Bu 4
yazarın adını peşpeşe sayınca, hepsi birarada göze tuhaf görünüyor ama edebi
bağlamda aralarında ontik bir bağ var.
Joyce’un
‘Ulysisse’inde olaylar, insanlar, metin bir yerden gelip bir yere gitmez, bir
gün boyunca salınır durur.
Rivayete
göre, Beckett’in sekreterliğini yapmış olan Beckett, bu üslubu ve anafikri
bizce alıntılayıp, hiçbir yerden
gelmeyip hiçbir yere gitmeme olarak ‘Godot’yu Beklerken’ metnine
dönüştürmüş.
‘Godot’
oyunu bir hapishanede sergilendiğinde, mahkumlara, Godot gelseydi ne olacağını
sormuşlar, onlar da onu öldüreceklerini, öldürmek gerektiğini belirtmişler.
Öldüreceklerdi,
çünkü Godot, onların kötü giden yaşamlarının asıl ve biricik sorumlusu
sayılıyor. Godot gelse, sorumluluk insanlara devrolacak ve onlar da bunu inkar
ediyorlar (sorumluluğu red değil, sorumluluğu inkar).
Atay,
‘Ulysisse’ metninin, 1-2 sayfalık, başsız sonsuz cümle biçimin devralmış.
Romanlarının yayınlandığı günlerde, Türkiye’de Joyce’u ve romanını bilen
yeterince eleştirmen varken, bunun anlam ve nedeni gözden kaçmış. Bu üslup,
tekst absürdizmini yaratmış, o da durum absürdizmine kaydırılmış.
Böylelikle
Atay, Tanpınar’ın yanına katılarak, beyhude ve nafile metinli yazarlar
kervanına dahil olmuş kendiliğinden.
Şensoy,
Godot’lu bir metin yazdığında, ondaki gündelik yaşamın beyhudeliğini ve
nafileliğini özellikle vurgular ama kendisinin de dahil olduğu, kendisinde de
feci var olan düpedüz absürd yanı görmezden gelir, onu inkar eder, tıpkı o
mahkumlar gibi. Yani Şensoy, kendini kendi beyhudeliğine ve nafileliğine mahkum
etmiştir ve faturayı, kendine değil, Godot’ya çıkarmıştır.
(6 Nisan 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder