Nietzsche
ve Arendt: İnsan, söz verebilen hayvan
Egemen
birey, kendi istencinin efendisi olabilen bireydir. Aslında söz verebilme, köle
ahlakının (Hıristiyan ahlakın) unutmaya karşı kazandığı bir zaferdir. (…)
Arendt, Nietzsche’den farklı olarak söz vermenin, dahası eyleyebilme yetisinin
önkoşulunun affetme olduğunu iddia eder.
Zeynep
TALAY, Psikeart "Affetmek".
+
Son
zamanlarda insanların beyinlerindeki zihinsel yamukluk beni dehşete düşürüyor.
Yukarıdaki
paragraf kaporta yamrusunu çekiçlemeyi
deneyeceğim.
Öncelikle,
uzun süredir belirttiğim üzere, bu tür abuksamalarda Batı da, TC’lilerin
yanında yer almaya başladı:
Anarşist
Stirner’i Nietzsche’yle eşleştiren bir metin gördüğümde dehşete düşmüştüm.
Oysa
aynı eksen üzerinde Stirner, ancak ve ancak Heidegger ile eşlendirilebilir.
Sonra
ayırsadım ki insanlar, tikel ile tümeli, sonsuz ile göreliyi ayırdedemiyor,
sonsuz-sürekli ve sonlu-süreksiz arasındaki eşlenikliği hiç mi hiç dikkate
alamıyor.
Stirner
mutlak bireyi (o özne der ama bu bireydir),
Heidegger de mutlak bireyi (o ontos der ama bu da (kendi’sel) bireydir)
öne çıkarır.
Onu
mutlaklaştırırlar ama sonsuzlamazlar. Bu da, ikilemsel görünen göreli-mutlak ve
dolayısıyla aşılabilir sonsuz demek olur. Her 2 düşünürün de, kendi
Almanya’ları ile sınırlı-sonlu kaldığını belirtelim.
Yine bir
Alman olan Nietzsche ise; tikeldir, görelidir, mikrodur. Dev-düşünür değildir.
Aristo Metafiziği veya Heidegger Metafiziği, onun yanına yaklaşabileceği
nicelikler ve nitelikler değildir.
Burada
Arendt, (hem de 2 kere, hem de toplama kamplarından sonra) zaten partneri
olduğu, Heidegger’in yanında saf tutmuş kalır.
Ancak
Arendt, affedici falan değildir, en büyük rakibesi anarşist kadın Goldmann ile
yaşam boyu düşman-rakip kalır. Üstelik, burjuva-nitelikli sınıfsal kökenli olan
kendisidir, affetmek ona düşer yani.
Arendt,
faşist eğilimli Heidegger’i de mahkum etmez. Hele hele ‘Kötülüğün Bayağılığı’nın
yazdıktan sonra, açıkça onun yanında yer alır: Seferadlar’ı Eşkenazlar’a karşı
aşağılayarak, böyelilkle de Musevi olmayı değilleyerek.
Gelelim
asıl konuya:
Söz
verebilme, köle ahlakının (Hıristiyan ahlakın) unutmaya karşı kazandığı bir
zafer falan değildir.
Çünkü:
Bir:
Köle
ahlakı, Hristiyan ahlakı değildir. Kölelerin Hristiyan olduğu Roma döneminde
Hristiyanlar, kendilerine Hristiyan değil, Musevi diyordu, MS 0-200 arasında
falan.
İki:
Söz verme,
unutmaya karşı bir zafer değildir.
Üç:
Köle
ahlakı zaten unutur.
Arendt,
Heidegger’i mahkum etmemiştir ki affetsin.
Daha da
tuhafı, onun Heidegger’i içine düşürdüğü durumun aynına, ‘Kötülüğün
Bayalığı’ndan sonra, kocası dahil dindaşları, onu düşürmüştür.
Dehşete
düşmelerim bu yüzden.
Devam:
Eyleyebilme
yetisinin önkoşulu affetme değildir, tam tersine en ağır biçimde cezalandırma özgürlüğünü kendine tanımaktır ve kazandırmaktır.
Tüm bu
adların içine düştüğü kabir ve kubur
hümanizmdir.
O feçesin
dışından bakınca, böyle görünüyor; içinden bakınca, ‘yok birbirimizden
farkımız’ oluyor.
Çıkış
dipnotu:
Egemen
birey, kendi istencinin efendisi olabilen birey değildir.
Egemen
birey, özgür irade teranesinin dışında kalabilip, kültürel ve zihinsel şizofreni
dalgasında, yani bir çağ çökerken, kendi-değil,
cins-değil, insan-değil olabilme tao’suna girebilendir ve bu yolun çıkışı
yoktur, neresinde ölürsen artık.
Açıklama:
Tüm bu kavramlar, kendi biyografimde bizzat uygulanmış ve sonucu olumlu
alınmış, geçerli önermelerdir. Tutarlı olmaları da gerekmez.
Sonsöz:
Psike
Art yazarları, artık süslü sözü aştılar, ‘Arapça değil mi?, uydur uydur
söyle’ye vardılar.
(6 Eylül 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder