İmparatorluğu, yalnızca 50 yılda bitti ve 700 küsur yıldır torunları hala
çadırda yatıyor.
Yani, rönesans o denli ihya edici bir süreç olmayabilir. Zaten 4 ayrı yer ve
zamanda olması da bir kanıttır. Dördün biri
rönesansın İtalya’sı, bir daha bir Leonardo çıkaramadı ve fatih niyetine
çıkara çıkara Mussolini’yi çıkardı.
Almanya ise evlere şenlik bir tarihsel örnek: 2 dünya savaşında da yenilip,
bundan 50 yıl sonra hala dünya gücü olan bir tek o ülke var. Yani, Roma
karşıtlığı işe yaramış ve Pax Romana bir yalan söylemmiş aslında.
Çıkış:
Bu metin bir kavramsal çerçeve. Epeyi günümüz aktuel (somutlaşmış görünen) olgusunu
açımlamak için tasarlandı. Aynı zamanda, epeyi gelecekbilim tasarımı için de
kullanılacak, çünkü (tarih) geçmişbilim-gelecekbilim bireşimi için, bu kadar
uygun bir tarihsel moment bir daha zor çıkar.
Nokta ve es.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder