Cuma, Temmuz 05, 2013

Taht Oyunları: Buz ve Ateş Şarkısı: Film ve Roman



Taht oyunlarının televizyon dizisinin ilk 2 sezonunu önce seyrettim.

Sonra roman dizisinin ilk cildini okudum.

İkiliyi sinema açısından bakarak irdeleme arzusundayım:

Öncelikle bu dizi, ‘Spartacus’ ile birlikte, tüm dizi film ve tarihi film kalıplarını altüst etti.

Douglas’lı ‘Spartacus’ ile bu yeni ‘Spartacus’ arasında dağlar ve çağlar kadar fark var.

‘Taht Oyunları’ ise, bir bakıma onun açtığı yoldan ilerlemiş oldu.

‘Spartacus’, sekse ve şiddete aşırı yer vermesi (ve bunun Holywood sansürünü tümüyle bürokratik olarak aşabilmesi), bunun yanısıra aşırı açıkseçik gerçekçiliği ile çok göze çarptı.

Tarihte proto-feudal döneme denk gelen dönemleri ve dönemcikleri, işin içine masal katarak anlatmak yüzyıllardır moda.

Dolayısıyla bu çevrim yeniden bir yorum ve aşırı bir yorum.

‘Taht Oyunları’nda iktidar oyunları çok açıkseçik anlatılabilmiş.

Ancak gerisi sünmüş, sarkmış, aksamış.

Hem filmde, hem romanda böyle.

Böyle olunca aşırı klişe kullanımı var. Bunun okuru itmesi gerek ama burada ‘Harry Potter’ ve ‘Yüzüklerin Efendisi’ ile gelmiş bir aşırı eblehleştirme dalgası durumu var.

‘Yüzüklerin Efendisi’, roman dizisinin açıkseçik faşizmi bir yana, fantazyayı onyıllarca geri götürdü bence.

Bir adamın yola çıkması 2 saat sürmez. Sürerse de, Yaşar Kemal’in bir kelebeğin havalanmasının 50 sayfa sürmesine benzer.

Ancak, ‘Taht Oyunları’nın filmi konudaki açığı kapatıyor.

İktidar oyununun muktedir aday adaylarını sürekli ters köşeye yatırması, yani mağlupların galiplerin 99 katı olması durumu, çok belirgin anlatılıyor.

Dizide bu, sürekli önemli oyuncuların ölmesi olarak görünüyor ki tam sinema trüğü: Sürpriz bol.

Romanın adında ateş ve buz olunca, bu zorunlu olarak bir ‘spoiler’ oluyor. Hangi 2 muktedirin buluşacağını baştan öğrenmiş oluyoruz.

Filmin 3. sezonu feciydi. Bunun nedeni de çok basit: Başrole yükselen cüce bir biçimde rolünde yorulmuş. Karşısındaki Sibel Kekilli ise hep dökülüyordu zaten. Olay resmen Türk filmine döndü sonunda.

O nedenle, övgülü irdelememizi 2 sezon için sınırlı tutuyoruz.

İlk 2 sezonu 4 günde 5’er saattan 20 saat olarak izledim. Kulaklarımdan ateş çıktı. Çok şaşırdım.

Tarihi filmler olsun, romanlar olsun, tükenmiş bir kaynak. ‘Taht Oyunları’ da bu açmaza girmiş zaten. Ancak film sinema adına döktürdükçe döktürmüş.

Zaten çok kişili ve çok mekanlı bir akış var. (Zaten 3. sezon bu akışı dağıttığı için başarısızlık var.) Durum buna uygun.

Ancak filmde tek tek oyuncular, en önemsizleri bile, anlık çekimlerde gerçekten virtüöze ulaşan döktürmeler yapmıştı.

En önemlisi ise, biçim-içerik praksisinin ilk kez uygulanan bir deneme ile cuk oturtulmasıydı. Yani bu konu, ancak ve ancak böyle anlatılabilirdi. Bu anlatı başarısız olabilirdi, hatta bu daha yüksek olasılıklıydı ama sonuç başarılı oldu.

Gelelim en büyük boşluğa:

Film-roman hesapça fantastik.

Oysa filmde, realist sahnelerde tıkır tıkır işleyen akış, hayalde  birden takırdamaya başlamış. Büyü ve metamorfoz planları sıfır alacak kadar kötü. İnsan hiç olmazsa kopya çeker.

Romanda ise, hayvan-insan metamorfozu orta karar anlatılmış. Le Guin’in insan-şahin ikilisi bile daha iyiydi.

Filmin tarihle çakışmasının bir nedeni de şu:

Hep olduğu üzere, kılıçla gelenin kılıçla gittiği bir dönemdeyiz. Bir de Çingeneler’in kral olup babasını astırdığı bir dönemde.

Film bunu ironik olarak güzel anlatmış.

Sonuç?:

Filmin 2 sezonu izlenir. Romanlar ise okunmamalı.


Hiç yorum yok: