Taht oyunlarının televizyon dizisinin ilk 2 sezonunu önce seyrettim.
Sonra roman dizisinin ilk cildini okudum.
İkiliyi sinema açısından bakarak irdeleme arzusundayım:
Öncelikle bu dizi, ‘Spartacus’ ile birlikte, tüm dizi film ve tarihi film
kalıplarını altüst etti.
Douglas’lı ‘Spartacus’ ile bu yeni ‘Spartacus’ arasında dağlar ve çağlar
kadar fark var.
‘Taht Oyunları’ ise, bir bakıma onun açtığı yoldan ilerlemiş oldu.
‘Spartacus’, sekse ve şiddete aşırı yer vermesi (ve bunun Holywood
sansürünü tümüyle bürokratik olarak aşabilmesi), bunun yanısıra aşırı açıkseçik
gerçekçiliği ile çok göze çarptı.
Tarihte proto-feudal döneme denk gelen dönemleri ve dönemcikleri, işin
içine masal katarak anlatmak yüzyıllardır moda.
Dolayısıyla bu çevrim yeniden bir yorum ve aşırı bir yorum.
‘Taht Oyunları’nda iktidar oyunları çok açıkseçik anlatılabilmiş.
Ancak gerisi sünmüş, sarkmış, aksamış.
Hem filmde, hem romanda böyle.
Böyle olunca aşırı klişe kullanımı var. Bunun okuru itmesi gerek ama burada
‘Harry Potter’ ve ‘Yüzüklerin Efendisi’ ile gelmiş bir aşırı eblehleştirme dalgası durumu var.
‘Yüzüklerin Efendisi’, roman dizisinin açıkseçik faşizmi bir yana,
fantazyayı onyıllarca geri götürdü bence.
Bir adamın yola çıkması 2 saat sürmez. Sürerse de, Yaşar Kemal’in bir
kelebeğin havalanmasının 50 sayfa sürmesine benzer.
Ancak, ‘Taht Oyunları’nın filmi konudaki açığı kapatıyor.
İktidar oyununun muktedir aday adaylarını sürekli ters köşeye yatırması,
yani mağlupların galiplerin 99 katı olması durumu, çok belirgin anlatılıyor.
Dizide bu, sürekli önemli oyuncuların ölmesi olarak görünüyor ki tam sinema
trüğü: Sürpriz bol.
Romanın adında ateş ve buz olunca, bu zorunlu olarak bir ‘spoiler’ oluyor.
Hangi 2 muktedirin buluşacağını baştan öğrenmiş oluyoruz.
Filmin 3. sezonu feciydi. Bunun nedeni de çok basit: Başrole yükselen cüce
bir biçimde rolünde yorulmuş. Karşısındaki Sibel Kekilli ise hep dökülüyordu
zaten. Olay resmen Türk filmine döndü sonunda.
O nedenle, övgülü irdelememizi 2 sezon için sınırlı tutuyoruz.
İlk 2 sezonu 4 günde 5’er saattan 20 saat olarak izledim. Kulaklarımdan
ateş çıktı. Çok şaşırdım.
Tarihi filmler olsun, romanlar olsun, tükenmiş bir kaynak. ‘Taht Oyunları’
da bu açmaza girmiş zaten. Ancak film sinema adına döktürdükçe döktürmüş.
Zaten çok kişili ve çok mekanlı bir akış var. (Zaten 3. sezon bu akışı
dağıttığı için başarısızlık var.) Durum buna uygun.
Ancak filmde tek tek oyuncular, en önemsizleri bile, anlık çekimlerde gerçekten
virtüöze ulaşan döktürmeler yapmıştı.
En önemlisi ise, biçim-içerik praksisinin ilk kez uygulanan bir deneme ile
cuk oturtulmasıydı. Yani bu konu, ancak ve ancak böyle anlatılabilirdi. Bu anlatı başarısız olabilirdi, hatta bu
daha yüksek olasılıklıydı ama sonuç başarılı oldu.
Gelelim en büyük boşluğa:
Film-roman hesapça fantastik.
Oysa filmde, realist sahnelerde tıkır tıkır işleyen akış, hayalde birden takırdamaya başlamış. Büyü ve
metamorfoz planları sıfır alacak kadar kötü. İnsan hiç olmazsa kopya çeker.
Romanda ise, hayvan-insan metamorfozu orta karar anlatılmış. Le Guin’in
insan-şahin ikilisi bile daha iyiydi.
Filmin tarihle çakışmasının bir nedeni de şu:
Hep olduğu üzere, kılıçla gelenin kılıçla gittiği bir dönemdeyiz. Bir de
Çingeneler’in kral olup babasını astırdığı bir dönemde.
Film bunu ironik olarak güzel anlatmış.
Sonuç?:
Filmin 2 sezonu izlenir. Romanlar ise okunmamalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder