Çarşamba, Nisan 11, 2018

Bir Sanatı Çıkarmak ve Batırmak


Benim için 500 küsur yıllık yağlıboya resim sanatı tarihinin devleri modern sanatçıların hiçbiri değildir. 1500 dönemine ait olan ve peşpeşe gelen; Bosch, Bruegel ve Dürer’dir.
Bosch, engizisyonun son demlerinde, anlatısını tümüyle soyut, simgesel, sürreel ve uhrevi olan alana taşımış. Bruegel, onun öğrencisi olarak, resim tarihinde sıradan insanları ilk kez resim konusu kılmış. Dürer ise, bu 2 renkli olarak çalışanı görüp, kendine haddini bilme sınırı koyunca, bugünkü bütün grafik sanatların dedesi olan bir biçimde siyahbeyaz çalışmış ama klasik akademik çizgide gidip, sürreel konular çizerken bile, çizgisi tümüyle realist kalmış.
Bu 3 sanatçının ortak yanı, tarih, kültür, toplum inerken, sanatçı olarak inmeyip, tam tersine çıktıkça çıkmaları. Öyle ki 500 yıl sonra bile hala zirvede onlar var. Picasso falan, onların yanında Feneon öyküsü.
Bizim 1960-1980 dönemi yazarları ise; tüm Dünya’daki 3. Dünya sanayileşmesi, kentleşme, genel eğitimin yaygınlaşması, 2. Dünya Savaşı ardılı kuşakların müstakbel 1968’i, (Dünya’da pek olmamış bir biçimde) bir askeri darbenin getirdiği göreli özgürleşme dalgası, köyden kente göçün köy romanına kapı açması gibi, birbiriyle pek ilintili olmayan birçok toplumsal, kültürel, tarihsel çıkışların biraradalığıyla, onların yükselen dalgasıyla havaya girip, herşeyi kendilerinin yaptıklarını sandılar.
Devlet memuru olmanın, 1936 tarihli Sait Faik saptaması olan, bizde aydının kravatı biraz sola kayınca, kendini solcu sanması durumunun tıpatıp aynısı olduğunu hiçbir biçimde düşünmeden, TRT’ye, TDK’ye, şuna buna dalabilmişler, sisteme bağlanabilmişler. Devlete hesapça başkaldırıp, sürgüne mutasarraflık yoluyla gönderilip de, maaşını yine devletten alma Osmanlı / Tanzimat geleneğini az biraz değiştirerek sürdürmüşler.  Kapıkulu ruhu ve zihniyeti üzerlerinden hiç kalkmamış. Bu, özellikle Ankaralı kadın yazarlarda, yukarıdakilerin yanına bir de kahverengi sıkıntılı bozkır ruhu eklenince, sakil ötesi bir manzara çizmiş.
Ve yazar, hiçbir soru sormamış. Farklı bir şey yapmaya kalkmamış. Merak bile etmemiş.
Asıl önemlisi:
Kendisini Annales Okulu’na yakın sayan tarihçi İnalcık, yaşamı boyunca, Dünya Sistemi hakkında tek satır yazmamış ve Dünya Sistemi’nin 50 yılı içinde bizzat yaşamış, denizdeki balığın denizi bilmemesi babında.
Kendisini marksist gerçekçi okula yakın sayan Belge, ‘Tarihten Güncelliğe’nin ‘Güncellikten Tarihe’ olması gerektiğine hiç aymamış (ki hala aymadı giderayak), tarihin tikellerle değil, tümellerle uğraştığını hiç görememiş.
Marjinal yazar sayılan Ağaoğlu ve Erbil, bildiğimiz temiz aile kadını olmuş.
Bla bla bla. Den den de den den.
Bu çizgiyle bir sanat dalı dönemi, burada Türk Edebiyatı 1960-1980 arasındaki dönem ancak batırılır, çıkarılmaz, çıkarılamaz da.
Öyle de olmuş zaten.
Ondan sonra da 40 yıl yazar çıkmamış. Çıkamamış.
(6 Nisan 2018)

Hiç yorum yok: