Benim
için 500 küsur yıllık yağlıboya resim sanatı tarihinin devleri modern
sanatçıların hiçbiri değildir. 1500 dönemine ait olan ve peşpeşe gelen; Bosch,
Bruegel ve Dürer’dir.
Bosch,
engizisyonun son demlerinde, anlatısını tümüyle soyut, simgesel, sürreel ve
uhrevi olan alana taşımış. Bruegel, onun öğrencisi olarak, resim tarihinde
sıradan insanları ilk kez resim konusu kılmış. Dürer ise, bu 2 renkli olarak çalışanı
görüp, kendine haddini bilme sınırı koyunca, bugünkü bütün grafik sanatların
dedesi olan bir biçimde siyahbeyaz çalışmış ama klasik akademik çizgide gidip,
sürreel konular çizerken bile, çizgisi tümüyle realist kalmış.
Bu 3
sanatçının ortak yanı, tarih, kültür, toplum inerken, sanatçı olarak inmeyip,
tam tersine çıktıkça çıkmaları. Öyle ki 500 yıl sonra bile hala zirvede onlar
var. Picasso falan, onların yanında Feneon öyküsü.
Bizim
1960-1980 dönemi yazarları ise; tüm Dünya’daki 3. Dünya sanayileşmesi, kentleşme,
genel eğitimin yaygınlaşması, 2. Dünya Savaşı ardılı kuşakların müstakbel
1968’i, (Dünya’da pek olmamış bir biçimde) bir askeri darbenin getirdiği göreli
özgürleşme dalgası, köyden kente göçün köy romanına kapı açması gibi,
birbiriyle pek ilintili olmayan birçok toplumsal, kültürel, tarihsel çıkışların
biraradalığıyla, onların yükselen dalgasıyla havaya girip, herşeyi kendilerinin
yaptıklarını sandılar.
Devlet
memuru olmanın, 1936 tarihli Sait Faik saptaması olan, bizde aydının kravatı
biraz sola kayınca, kendini solcu sanması durumunun tıpatıp aynısı olduğunu
hiçbir biçimde düşünmeden, TRT’ye, TDK’ye, şuna buna dalabilmişler, sisteme
bağlanabilmişler. Devlete hesapça başkaldırıp, sürgüne mutasarraflık yoluyla
gönderilip de, maaşını yine devletten alma Osmanlı / Tanzimat geleneğini az
biraz değiştirerek sürdürmüşler.
Kapıkulu ruhu ve zihniyeti üzerlerinden hiç kalkmamış. Bu, özellikle
Ankaralı kadın yazarlarda, yukarıdakilerin yanına bir de kahverengi sıkıntılı bozkır ruhu eklenince, sakil ötesi bir manzara
çizmiş.
Ve yazar,
hiçbir soru sormamış. Farklı bir şey yapmaya kalkmamış. Merak bile etmemiş.
Asıl
önemlisi:
Kendisini
Annales Okulu’na yakın sayan tarihçi İnalcık, yaşamı boyunca, Dünya Sistemi
hakkında tek satır yazmamış ve Dünya Sistemi’nin 50 yılı içinde bizzat yaşamış,
denizdeki balığın denizi bilmemesi babında.
Kendisini
marksist gerçekçi okula yakın sayan Belge, ‘Tarihten Güncelliğe’nin
‘Güncellikten Tarihe’ olması gerektiğine hiç aymamış (ki hala aymadı
giderayak), tarihin tikellerle değil, tümellerle uğraştığını hiç görememiş.
Marjinal
yazar sayılan Ağaoğlu ve Erbil, bildiğimiz temiz aile kadını olmuş.
Bla bla
bla. Den den de den den.
Bu
çizgiyle bir sanat dalı dönemi, burada Türk Edebiyatı 1960-1980 arasındaki
dönem ancak batırılır, çıkarılmaz, çıkarılamaz da.
Öyle de
olmuş zaten.
Ondan
sonra da 40 yıl yazar çıkmamış. Çıkamamış.
(6 Nisan 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder