Cumartesi, Ekim 13, 2018

Gelecekbilimcilerin Gelecek Tahminlerinin Tutması ve/ya Yanılması


Önnot: Bizim gelecekbilimimizde, en yüksek tahmin tutma oranı % 85’tir; somut sonuç % 86 olduğunda, kendi tahminlerimizden kuşku duyarız.
Bu sayıya, olağan insanların olağan başarılarının tüm yaşamda en yüksek % 70 olabilmesi gibi bir ‘uzun zamanlar ve geniş mekanlar ortalaması’ ile % 100 tavanın ortalaması olarak bakıyoruz ama böyle bir ortalama veya ara değer alma olabilir mi, onu henüz kesin bilemiyoruz.
‘Kitaplardan Asla Kurtulamayacaksınız’ derleme kitabında, söyleşici Umberto Eco, diğer söyleşici ve moderatör, ağız birliği ederek, geleceğin hiç kestirilemeyeceğini, yani bu oranın % 0 olduğunu önesürmüşler ve topluca yanılmışlar.
Diğer söyleşici, plastik malzemesini bilimkurgu yazarlarının hiç kestiremediğini ve bunun kendisini şaşırtığını yazar ve bunu geleceğin bilinememesi için örnek olarak gösterir. Yanılgı burada işte: Bilimkurgu romanlar ilk yazılmaya başladığında, diyelim 1830’larda, doğal plastik olan kauçuk zaten vardı. Yani, ortada tahmin edilecek bir nesne / malzeme yoktu. Bilimkurgu veya gelecekbilim, o yeranda olmayan şeyleri tahmin eder, daha doğrusu bunu kendine ‘aporia’ olarak, problem çözme derdi edinir.
Sonrasında, 2 uç örnek verelim:
Biz, Çin’in Tayvan’ı en geç 2005’te ihlal edeceğini tahmin ettik ve yanıldık. Bunu da notladık.
Ek bilgi ve düzeltme durumu 1: Çin, Tayvan’ı ilhak etmedi ama uzaya giden üçüncü ülke oldu ve bu, Tayvan’ın ilhakından daha önemliydi. Bizim Tayvan ilhakı ile imlediğimiz olay, Çin’in global güç olmasının simgesel göstergeleri olacağıydı.
Ek bilgi ve düzeltme durumu 2: Biz, İkiz Kuleler vurulduğu andan beridir, o kuleleri vurup indirme bilgisinin, yakıt depolarının tam adresi olarak, Çin tarafından sanayi casusluğu ile çalındığını, o bilginin N taraflı bir ‘joint-venture’ terör projesinde kullanıldığını önesürdük. Bu, komplo teorisi değil, o bilgilerin çalındığını ABD kendi açıkladı. Çin’in ülkesel nedeni ise, ABD’nin 1999’da Çin Belgrad büyükelçiliğini (hesapça kazayla) bombalaması idi. İkiz Kuleler’in birinci ve ikincisinin tersine içeriden vurulması projesinde ise, o sıralar dışarıda olan Çakal Carlos’un da yer aldığını bizzat kendisi anlatır, yani epeyi terör projesi ‘joint venture’dur.
Bu birinci örneklemde görüldüğü üzere gelecekbilim tahmini, neden-sonuç ve ardışık olay / olgu ağları tasarlayarak ve her olay düğüm noktasına belli olasılık aralıkları yükleyerek yapıldı. Sözün kısası yukarıdaki öykü, eldeki somut verilerle gerçekleşmesi en yüksek olasılıklı öykü ama bu demek değil ki muhakkak o geçerli. Diğer olasılıkların ve öykülerin katılımı da, ağların zaman serisi ağları olarak başka bir dağılım olmakta. Yeterince yüksek sayıda zar atışı yapılınca, dağılım olasılıklarının gerçekleşmesi gibi, eğer elde yeterli veri birikmişse, bu dağılım da belli olasılık dağılımları gösterecektir.
Geçelim ikinci örneklem kümeciklerine:
Yine birinci örneklemin üzerinden devamla, 11 Eylül 2001’den sonra, ABD’nin giderek güçten düşeceğini ve AB’nin dağılacağını öngördük. Bunları açımladık, yazdık, yayınladık, epeyi örneği internette mevcut.
Burada vurgulanması gereken şu:
Biz, o tahminleri ilk yaptığımızda, kendi tahminlerimize inanmakta güçlük çektik. Tahminler gerçekleştikten sonra bile, hala şaşkınlığımız devam ediyor. Çünkü, Dünya Sistemi’nin ve tarihin büyük sayılar kuramı tıkır tıkır işliyor.
Örneğin, en başından beridir Trump’un seçilme olasılığının, yarı yarıya yani % 50-50 olduğunu önesürdük. Bunda, eş-hanım Clinton’un beceriksizlikleri de rol oynuyordu (bir siyahtan hemen sonra, bir kadının başkan seçilmesi olasılığının çok düşük olması da). Ancak, ABD’li ulusalcı kompradorların, kapalı ekonomiden yana, bu denli açık tavır alacağını biz beklemiyorduk ama Dünya’da hiç kimse beklemiyormuş, onu gördük.
Ancak, çöküş devirlerinde kapalı ekonomilere eğilim ve asimptotlama olduğunu tarih bize hep söyledi.
Açıkçası biz, Dünya Sistemi’cilerin daha 1970’lerde, bugünkü aynı kadro ile, 1967 ertesi ekonomik krizinin (1980 ekonomik globalleşmesini öngörmeden ama onun da çıkış olmayacağını baştan varsayarak ve 2015 momentinde haklı çıkarak) bu türden bir ekonomik ıraksama / yaydırma çabasının da, asıl global ekonomik çöküşü engelleyemeyeceğini, yani global tarih çöküşünün neredeyse kaçınılmaz olduğunu öngörüp, 40-50 yıl bu öngörüyü asla ve kata doğrudan dilegetirmediğini ama bunun yerine, kapitalizmin bu çöküşünün sosyalizmi getirip getirmeyeceği gibi bir paradoksal söyleme saplanması açmazına girmek istemedik.
İşte burada, Dünya Sistemi’cilerden öte-mantık ve poliyalektik ile ayrılıyoruz:
Tez ve antitez ilişkilerini, poliyalektik söylem düzleminde ele alınca, tezin batırdığını antitezin kurtaramayacağını epeyi önceden söyleyebildik, yani sosyalizm, kapitalizmin panzehiri değil, güçlendirici ek zehiri oldu bir antitez kategori olarak. Çünkü, zaten o da ekonomik deterministti çünkü, yani kapitalizmden ölümcülce ayırsız idi.
Dünya Sistemi’ciler bu durumda, ne 1980’lerdeki neo-global neo-liberalizmini, ne 1990’lardaki reel sosyalizm tasfiyesini, ne de 2000’lerdeki kapitalizmin kendini tasfiyesini öngörebildilir. Oysa bizim söylem düzlemimizde, bunlar ancak birarada anlamlı olabilirdi. Çünkü poliyalektik, hegemonluğun kendini tüketişini de içeriyor.
Ancak, burada durunca:
21. Yüzyıl’ın su, gıda, enerji, nüfus-göç, çevre global-makro krizleri nedeniyle zaten durağan geçeceğini öngördük ama bu duralamanın taa 2250’lere kadar sürmesi kestirimimiz, bize hala zor ikna olunası geliyor. Ancak, üçüncül hegemon aday adayları Brezilya ve Hindistan’ın 2100’e dek gereken sıçramaları gerçekleştiremeyecekliği kestirimimiz de var. Biz yalnızca, ek sürpriz epsilon aday adayları bekliyoruz.
Yani, sonuçta;
Olay; % 70, 85, 100 olayı, yani nicelik değil. Mantıklılık olayı, yani bir nitelik.
Artı çıkış:
Biz, aynı zamanda Kim Stanley Robinson’un ‘Mars Üçlemesi’ ile Mars’ın, ‘2312’ ile tüm Güneş Sistemi’nin kolonileştirilmesi tahminlerinin, bilimkurgu değil, yalnızca gerçelşeme süresi daha uzun olacak gelecekbilim projeleri olacağı kanısındayız, tıpkı Jules Verne’inkiler gibi.
(13 Ekim 2018)

Hiç yorum yok: