Aslı Erdoğan’ın
bizzat gözlediği ilginç bir durum var:
CERN’de
binlerce 150 IQ’lu ve temel bilimsel doktoralı insana, bildiğimiz klavyede veri girme (yani sekreterlik) işi
verilmiş. Deneyler yapılıyor, gözlemler yapılıyor, sayılar oluşuyor.
Tamam, 1993
itibarıyla bilgisayarlar, tüm sayıları kendi okuyacak durumda değildi ama
tersine durum da var:
NASA’da
çalışan on bin kişiden hiçbiri, 1986 mekik kazasındaki contayı veya 2003
kazasındaki açı sapmasını göremedi veya söyleyemedi. İlkinde bir mühendis
durumu anlamış ama ya itiraz edememiş, ya da dinletememiş kendini.
Bu
durumda dahiler normallerin ayakçısı oluyor, tıpkı bilimcilerin siyasetçilerin
ve askerlerin ayakçısı olması gibi.
Bizim
AFL mezunları da öyle oldu. 96 kişilik 1977 mezununun izlediğim öyküsünü 70
kişiye daraltırsak, hiçbir vasıf istemeyen üniversite mezunu 70 memur oldular
diyebiliriz rahatça: Tam ‘salla başı, al maaşı’ türünden hem de.
Tersinden
sorarsak:
Ne
yapabilirlerdi peki?
Yanıt:
Kuram
üretebilirlerdi.
Tuhaf
ama dahiler dahil tüm insanlar, kuramın eylemin önünde yer aldığını kabul
edemiyorlar ve tasarlayamıyorlar.
Daha da
acaibi şu:
İnsanlık
tarihi için önemli olan, siyasi, dini,, ahlaki olmayan tüm denklemlerin
kurucuları, insanlığın milyonda biri ve daha acaibi, hepsi dahi değil. Artı bir
bölümü, neyi başardığını bile anlayamadan ölüp gitmiş, örneğin 21 yaşında
düelloda ölen Galois.
Dahiliğin
en çok orta çağlarda aşağılandığı ve normalliğin en çok yine aynı dönemlerde
yüceltildiği önesürülür ama buna pek pek yarı yarıya katılabiliyorum.
Şu anda
Dünya’da epistemik bir iniş var, kabaca 2001’den beridir kesinleşmiş olarak.
Ayrıca, postgrowth gibi, Dünya Sistemi gibi, farklı bakış açılarına gereksinim
duyulduğu da ortada ve bunu kabul ediyorlar.
Ancak,
yine bir ikilem var:
7 küsur
milyon transhümanist, 10-20 uzmanlık alanına dağınık ve birbirlerinin
alanlarını anlamıyorlar, örneğin uzaycılar
ölümsüzlükle ilgilenmiyorlar gibi. Dahası, tamamına yakını normal insanlar.
Dolayısıyla anormalliği ivmelendiren öğeler olamıyorlar. Yoksa, tarihte milyonda
bir yetmişse, şu anki binde bir haydi haydi yeter epistemik devrim’e.
Yani,
uzun vadeli bakış açılı bir çokdisiplinlilik için yeter sayıda epistemolog (bilgi
üreticisi) yok Dünya’da.
3
milyarlık Dünya’da 30 tane olduklarını biliyoruz. Şu anki 7 milyarlık Dünya’da
70 kişi olduklarını da biliyoruz. Ancak, o zaman etkili olabildiler ama şu an
etkili olamıyorlar.
Eksik
olan şey, 1900’lerdeki Dünya Fizik Kongresi’ndeki dahi bilimcilerin ölümüne
kapışmalarının enerjisi ve sinerjisi. Bilimkurgu romanlarda da dilegetirilen bu
ruh gevşemesi, savaşı gayrıciddileştiriyor.
Bu
açıdan, Eratosthenes’in veya Verhulst’in ayakçılığa sıkıştırılma konusunda ne
düşündüğünü epey merak ediyor kalıyorum.
Bense,
ayakçılığa sıkışmayıp, tümüyle sapa bir yola geçip, kendi paradigma-söylem
düzlemimi kurma yolunu becerdim ama bunun global
epistemik entegrasyonunu beceremiyorum. Ya bunu ölümümden sonrasına
umacağım, ya da bunu kendim yapacağım.
2016
değil ama 2066 bakış açısıyla, Şeytan’ın bacağını kırdım. Geriye kalıcı-geçerli
epistemler bırakacağım. Ancak, benim için halihazırdaki reel sonuç, olsa olsa
artı epsilon.
İşte
burada kültürellik devreye giriyor: Süreden bağımsız olarak bir epistem-birim
ancak ve ancak kültürde-dilde sağ kalabiliyor.
Ayakçı
olan dahilerin böyle derdi yok. Böyle derdi olanlar da çıkmaz yolda.
Paradoks
bu.
(4 Eylül 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder