Cumartesi, Ekim 27, 2018

Roma Klübü ve Gelecekbilim


“Yirminci yüzyıldaki en büyük ekonomik şoklardan birinin -1973’teki petrol krizi - hemen arifesinde, yetkin bir araştırmacı grubu, “Büyümenin Sınırlandırılması” adlı ikonlaşan bir rapor yayınladı.
Büyük bir ilgi gören ve tartışmalara konu olan çalışma, insanlığın geleceğine ilişkin kasvetli bir manzara çiziyordu. Kontrolsüz kaldığında, ekonomik büyüme ve nüfus artışının, gezegenin tüm kaynaklarını tüketeceği ve 2070 yılı civarında ekonomik bir çöküşe yol açacağı belirtiliyordu.”
45 yıl önce.
Roma Klübü, BM bünyesindeki bir gelecekbilim kurumu. Eldeki global istatistiklere bakarak, düşük, orta ve yüksek düzeyli üçlü tahminler yapıyordu. Bu bilgiler, BM ve UNESCO istatistik yıllıklarında, gelecek projeksiyonları olarak, yıllarca yer aldı ama kimse onlara dikkat etmedi ve onları kaale almadı.
Geçmişbilimci / tarihçi oldukları için, ilkede gelecekle ilgi düşünce üretmeyi reddeden Düya Sistemi’ciler de, aynı zamanlarda aynı öngörüyü yapmışlar ama şu formatta:
Dünya’yı ekonomik bir daralma bekliyor. Kapitalistler, bunu engellemek için, yeni pazar arayışına gireceklerdir.
Sonra da o kapitalistler, 1980 neo-global neo-liberalizmini uyguladılar: Kapitalizme tabi nüfusu, global % 15’ten % 50’ye zorladılar ve Dünya bir kez daha çöktü ve iflas etti. Şu anda globalleşmişlik, % 50 sınırından % adoğru belli bir hızda düşüyor, iflas eden ülkeler oluyor. Reel ekonomik küçülme, süreklilik kazanana kadar da, bu durum böyle sürecek.
Devam:
“Kulübün 50’nci kuruluş yıldönümü sebebiyle, 17 Ekim’de Roma’da yayınlanan güncelleme, daha çarpıcı bir etki bırakıyor. Her ne kadar, sonuçlar orijinal rapordaki kadar sert olmasa da, insanlığın kendisini bir “Catch-22” durumunda bulduğunu söylüyor.
Yazarlar, alışılmış iş anlayışı ya da hızlanan ekonomik büyümenin, Birleşmiş Milletler’in dünya genelindeki sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin (SKH) - 2030 yılı için bir toplumsal ve çevresel refah hedefleri - gerçekleştirilemeyeceği anlamına geliyor. Hükümetler, yoksulluk ve açlığın yok edilmesi ve her insana kaliteli bir eğitim sağlanması gibi toplumsal hedeflere ulaşmak amacıyla, “geleneksel politikalar” diye bilinen politikaları büyük oranda güçlendirse dahi, çevreyle ilgili hedefleri ıskalama tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklar.
Rapor, “2050 yılına dek, Dünya’nın yaşam destek sistemlerini geri çevrilemez tetik noktalarının ötesine taşımak noktasında yüksek bir risk mevcut” diyor.”
Doğrudan söyleyememişler, biz söyleyelim:
2010’dan beridir Dünya’nın kaynakları yerine geri konamıyor. Su, gıda, enerji, nüfus, çevre makro-global krizleri artık kaçınılmaz.
Kapitalizm, kendini tükettiğine savaşa başvursa da, şu sıralar birçok yerde savaş olsa da, savaş yeterince insanı öldüremiyor. Onun yerine salgın var, nufüsün üçte birine kadar yok edebiliyor. Kıtlık da o kadar çok insan öldürmemiş tarihte.
Bu noktadan sonra getirilecek bir kontrollü ekonomik küçülmenin, bu açmazları engelleyemeyeceği ama erteleyebileceği kanısındayız.
Örneğin, Kanada’nın ve Rusya’nın donmuş topraklarının çözülmesiyle ve buğday üretme bölgesi sınırının daha kuzeye kaymasıyla, atı Güney Amerika ve Afrika’nın ormanlarının tarıma açılmasıyla, gıda açmazının çöküşü ertelenebilecek.
Örneğin, sıvı bitkisel yağlar ve bitki kökenli alkol üretmekle, enerji krizi de ertelenebilecek.
Ancak; asıl kriz 2070’te olsa, ne olur; 2120’de olsa, ne olur?
Olacak sonuçta. Olmasını engelleyebilme olanağı çizgisi çoktan geçildi.
Buna en benzer ve en yakın dönemli global kriz, 1929 Krizi idi. Ancak, onda kıtlık yoktu, salgın da yoktu. En yakın global salgın ise, 1918 İspanyol Gribi salgını, on miyonlarca kişiyi öldürdü. Yani savaş, kıtlık ve salgını ardından getiriyor. Çünkü, savaşlar ertesinde büyük göçler de olmakta: 2. Dünya Savaşı ertesinde, Almanya-Rusya arasındaki topraklardaki Alman kökenlilerin göçü, bir hesaba göre milyonlarca ölü demek oldu.
Şu anda global göçmen oranı, % 5 ve 350 milyon kişi. Göç veren ve alan bölgelerin nüfusu ise, global nüfusun % 20’si-25’i. Yani, bazı bölgelerde göçmen oranı % 20 oldu. Bu durum, o bölgelerdeki kültürü tümüyle değiştirmekte.
Türkiye’ye gelen Suriyeli göçmenler, beraberlerinde adı hala konmamış birçok hastalık getirdiler. Aynı göçmenler, Türkiye’yi hızla ümmileştirdiler.
Sonuçta, dönüp dolaşıp, refah kriterinin tüketim değil, eğitim ve sağlık olduğu ve ilkin bunların bozulduğu görülüyor. Bugün Türkiye’de 7,5 milyon üniverseti öğrencisi, 4,5 milyon askerlik sorunu olan genç erkek ve onları koca olarak bekleyen, 4,5 milyon genç kadın var. Bu, 16,5 milyonluk nüfusun hiçbir vasfı yok, eğitim düzeyleri eksi yani. Bu da, sağlığın bozulması demek, çıplak elle taharetlenmenin bağırsak kurdu yapması gibi.
Tüm bunlar da, barbarlık ve Orta Çağ demek. İrrasyonalizm, bilgi düşmanlığı, ümmilik, üniversite kampüsü düşmanlığı demek.
Yani, 2020-2120 arası böyle yaşanacak. 1. Dünya’dakiler dahil, global nüfusun % 75’i için böyle. Geri kalan % 25, mikro ülke olmak veya tüketime fazla kaptırmamışlık gibi nedenlerle, o kaostan fazla etkilenmeyecek.
Bu kargaşayı da, o büyüme ve tüketim merakı yaptı.
Bu kargaşa, 1973’te açıkça görülüyordu ve 1945-1973 arasındaki savaş ertesi ekonomik büyüme nedeniyle oldu.
Yıl 2018 ve insanların % 99’u bu gerçeği hala inkar ediyorlar.
Yeni Orta Çağ, bir bakıma bu da demek:
Gerçeklerin inkarı.
+
Dipnot:
‘Catch 22’ durumu da şu olmakta:
“ “Catch-22" ibaresi, "sorunlu bir durumda, var olan tek çözümün sorunun özünde olan bir durum ya da kural tarafından engellenmesi" anlamında İngilizce'de kullanıma girmiştir. Kısaca Türkçe'de kısırdöngü dediğimiz şeydir aslında.”
Türkçe meali de şu:
Kapitalistler, kapitalizmin yarattığı sorunu çözemezler.
Var olan tek çözüm de, ekonominin küçülmesi.
Yani:
Kapitalistler, ekonomiyi küçültmezler de, küçültemezler de, küçültmek istemezler de: İsterler ki ‘batsın bu Dünya’…
İşte o nedenle tarihteki tüm büyük hegemon devletler battı ve tarihte iniş-çıkış dönemleri makro siklusları var. En az 2150’ye kadar iniş-çöküş dönemindeyiz.
(27 Ekim 2018)

Hiç yorum yok: