Öncelikle
ilk neden, 33 yıl sürekli yazıp da, yazar olarak sanatçı olmaya, ancak 57
yaşımda, 2017’de gönül indirmem. Yani, sanata inancım zayıf.
Tam
bilimin belki birkaç yüzyıl sonra yaratılabileceğini ve bilicilerin
insanaltılıklarını gözledikten sonra bile, bilim hala favori alanım.
Düşüne
ise, en başından beridir, sanattan da daha az inancım var. Üstelik, hem mantığı
düşünün altalanı sayarım, hem de ontoloji olarak metafiziğin felsefeciler
eliyle bilim kılınmasını bir öte-başarı olduğunu düşünürüm. Ama o kadar.
Aynı
konunun devamı olarak, eksi varlık tam olarak ilk kez butoh’da, Japon modern
dansında gerçeksendi. Bu, başarı-ötesi bir durum. Ancak aynı butoh’cular,
Japonya’nın başkentini füzelerle koruması ertesinde, mazlumdan zalim rolüne
geçişiyle, kendi eksi varlıklarını yaratan mazlumluk durumun reddettiler.
Sanat
konusunda diğer bir başarısızlığım; icra etmeye çabaladığım modern dansın kendi
varlık potansiyelinin % 1’inin bile gerçekleştirememiş olduğu yönündeki
duygularım ve düşüncelerim. Yani, kendi yaptığım modern dansa bile inancım
olmadı, olamadı. Bu da sanatçının sanatını indirger. Yani benim bakış açımla
sanatçılar, kendi yalanlarına kendileri feci inanıp, bu gazla arada bir
mucizeler yaratırlar, mucizeler yaratmadan bağımsız olarak da, lambaya
yakalanan pervane gibi yanıp giderler.
Kendini
çok yakmış bir pervane olsam da, sanatçı olarak kendimi pervane olarak yakmak
arzusunda değilim ki zaten yakacak bir şey de kalmadı geriye. Var olanı bilim
için yaktım: Hem de, gelecekbilim, politika gibi insanbilimleri için ki ben
aslında temel bilimlerde çalışacak ve çalışmak isteyen biriydim ama tesis
yokluğundan bu mümkün olamadı.
Modern
dansı da tesissizlikten yapamadım.
Sinemayı
ise, tesisin aşırı insanlı ve çok ileri-karmaşık teknolojili olması nedeniyle
kendim reddettim. O kadar öğeyi birarada başarılı olarak yönetemem.
Müziği
ve modern dansı, olanaklarının % 1’ini gerçekleştirememiş sayarken, sinemayı
olanaklarını % 200’ünden çoğunu gerçekleştirmiş sayarım, özellikle de sinema
altalanı olarak çapraz medya alanında.
Ancak, onun
da teknolojisi bana ağır geldi ve onu fotoğraf alanına indirgedim. O form;
ucuz, teknolojik olarak kolay kullanımlı, zihnimdeki tasarımda % 90-100 somut
başarı elde edebilme sonuçlarını verdi.
2 sanat
özel alanında, geometrik küçük seramik heykellerde ve duygudurum simgesi olarak
grafikon grafik desenlerinde kendimi aşan bir başarı sağladım ama kısa süreler
için. Birincisin hala eyleyebilirim ama ikincisini denedim ve eyleyemedim.
Vine
video da olsa, 50 kısa-kısa film çekmiş olabilmek isterdim. Denedim ve
beceremedim. Bu, bir başarısızlık, atta birden çok başarısızlık.
Çizgiroman
metnini tama yükseltgeyemedim. Bu, bir başarısızlık. Ya ‘Tsunamide Sörf’ hazır
metnini çizgiroman metni kılacağım, ya da sıçramayla kısa öykülü de olsa bir
sonuca sıçrama yapacağım.
Sanırım,
başarısızlık sayılabilecek diğer bir konu da, bu birçok sanat dalına heves
edip, hiçbirini becerememe durumu.
Bilimci
olmakta hiç yapılamayanı, yapılmayanı, var olduğu akla bile gelmeyeni yaptım.
Düşünde
poliyalektik gibi, 2.500 yıl herkesin gözü önünde durup da, tek bir kişini
aklına bile gelmemişlik veya gelse bile, yeni bir adım atmaya cesaret
edememişliği ile benim ‘ya herro, ya merro’ tavrım sonucuyla, inanılmaz tek ve
mükemmel atış eyledim.
Ama onu
ne tama yükseltgeyebildim, ne bilimde uygulayabildim, ne de sanatta
uygulayabildim. Olay, Aristo-Euclid-Newton ‘eşlenik paradigmaların değişik yerzamanların kültürlerinde tezahürü
polilemması’ durumunda.
Sanatta
da, bilimde de, düşünde de NEK’leri yeğledim: Yeni, farklı, berrak epsilon.
Bu,
gelecek için tümüyle başarı ama geçmiş için tümüyle başarısızlık.
Sanattaki
başarısızlıklarımın epeyisi de öyle.
Dipnot:
Herşey,
epistemik alanda çokdisiplinliliğin ve disiplinlerarasılığın toplam ve tek bir
şey sayılamaması (ki olgu 150 yıllık neredeyse), bilimde, sanatta, düşünde
konsensusta yeterince kabul görmemesi ve dloyaısıyla kendine yeterince
epistemik varlık hacmi kazanamaması, dolayısıyla bilimcilerin beyniyle
yeterince beslenemeyip, cılız kalması nedeniyle böyle. Birçok açıdan olduğu
gibi, bu alanda da bir öntürüm. Kültürel çocuklarım ve torunlarım, kendilerinde
(yaşamlarında ve seerlerinde) ene-yanıl ile belki tür eyleyecek, belki
eyleyemeyecek.
Ancak,
bu ölüm-sonrası eser bakiliği başarısının bende sürekli panik atak yaratması,
kendimde beni üzen bir huy. NEK’ler, beyin-kültür
mutasyonlu çocuklarım olarak, Gargantua gibi, yeşil canavar Hulk gibi
gelip. cüce-sakat-duygulu
babalarının ruhunu eziyorlar: ‘Kendi-değil, erkek, insan-değil’ dizisindeki
erkek tanımı nedeniyle, babalarının…
Tarihe,
biyografisine, kendi zihinbilim topografyasına hezimetle mağlup, erkek-beyin-şövalye bir yazarım ben. Ve
bu da, sanatsal bir başarısızlık demek: Kendime yalan söyleyip, cüce değil,
yüce olduğumu savlayacaktım ama onlarca yıl önce, ta en başta.
(2 Nisan 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder