Pazartesi, Nisan 02, 2018

Rauf Mutluay Negasyonu


Mutluay’ın adını ilk kez 1982 gibi küstürülmüş bir edebiyat tarihçisi ve eleştirmen olarak duymuştum.
Cumhuriyet’in 50. yılı için çıkarılan diziden Türk Edebiyatı’nı onun hazırladığını bilmiyordum.
Kitaba göz gezdirince, değil küstürülmek, edebiyata sokulmaması gereken biri olduğuna hükmettim.
Kitapta, 50 yıllık Türk Edebiyatı hariç, herşey var. Bu gözlem, onu gömmeye yeter de artar bile. Bir kitap yazmış, jüriye veya torpile kabul ettirmiş, bastırmış. Başkalarının onu engellediğini önesürdüğü işi kendi yapmış. Ne yazar, ne insan ahlakı yok gibi.
Gelelim edebiyatın canına okuduğu yere:
“50 yıl önce Ziya Gökalp’ın gösterdiği 2 amaca ulaşılmış, halka doğru ve batıya doğru gidilerek, uluslaşma ve çağdaşlaşma gerçekleşmiştir.”
Öncelikle, ‘gerçekleşmiştir’ değil, ‘gerçekleştirilmiştir’ olacak. Adam, dilbilgisi kurallarını bile bilmiyor. Hem ödevini yapmamış, hem şişmen herkesten.
Sonrası ideolojik fecaat:
Türk Edebiyatı’nın yönelimi, Gökalp gibi birinin amaçlarıyla gerçekleşecekse, yandık. Ne uluslaşması yahu, onun Kürt şiirini okuyan bilir.
Gelelim asıl sorgulamalara.
Türk Edebiyatı’nın çıkarı / açarı, bu halka ve batıya doğru gitme midir?
Aynı anda halka ve batıya doğru gidilemez, çünkü halk doğuya gider, batı batıya. Tamam su, aynı anda birçok ayrı yöne akabilir ama Türk Edebiyatı su kadar akışkan olamadı. Bildiğimiz, teker meker 1-2 adım yuvarlanabildi.
Halka doğru gitmek, Makal’ın ‘Bizim Köy’ünü Londra’da tanıtması veya köy enstitülü ve ağasız köyün köylü yazarı Bayburt’un ağalardan dem vurması ama bunu romanlarında hiç söylememesi ikiyüzlülükleri ise, yandık.
Batıya doğru gitmek; bilimkurguyu, polisiyeyi, fantastiği, gotik-korkuyu becerememek, üstüne bir de tür olarak aşağılamak ise, yine yandık.
Uluslaşmanın da, çağdaşlaşmanın da gerçekleştirilemediği, 1960’lar gecekondulaşması ve 1980’ler liberalleşmesi süreçleri ile açıkseçik izlendi.
100 halkın romanı yazılamadı. İlhan Önal’ın ‘3 Nesil’ ile Dobruca Tatar’larını anlatması olayı, Anadolu-içi halklar için gerçekleştirilemedi.
Örnekse, Tezer Özlü’nen Arap’lığı ve bunun yazarlığına izdüşümleri, hiç irdelenmedi. Sevgi Soysal’ın Alman’lığı, ‘Tante Rosa’ değildi, Feyerabend’in ve Handke’nin intihar eden anneleriydi. Yani, erkek bırakma değil, yaşam bırakma olarak gecikmiş intihar.
Mutluay, bunların hiçbirini kokusunu bile alamadı. Genelgeçer sözlere sığındı.
Saptama:
Bu edebiyat tarihçiliğinde Cevdet Kudret ve Tahir Alangu varken, Kutluay gibilere varlık alanı hakkı tanımak, diğerlerinin aleyhine haksızlık olur.
Bizim bakış açımızda, 1960-1980 dönemi yazarlarında aşırı berraklaşan durum olarak, yönsüzlük, yönelimsizlik, varlık nedenisizlik, yazma nedenisizlik, kısaca kaypaklık, muğlaklık, şu bu, Türk Edebiyatı’nın ve yazarlarının zorla kakalanmış kaderi gibi duruyor.
Bu, Mutluay için de doğru ve geçerli:
Neden edebiyat tarihçisi veya eleştirmen olduğunu hiç sormamış ve hiç bilmiyor.
Onun yerine, klişe tanımlarla çıkış yolu arıyor.
(1 Nisan 2018)

Hiç yorum yok: