Pazartesi, Eylül 12, 2016

Dahilik ve Ayakçılık

Aslı Erdoğan’ın bizzat gözlediği ilginç bir durum var:
CERN’de binlerce 150 IQ’lu ve temel bilimsel doktoralı insana, bildiğimiz klavyede veri girme (yani sekreterlik) işi verilmiş. Deneyler yapılıyor, gözlemler yapılıyor, sayılar oluşuyor.
Tamam, 1993 itibarıyla bilgisayarlar, tüm sayıları kendi okuyacak durumda değildi ama tersine durum da var:
NASA’da çalışan on bin kişiden hiçbiri, 1986 mekik kazasındaki contayı veya 2003 kazasındaki açı sapmasını göremedi veya söyleyemedi. İlkinde bir mühendis durumu anlamış ama ya itiraz edememiş, ya da dinletememiş kendini.
Bu durumda dahiler normallerin ayakçısı oluyor, tıpkı bilimcilerin siyasetçilerin ve askerlerin ayakçısı olması gibi.
Bizim AFL mezunları da öyle oldu. 96 kişilik 1977 mezununun izlediğim öyküsünü 70 kişiye daraltırsak, hiçbir vasıf istemeyen üniversite mezunu 70 memur oldular diyebiliriz rahatça: Tam ‘salla başı, al maaşı’ türünden hem de.
Tersinden sorarsak:
Ne yapabilirlerdi peki?
Yanıt:
Kuram üretebilirlerdi.
Tuhaf ama dahiler dahil tüm insanlar, kuramın eylemin önünde yer aldığını kabul edemiyorlar ve tasarlayamıyorlar.
Daha da acaibi şu:
İnsanlık tarihi için önemli olan, siyasi, dini,, ahlaki olmayan tüm denklemlerin kurucuları, insanlığın milyonda biri ve daha acaibi, hepsi dahi değil. Artı bir bölümü, neyi başardığını bile anlayamadan ölüp gitmiş, örneğin 21 yaşında düelloda ölen Galois.
Dahiliğin en çok orta çağlarda aşağılandığı ve normalliğin en çok yine aynı dönemlerde yüceltildiği önesürülür ama buna pek pek yarı yarıya katılabiliyorum.
Şu anda Dünya’da epistemik bir iniş var, kabaca 2001’den beridir kesinleşmiş olarak. Ayrıca, postgrowth gibi, Dünya Sistemi gibi, farklı bakış açılarına gereksinim duyulduğu da ortada ve bunu kabul ediyorlar.
Ancak, yine bir ikilem var:
7 küsur milyon transhümanist, 10-20 uzmanlık alanına dağınık ve birbirlerinin alanlarını anlamıyorlar, örneğin uzaycılar ölümsüzlükle ilgilenmiyorlar gibi. Dahası, tamamına yakını normal insanlar. Dolayısıyla anormalliği ivmelendiren öğeler olamıyorlar. Yoksa, tarihte milyonda bir yetmişse, şu anki binde bir haydi haydi yeter epistemik devrim’e.
Yani, uzun vadeli bakış açılı bir çokdisiplinlilik için yeter sayıda epistemolog (bilgi üreticisi) yok Dünya’da.
3 milyarlık Dünya’da 30 tane olduklarını biliyoruz. Şu anki 7 milyarlık Dünya’da 70 kişi olduklarını da biliyoruz. Ancak, o zaman etkili olabildiler ama şu an etkili olamıyorlar.
Eksik olan şey, 1900’lerdeki Dünya Fizik Kongresi’ndeki dahi bilimcilerin ölümüne kapışmalarının enerjisi ve sinerjisi. Bilimkurgu romanlarda da dilegetirilen bu ruh gevşemesi, savaşı gayrıciddileştiriyor.
Bu açıdan, Eratosthenes’in veya Verhulst’in ayakçılığa sıkıştırılma konusunda ne düşündüğünü epey merak ediyor kalıyorum.
Bense, ayakçılığa sıkışmayıp, tümüyle sapa bir yola geçip, kendi paradigma-söylem düzlemimi kurma yolunu becerdim ama bunun global epistemik entegrasyonunu beceremiyorum. Ya bunu ölümümden sonrasına umacağım, ya da bunu kendim yapacağım.
2016 değil ama 2066 bakış açısıyla, Şeytan’ın bacağını kırdım. Geriye kalıcı-geçerli epistemler bırakacağım. Ancak, benim için halihazırdaki reel sonuç, olsa olsa artı epsilon.
İşte burada kültürellik devreye giriyor: Süreden bağımsız olarak bir epistem-birim ancak ve ancak kültürde-dilde sağ kalabiliyor.
Ayakçı olan dahilerin böyle derdi yok. Böyle derdi olanlar da çıkmaz yolda.
Paradoks bu.

(4 Eylül 2016) 

Hiç yorum yok: