“Yirminci
yüzyıldaki en büyük ekonomik şoklardan birinin -1973’teki petrol krizi - hemen
arifesinde, yetkin bir araştırmacı grubu, “Büyümenin Sınırlandırılması” adlı
ikonlaşan bir rapor yayınladı.
Büyük
bir ilgi gören ve tartışmalara konu olan çalışma, insanlığın geleceğine ilişkin
kasvetli bir manzara çiziyordu. Kontrolsüz kaldığında, ekonomik büyüme ve nüfus
artışının, gezegenin tüm kaynaklarını tüketeceği ve 2070 yılı civarında
ekonomik bir çöküşe yol açacağı belirtiliyordu.”
45 yıl
önce.
Roma
Klübü, BM bünyesindeki bir gelecekbilim kurumu. Eldeki global istatistiklere
bakarak, düşük, orta ve yüksek düzeyli üçlü tahminler yapıyordu. Bu bilgiler,
BM ve UNESCO istatistik yıllıklarında, gelecek projeksiyonları olarak, yıllarca
yer aldı ama kimse onlara dikkat etmedi ve onları kaale almadı.
Geçmişbilimci
/ tarihçi oldukları için, ilkede gelecekle ilgi düşünce üretmeyi reddeden Düya
Sistemi’ciler de, aynı zamanlarda aynı öngörüyü yapmışlar ama şu formatta:
Dünya’yı
ekonomik bir daralma bekliyor. Kapitalistler, bunu engellemek için, yeni pazar
arayışına gireceklerdir.
Sonra da
o kapitalistler, 1980 neo-global neo-liberalizmini uyguladılar: Kapitalizme
tabi nüfusu, global % 15’ten % 50’ye zorladılar ve Dünya bir kez daha çöktü ve
iflas etti. Şu anda globalleşmişlik, % 50 sınırından % adoğru belli bir hızda
düşüyor, iflas eden ülkeler oluyor. Reel
ekonomik küçülme, süreklilik kazanana kadar da, bu durum böyle sürecek.
Devam:
“Kulübün
50’nci kuruluş yıldönümü sebebiyle, 17 Ekim’de Roma’da yayınlanan güncelleme,
daha çarpıcı bir etki bırakıyor. Her ne kadar, sonuçlar orijinal rapordaki
kadar sert olmasa da, insanlığın kendisini bir “Catch-22” durumunda bulduğunu
söylüyor.
Yazarlar,
alışılmış iş anlayışı ya da hızlanan ekonomik büyümenin, Birleşmiş Milletler’in
dünya genelindeki sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin (SKH) - 2030 yılı için
bir toplumsal ve çevresel refah hedefleri - gerçekleştirilemeyeceği anlamına
geliyor. Hükümetler, yoksulluk ve açlığın yok edilmesi ve her insana kaliteli
bir eğitim sağlanması gibi toplumsal hedeflere ulaşmak amacıyla, “geleneksel
politikalar” diye bilinen politikaları büyük oranda güçlendirse dahi, çevreyle
ilgili hedefleri ıskalama tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklar.
Rapor,
“2050 yılına dek, Dünya’nın yaşam destek sistemlerini geri çevrilemez tetik
noktalarının ötesine taşımak noktasında yüksek bir risk mevcut” diyor.”
Doğrudan
söyleyememişler, biz söyleyelim:
2010’dan
beridir Dünya’nın kaynakları yerine geri konamıyor. Su, gıda, enerji, nüfus,
çevre makro-global krizleri artık kaçınılmaz.
Kapitalizm,
kendini tükettiğine savaşa başvursa da, şu sıralar birçok yerde savaş olsa da,
savaş yeterince insanı öldüremiyor. Onun yerine salgın var, nufüsün üçte birine
kadar yok edebiliyor. Kıtlık da o kadar çok insan öldürmemiş tarihte.
Bu
noktadan sonra getirilecek bir kontrollü ekonomik küçülmenin, bu açmazları
engelleyemeyeceği ama erteleyebileceği kanısındayız.
Örneğin,
Kanada’nın ve Rusya’nın donmuş topraklarının çözülmesiyle ve buğday üretme
bölgesi sınırının daha kuzeye kaymasıyla, atı Güney Amerika ve Afrika’nın
ormanlarının tarıma açılmasıyla, gıda açmazının çöküşü ertelenebilecek.
Örneğin,
sıvı bitkisel yağlar ve bitki kökenli alkol üretmekle, enerji krizi de
ertelenebilecek.
Ancak;
asıl kriz 2070’te olsa, ne olur; 2120’de olsa, ne olur?
Olacak
sonuçta. Olmasını engelleyebilme olanağı çizgisi çoktan geçildi.
Buna en
benzer ve en yakın dönemli global kriz, 1929 Krizi idi. Ancak, onda kıtlık
yoktu, salgın da yoktu. En yakın global salgın ise, 1918 İspanyol Gribi
salgını, on miyonlarca kişiyi öldürdü. Yani savaş, kıtlık ve salgını ardından
getiriyor. Çünkü, savaşlar ertesinde büyük göçler de olmakta: 2. Dünya Savaşı
ertesinde, Almanya-Rusya arasındaki topraklardaki Alman kökenlilerin göçü, bir
hesaba göre milyonlarca ölü demek oldu.
Şu anda
global göçmen oranı, % 5 ve 350 milyon kişi. Göç veren ve alan bölgelerin
nüfusu ise, global nüfusun % 20’si-25’i. Yani, bazı bölgelerde göçmen oranı %
20 oldu. Bu durum, o bölgelerdeki kültürü tümüyle değiştirmekte.
Türkiye’ye
gelen Suriyeli göçmenler, beraberlerinde adı hala konmamış birçok hastalık
getirdiler. Aynı göçmenler, Türkiye’yi hızla ümmileştirdiler.
Sonuçta,
dönüp dolaşıp, refah kriterinin tüketim değil, eğitim ve sağlık olduğu ve ilkin
bunların bozulduğu görülüyor. Bugün Türkiye’de 7,5 milyon üniverseti öğrencisi,
4,5 milyon askerlik sorunu olan genç erkek ve onları koca olarak bekleyen, 4,5
milyon genç kadın var. Bu, 16,5 milyonluk nüfusun hiçbir vasfı yok, eğitim
düzeyleri eksi yani. Bu da, sağlığın bozulması demek, çıplak elle
taharetlenmenin bağırsak kurdu yapması gibi.
Tüm
bunlar da, barbarlık ve Orta Çağ demek. İrrasyonalizm, bilgi düşmanlığı, ümmilik,
üniversite kampüsü düşmanlığı demek.
Yani,
2020-2120 arası böyle yaşanacak. 1. Dünya’dakiler dahil, global nüfusun % 75’i
için böyle. Geri kalan % 25, mikro ülke olmak veya tüketime fazla
kaptırmamışlık gibi nedenlerle, o kaostan fazla etkilenmeyecek.
Bu
kargaşayı da, o büyüme ve tüketim merakı yaptı.
Bu
kargaşa, 1973’te açıkça görülüyordu ve 1945-1973 arasındaki savaş ertesi
ekonomik büyüme nedeniyle oldu.
Yıl 2018
ve insanların % 99’u bu gerçeği hala inkar ediyorlar.
Yeni
Orta Çağ, bir bakıma bu da demek:
Gerçeklerin
inkarı.
+
Dipnot:
‘Catch
22’ durumu da şu olmakta:
“ “Catch-22"
ibaresi, "sorunlu bir durumda, var olan tek çözümün sorunun özünde olan
bir durum ya da kural tarafından engellenmesi" anlamında İngilizce'de
kullanıma girmiştir. Kısaca Türkçe'de kısırdöngü dediğimiz şeydir aslında.”
Türkçe
meali de şu:
Kapitalistler,
kapitalizmin yarattığı sorunu çözemezler.
Var olan
tek çözüm de, ekonominin küçülmesi.
Yani:
Kapitalistler,
ekonomiyi küçültmezler de, küçültemezler de, küçültmek istemezler de: İsterler
ki ‘batsın bu Dünya’…
İşte o
nedenle tarihteki tüm büyük hegemon
devletler battı ve tarihte iniş-çıkış dönemleri makro siklusları var. En az
2150’ye kadar iniş-çöküş dönemindeyiz.
(27 Ekim 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder