Necmiye
Alpay, Batı’dan alıntılayarak, ihlal romanını şöyle tanımlamış:
“Sözkonusu
romanların, her birinin en az bir uzlaşımı ihlal etmesinin ötesinde, az ya da
çok ortaklık gösterdikleri özellikler şunlar: Alt / orta toplumsal katmanlara mensup, bazen ergen yaşta bir genç erkek “ben” anlatıcı, cinsiyetçi erkek argosu, zengin ve hareketli
cümlelere taşıtılan yüksek ayrıntı
düzeyi, romanın yazarını akla getiren düşünsel
birikim işaretleri, ince mizah, ince beğeni, bazılarında fantezi, içkinin,
ucuz uyuşturucuların, sözel ve fiziksel
şiddetin kol gezişi, aile bireylerinin yakıcı
rolü, adaletsizliğin yıkıcılığı ve
satır aralarında belirip kaybolan etik
problem.”
Not:
Alıntı paragrafın yazım biçimini değiştirdim. Kalınlaştırmaları da ben yaptım.
Öncelikle
şunu belirtelim:
Diyelim
20 yıl önce, adını vermeyeceğim büyük bir yayınevi, ilk roman yarışması
açtığında, koyduğu kurallar şunlardı: İçinde şiddet, uyuşturucu ve alkol
olacak.
Yani:
Bu
romanlar ısmarlama-piyasa işi, o
nedenle de ‘pulp’.
‘Pulp’a
çakma de, sahte de, bozuk de…
Reel
marjinallikten söz eden romanlar, taa 1930’lardan beridir var, özellikle Reşat
Enis’in romanlarında ve roman kıvamındaki Adnan Veli röportajlarında.
Bugün
moda olmuş romanların döneminde ise, erken ölmüş, bir film bile çevirmiş, gerçek hırsız ve sabıkalı olan yazar
Mehmet Kartal vardı: Onun yazdıkları gayet reel marjinal idi.
Onun
yanında Metin Kaçan çakmaydı.
Emrah
Serbes ise çakma bile olamadı, gibi yaptı yalnızca: Hayal aleminde yaşarken,
hapis aleminde ölecek, Kaçan da öyle oldu, Kartal dışarıda öldü, ne olduğunu
yazmadığı ama ölümcül olduğunu bildiği bir hastalık yüzünden.
Gelelim
reel marjinalliğin sosyolojisine:
Reel
marjinaller; tüm politik, dini, ideolojik yönetim sistemlerinde görülür.
Reel
marjinaller, bir de büyükkentlerde
görülür, 5 milyondan çok nüfuslu büyükkentlerde: Oran da, toplam sayı da, nüfus
10 milyonu geçtikten sonra aşırı artar:
Bugün 15-20
milyon nüfuslu sayılan ama nüfusu kesin bilinmeyen İstanbul’da 1 milyon keş, 1
milyon alkolik, 100 bin sahipsiz / evsiz insan, 2 milyon depresyonlu, 1-3
milyon göçmen, her an en az 1 milyon turist, den den de den den var (bunlar
Emniyet verileri). Bildiğimiz beton cangılı yani.
Ancak
asıl durum şu:
Birden
sonrası istatistik veya 10 sayfalık sosyoloji makalesi, bu konuda 900 sayfalık
romandan daha bilgi, düşünce, gerçek içeriyor. His olsa da olur, olmasa da olur
zaten.
Alpay’ın
bahsettiği ihlal nitelikleri tikeller, benim saydıklarım ise tümeller.
Dönelim
Alpay’ın terimlerine:
‘Aile
bireylerinin yakıcı rolü’, ne anlama geliyor anlayamadım.
‘Yüksek
ayrıntı düzeyi’ sayılan şey, bilmediği konularda atıp tutma, çünkü o konuyu gözleyip
bilenler ve/ya yaşamışlar, ayrıntıların öyle olmadığını bilirler. Yani yeni yazarlar,
yaşadıklarını değil, kulaktan dolma
yazmışlar. İhlalci sayılan yazarların birincil özelliklerinden biri bu.
‘Romanın
yazarını akla getiren düşünsel birikim işaretleri’ deyimi, tam anlamıyla
Alpay’ın gafı olmuş. Bu ülkenin roman yazarları, Kemal Tahir gibi, ‘Devlet
Ana’da olduğu gibi, Bizans şövalyesini
Çorum ağzı ile konuşturur ve bu, düşünsel birikim sayılır, artı alkışlanır.
Artı bu
ülkede, bildiğimiz tasaavvuf kitabını satır satır değil, 50 sayfa birden
(intihalleyen / ) alıntılayan roman yazarları var.
Ne kaa
köfte, o kaa ekmek yani:
Dördüncü
Dünyalı yazarların ihlalciliği de, marjinalciliği de, ancak bu kadar olabiliyor
işte.
Bu
ayrımları ıskaladığı için, Alpay’ı ikinci sarı kartla oyun dışına alıyoruz o
zaman…
Metnin
ve gecenin darbı meseli:
Bilmediğin
veya anlamadığın konuyu yazmayacaksın.
(11 Ekim 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder