Yazar
olarak, iğneyi önce kendi otobiyografime, sonra da çuvaldızı başkalarının
biyografisine batırırım.
Öncelikle
şunu belirtmek gerekli:
Kimse,
bize yazar olun falan demedi. Yazar olmayı seçtiğimizde de, başımıza aşağı
yukarı nelerin geleceğini biliyorduk.
Epeyi
yazar bunlar yokmuş gibi davransa da, yazarlık bilinci, varlık bilinci, yaşam
bilinci gerektiğini biliyorduk.
1960-1980
arasının yazarlarını gömmecesine irdeliyorum ve yargılıyorum. O zamanlar, 1.
Cumhuriyet’in biteceğini söyleseydim, gülerlerdi bana. Oysa, o 20 yılda
bedavaya gelen ve bedavaya harcanan özgürlük dalgası, TC için ilk ve son oldu.
İkinci bir hak tanımadılar ve tanımayacaklar da, çünkü kurumlar çöktü,
çökertildi.
1968’liler
ve 1978’liler politik olarak herşeyi harcadılar, edebiyatçılar da o dönemi aşan
ürün vermeyi hayal bile etmeyerek herşeyi harcadılar.
O dönem,
95 yıllık Cumhuriyet’in en parlak dönemi ama o dönemin en parlak eserleri bile
sönük, tarihin karanlığı yanında.
Yani,
alaturka yazarlarımız rönesans için değil, engizisyona karşı yazmalıydılar.
Tıpkı,
Dostoyevski’nin, (insanların daha çok sevilir olması için değil) insanların daha az nefret edilir olması
için yazması gibi…
Devrim
yarından da yakın, yerine; özgürlük ve demokrasi nasıl kalıcı kılınır, onu
tartışmalıydılar.
Örneğin
Baykurt, köy romanlarında yazdığı köylüyle, otobiyografisindeki köylü farkını,
romanlarında vermeliydi, çünkü hesapça realist bir yazardı ama o, toplumcu
olacağım diye, yalancı veya yalan söylemci oldu. Ağalık düzeninin ancak 1,5
milyon dönüm araziyle mümkün olduğunu yazmalıydı, 1,5 bin dönüm ile değil.
(Bunun sosyolog Kıray böyle saptadı, işte o nedenle roman değil, sosyoloji.)
Artı,
Behice Boran, 1940’ların sonlarında, Ankara köylerindeki alan
araştırmalarındaki köylünün halk olduğunu hep aklında tutmalıydı. Makal da,
‘Bizim Köy’ olarak onu yazmalıydı, kendi safsatalarını değil.
Evet,
bizim yazarlarımız, şu ya da bu nedenle, edebiyat yoluyla, roman yoluyla,
düpedüz yalan söylediler.
Attila
İlhan, 1955’te ‘Ay Işığında Çalışkur Apartmanı’ uzunöyküsünü müstehcen
bulduktan 20 yıl sonra, dandik pornografik metinler yazmamalıydı. ‘Hangi?’ dizisindeki kavramların hiçbiri ama
hiçbiri, onun saptadığı yerzamanda, onun dediği gibi hiç olmadı.
En
güzeli post-1980 örnek:
Latife
Tekin de, Orhan Pamuk da, ilk romanlarını realist üslupta yazdı ama sonra hem
metinlerde kayboldular, hem de metinleri kaybettiler: Tam Avanak Avni tiplemesi
yani.
Tekin’in
anlattığı gecekondu dünyası hep sahte söylem olageldi. Gerçek abileri gerçek
yaşamda, tam da Alev Alatlı’nın roman dörtlemesinde, Gülay Rodoplu üzerinden
anlattığı biçimde, eski solcuların
gecekondu mafyası (veya onun yan sanayi dalları destekçisi) olması sürecinin
(ister aktif-katılımcı, ister pasif-seyirci kipinde) tam da göbeğinde
gibiymişler: Mekan ve zaman aynı çünkü.
(1 Nisan 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder