“Joyce,
Beckett, Atay, Şensoy” metnini yazdıktan sonra şunu ayırsadık birden:
Türk
yazarları, kadın olsun erkek olsun farketmeden, herhangi bir ciddi kavram, varoluş
anafikri hakkında yazdıklarında bu, aşırı genelgeçer ve kokmaz bulaşmaz bir metin oluyor.
Bu, şu
demek:
Derinlikli
irdeleme yok.
Duruma
neşter atma eğilimi dahi yok.
Soru
sorabilme becerisi 0 bile değil, eksi düzeyde.
Atay’ın
absürdlüğü, Şensoy’un geleneksel x batılı çatışması, Tanpınar’ın doğu x batı
çatışmasının bir bölümü, Soysal’ın kadınlığı / kadınsılığı, Kemal Tahir’in
devlet söylemi dümdüzlüğü / sığlığı, vd, vd; hep sığ, güdük, kıt metinler.
İçinde beynin zerresi yok, düşüncenin, araştırmanın, sorgulamanın kırıntısı
yok, zerresi yok.
Olması
gerekmez, bunu kalkar Fassbinder gibi doğrudan duygular üzerinden de
yapabilirsin ama o da yok. Bizim alaturka yazarların hisleri de aşırı ütülü, dümdüz.
Böyle
bakınca, 1960-1980 arasında yazarların toplum / kültür yükselirken yükselip de,
toplum / kültür inişe geçince, ondan daha hızla inişe ve hatta dalışa geçmesi
süreci çok kısa ve çok açıkseçik olarak anlaşılıyor.
Yazarımız
birey değil.
Bağımsız,
farklı, yeni düşünceleri yok.
Bu türden
eğilimleri hiç mi hiç yok. Olmamış da. Olma gereksinimi de olmamış.
Herşey
genelgeçer, klişe, basmakalıp düzeyde gitmiş, öyle olunca da sonuç, kokmaz
bulaşmaz metinler olmuş.
1838-2018
arasında herhangi bir Türk yazarının Tanzimat üzerinden batılılaşma konusunu,
siyasal metinler yazanlar dahil, Dünya’nın en pahalı batılılaşmasını
Türkiye’nin yaşadığını yazıp, sırılsıklam saçmalayan Berkes dahil, doğru dürüst
yazabilen (veya yazmaya teşebbüs dahi edebilen) çıkmadı ve bugün ve burada bile
bunu yaşamayan yazar yok, bugünkü Ali Suavi saç kesimli ve briyantinli,
dinci-sağcı-yazar geçenler dahil.
Bir de,
bunu yapmış bir metinle karşılaşınca, onu inkar etme var.
Bu da,
edebiyatı güdük, kıt, kısır kılmış: Toplumsal kültürün en bereketli ve bolluklu
zamanlarında bile…
(6 Nisan 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder