Mutluay’ın
adını ilk kez 1982 gibi küstürülmüş bir edebiyat tarihçisi ve eleştirmen olarak
duymuştum.
Cumhuriyet’in
50. yılı için çıkarılan diziden Türk Edebiyatı’nı onun hazırladığını
bilmiyordum.
Kitaba
göz gezdirince, değil küstürülmek, edebiyata sokulmaması gereken biri olduğuna
hükmettim.
Kitapta,
50 yıllık Türk Edebiyatı hariç, herşey var. Bu gözlem, onu gömmeye yeter de
artar bile. Bir kitap yazmış, jüriye veya torpile kabul ettirmiş, bastırmış.
Başkalarının onu engellediğini önesürdüğü işi kendi yapmış. Ne yazar, ne insan
ahlakı yok gibi.
Gelelim
edebiyatın canına okuduğu yere:
“50 yıl
önce Ziya Gökalp’ın gösterdiği 2 amaca ulaşılmış, halka doğru ve batıya doğru
gidilerek, uluslaşma ve çağdaşlaşma gerçekleşmiştir.”
Öncelikle,
‘gerçekleşmiştir’ değil, ‘gerçekleştirilmiştir’ olacak. Adam, dilbilgisi
kurallarını bile bilmiyor. Hem ödevini yapmamış, hem şişmen herkesten.
Sonrası
ideolojik fecaat:
Türk
Edebiyatı’nın yönelimi, Gökalp gibi birinin amaçlarıyla gerçekleşecekse, yandık.
Ne uluslaşması yahu, onun Kürt şiirini okuyan bilir.
Gelelim
asıl sorgulamalara.
Türk
Edebiyatı’nın çıkarı / açarı, bu halka ve batıya doğru gitme midir?
Aynı
anda halka ve batıya doğru gidilemez, çünkü halk doğuya gider, batı batıya.
Tamam su, aynı anda birçok ayrı yöne akabilir ama Türk Edebiyatı su kadar
akışkan olamadı. Bildiğimiz, teker meker 1-2 adım yuvarlanabildi.
Halka
doğru gitmek, Makal’ın ‘Bizim Köy’ünü Londra’da tanıtması veya köy enstitülü ve
ağasız köyün köylü yazarı Bayburt’un ağalardan dem vurması ama bunu
romanlarında hiç söylememesi ikiyüzlülükleri ise, yandık.
Batıya
doğru gitmek; bilimkurguyu, polisiyeyi, fantastiği, gotik-korkuyu becerememek,
üstüne bir de tür olarak aşağılamak ise, yine yandık.
Uluslaşmanın
da, çağdaşlaşmanın da gerçekleştirilemediği, 1960’lar gecekondulaşması ve
1980’ler liberalleşmesi süreçleri ile açıkseçik izlendi.
100
halkın romanı yazılamadı. İlhan Önal’ın ‘3 Nesil’ ile Dobruca Tatar’larını
anlatması olayı, Anadolu-içi halklar için gerçekleştirilemedi.
Örnekse,
Tezer Özlü’nen Arap’lığı ve bunun yazarlığına izdüşümleri, hiç irdelenmedi.
Sevgi Soysal’ın Alman’lığı, ‘Tante Rosa’ değildi, Feyerabend’in ve Handke’nin
intihar eden anneleriydi. Yani, erkek bırakma değil, yaşam bırakma olarak
gecikmiş intihar.
Mutluay,
bunların hiçbirini kokusunu bile alamadı. Genelgeçer sözlere sığındı.
Saptama:
Bu
edebiyat tarihçiliğinde Cevdet Kudret ve Tahir Alangu varken, Kutluay gibilere
varlık alanı hakkı tanımak, diğerlerinin aleyhine haksızlık olur.
Bizim
bakış açımızda, 1960-1980 dönemi yazarlarında aşırı berraklaşan durum olarak,
yönsüzlük, yönelimsizlik, varlık nedenisizlik, yazma nedenisizlik, kısaca
kaypaklık, muğlaklık, şu bu, Türk Edebiyatı’nın ve yazarlarının zorla
kakalanmış kaderi gibi duruyor.
Bu,
Mutluay için de doğru ve geçerli:
Neden
edebiyat tarihçisi veya eleştirmen olduğunu hiç sormamış ve hiç bilmiyor.
Onun
yerine, klişe tanımlarla çıkış yolu arıyor.
(1 Nisan 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder