Perşembe, Nisan 26, 2018

Türk Edebiyatı’nın Estetiko-Politik Yorumu


Sanat eserlerinin estetiko-politik yorumu, marksist kökenli estetikçilerin oluşturduğu Frankfurt Okulu geleneği üzerinden; Adorno, Brecht, Benjamin, Lukacs ile başlatılır, oluşur ve simgelenir.
Onlarda eksik olan birkaç nokta vardı.
Tarih bilinçleri zayıftı. İçinde yaşarken, 1920’ler Almanya’sındaki Georg Grosz efektini ve 1930’lardakiki Horace Mc Coy efektini göremediler.
En azından SSCB’deki politik sisteme bağlı, tabi, ait, şu bu oldukları için, özgürlükçü düşünemediler. Benjamin’in Rusya yolculuğunun notları da cezalandırıldı. En azından şunu söyleyebilmeliydiler: Devrim, hem Yesenin’i yedi, hem de Mayakovski’yi. Ha bir de şu: Devrim, ne Tolstoy çıkarabilir, ne de Dostoyevski. Hele bir de, 1859 Ogarev varken, gerçekçi eleştirmen bile çıkaramaz.
Biz, 1960-1980 dönemi Türk Edebiyatı’nın estetiko-politik yorumu için, bunları göz önünde bulunduruyoruz. Yazarların bedavaya özgürleşmenin bedelini ödemeyip, üstüne bir de devrim rüzgarı koklayıp, eldeki demokrasiyi nasıl gömdüklerini daha önce yazdık.
Burada ise, vurgulayacağımız en önemli nokta, Atay ve Soysal hakkındaki 2 yabancı akademisyenin eleştiri tezlerinde açıkça izlediğimiz üzere, o dönemin yazarlarının toplumculuklarının pekk toplumcu sayılamayacağı. Bu da, ironik bir alaturka aşırı ülkeseverlik ve halkseverlik nedeniyle böyle.
Ancak bizim artı vurgulamak istediğimiz şey şu:
Adnan Veli’nin 50 yıl sonra dergi sayfalarından kurtarılan, lümpen proleterya röportajlarının 90 küsur yıldır biricik kalması. Yani, onun dışında hiçbir Türk yazarı, asıl proleteryaya içeriden yazmadı, yazamadı, Sait Faik bu hesaba dahil ama Reşat Enis en azından bunu yapmayı denedi.
Yani, gerçeği ve yalnızca gerçeği, en çirkin ve en doğru görüntüsüyle gerçeği, hiçbir Türk yazarı yazmaya kalkmayı hayal bile etmedi, edemedi.
Böylelikle de ortaya çıkan sonuçlar; melodram, sentimental alaturka faşizm, şu bu oldu. Bol ağlak vardı ama, hem de feci bol ağlak. Kemalettin Tuğcu ağlağı değil, köy romanı ağlağı.
Bu realizm değil, melodramizm olmakta.
Bu, gerçeği çarpıtmak olmakta.
Bu, apaçık kendine yalan söylemek olmakta.
Biz bunu, 1968’lilerin Deniz Gezmiş hakkındaki yalan söylemlerinde 50 yıldır izliyoruz. Gezmiş’in hataları kanıtlandı, kayıtlandı ama o hala bir idol. Ve 1968’liler hala ısrarla yalan söylemdeler.
Bundan 50 yıl önce sosyoloji-roman karşıtlığı tartışılırdı. Oralardan düşe düşe, yalan söylemek sanatın hakkıdır tezine geldik.
Evet, Türk Edebiyatı yalan söyler, en çok da şiir, en çok da Nazım…
Aslolan yaşam değil, ölümdür.
O nedenle aslolan, yaşam değil, eserdir.
Apsis-ordinat ayarlaması 1. Saptama 1. (0,0) noktası 1.
Nesnel eleştiri de budur.
(9 Nisan 2018)

Hiç yorum yok: