12.03.17
günü, 19:50-20:00 arasında, Galatasaray’dan Tünel’e ilerlerken, bir gitarla bir
kemanın İstanbul İstanbul Olalı parçasını çaldığını duydum.
Yavaşladım.
Dinlemeye başladım. Şarkının o olduğunu o zaman anladım.
Sonra
salya sümük ağlamaya başladım. Böyle olduğumu, ağzımı burnumu kağıt mendille silerken
kavradım. İçim acıyordu, içim yanıyordu.
Beni
kendimden geçiren kemandı.
Arabeski
cazlaştırmıştı. Ana melodiden ayrılıyor ayrılıyor, geri dönüyordu, gitar da ona
hiç aksamadan tempo-ritm, az da melodi veriyordu geri.
Bu; 1977
yapımı, 1987’de dinlediğim, Grup Arkadaş albümünde de böyleydi.
1975’te Çalar
Saat’ta TRT televizyonunda dinlediğim, Aka Gündüz Kutbay’ın Zikir’inde de
böyledi.
Kutbay
erken öldü. 1960’ların proto-World Music’inin alaturkasını yapmak gavurlara
kaldı. Moğollar’ın ilk yabancılı halinde de öyle.
Beni
ağlatan şey, bizim salaklığımız değildi, onların müzik zekasıydı. En-iyi
yapılan bir sanat eserini ayırt etmemek imkansız: 1963’te Rodrigo’nun Gitar
Konçertosu’nu parça olarak dinlediğimde bile böyleydi, bebektim yahu.
Ancak
bu, canlı icraydı.
Ama,
cebimdeki 6 liranın 1 lirasını onlara veremedim. Sanatçı icraatine hakaret
değildi, yarınki açlık korkusuydu, yaşlılıktı.
Ağladığım
bu değildi, çünkü ağlamaya bundan önce bilinçsizce başlamıştım.
Bir
sokak müzisyeni, şu anda müzisyenim diye geçinen ve o eski dönemleri nakil ve
tefsir ile telif diye kakalayan o şavalaklara 31 fark çekiyordu.
Yabancıydı
bence. Emin olamam tabii. Ancak, ilk kez rasladım ona. Yanındaki gitariste de.
Profesyoneldi
bence. O soğukta, o yağmurda, nota sektirmiyordu, hem de cazlamada.
Bildiğimiz
karabatak ve velvele yapıyordu. Tek kemanla velvele. İlk kez duydum böyle bir
şey.
Ne
dediğimi biliyorum. Bu konu üzerine, belki 30 yıldır yazıyorum. Örnek
bulunmadığı için, çok seyrekçe yazıyorum.
Caz-keman
olarak Grapelli’yi bilirim, o epeyi kakafoniye kayar. Bu, acaip bir
icraatçıydı, kemanın sakıncalarına karşın, hata yapmıyordu.
Şerh:
Fotoğrafını da çektim ama fotoğrafa bakınca, o simanın bir Türk’e ait
olabileceğini kabul ettim. (Fotoğraflardan Türkler’i ayırt edebiliyorum,
bununla ilgili bir makalem bile var.) Gülüşü, aşırı mütevekkil.
Dilerim,
o insanla tanışabilirim, dilerim ona övgülerimi yüzyüze iletebilirim.
Ne olur
olmaz, kısmetse tutmayabilir. Ben övgülerimi internette kalıcılaştıracak bir
metni yeğledim.
Eline meçhul cazcı sağlık dostum.
(12 Mart 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder